Etik ve bütünlükçü anlatı boyutları postmodernist sanatçıların uzak durmak istedikleri alanlardır, gerçeğin kavranışında nesnel tutumla kurgulanan, gösterilen bir anlam yapısından hoşlanmazlar. İnsan toplumunun karşısına anlamsızlık boyutuyla çıkamayacakları için çarpıklıklardan anlam yaratma uğraşına girişirler. Filmin sonunda kız çocuğuna duyulan ‘patolojik’ ilginin eleştiri yerine yüceltilmesi böyle bir uğraşa denk düşüyor.
Filmin geneline baktığımızda ortada yönetmen ya da senaryo müdahalesi yokmuş da karakterlerin her biri gerçekte ne ise kurguda kendi kendilerini hakiki, tarafsız, mesaj kaygısı olmadan inşa etmişler gibi bir yönseme beliriyor. Hepsi kendi sesleriyle çalıp söylüyorlar, var oluyorlar, diğeriyle kurdukları ilişki biçimlerinde, duygulanımlarında hepsi kendi doğrularını, duygularını yaşam felsefelerini var ediyorlar.
Kendilik halleri gibi başlayan ve biten bir çokseslilik. Peki, böyle mi gerçekten? Samet gibi bir karakter hayatta karşılık bulabilir mi? Yönetmen/yazar kendi yanılsamalı bilincini (ideolojisini) işe hiç bulaştırmamış mıdır? Tersinden sorarsam insanın iyiliğine dair etik bir kaygı duymuş mudur?
Belli bir dönemin öznesini fotoğraf gibi dondurarak onu öncesinden, yaşamın akışı ve deviniminden kopararak mutlak bunalımlı tip olarak kadraja kopyalamak ne denli doğallık içeriyor? Anlıkta görünür olan çoğunlukla gerçeklik olmayabilir. Çünkü gerçeklik dolayısıyla insan karakteri akış ve oluş içerisindedir. İleriye doğru akan tarihsel bütün, toplumla sınıfla üretim ilişkileriyle iktidarla karşılıklı diyalektik olarak devinen karmaşık ilişkilere sahip bir nedensellik içerir. Samet karakteri ise cetvelle çizilmiş denli basit, zorlama ve mekanik. Tek yönlü kötücül haliyle daha çok bir melodrama yakışıyor. İyi ve kötünün mutlak değil sınıfsal yabancılaşmayla ilintili olduğunu, insan bünyesinde birlikte yer aldığını, insanın duruma göre olumlu ya da olumsuz pek çok davranış sergileyebileceğini anlayabilmiş bir yönetmen değil Nuri Bilge Ceylan.
Filmde ana karakter Samet’in kötücül tavrı özcülüğe varan bir kabullenmeyle sadece doğallaştırılmaya çalışılmıyor aynı zamanda eleştirel bir yargıdan da bağımsız kılınıyor. Resim öğretmeni Samet, dört yıllık mecburi hizmetini Kürt coğrafyasının kışın sürekli karlar altında olan bir köy ortaokulunda yapmaktadır ve bir an önce bu sıkıntılı ortamdan kaçıp gitmek istemektedir. Büyükşehre alışkın biri için doğal bir istek olabilir bu. Samet karakterini gerçeklikten uzaklaştıran şey bir kız öğrencisine duyduğu özel ilgi dışında kimseyle hayata dair bir anlam ilişkisine girmeyişidir. Portre yerine deniz çizmek isteyen öğrencilerinin heveslerini tahammülsüz şekilde küçümsüyor Samet; devamlı kız öğrencilere söz vererek ayrımcılık yaptığını söyleyen Kürt aksanlı bir erkek öğrenciye öfke nöbeti içinde bağırıyor. Özel ilgi gösterdiği Sevim ise aynı yöreden daha uzak bir köyün çocuğu olmasına rağmen düzgün İstanbul Türkçesiyle konuşuyor. Yönetmenin, bile isteye, neden böyle bir maddi hata yaptığı ise muamma. Kötücül Samet başka bir derste öğrencilerine “Hiçbiriniz ressam olmayacak patates, şekerpancarı ekip zenginlere hizmet edeceksiniz, çenenizi kapatın da şurada gereğini yapalım.” diyor.
Nuray öğretmene ve ev arkadaşı Kenan’a oyun kurarken de, yalan söylerken de, jandarmanın çay davetine icap ederken de, veteriner ahbabının odasında sohbete katılırken de gereğini yapıyor Samet. Kimseyle gerçek bir arkadaşlık, empati, dostluk veya içten en küçük bir temas kurmadan, başkalarına emek harcamadan, acılarına ortak olmadan, onlarla gülüp çoğalmadan, yaşamdan sevinç duymadan kendi kuru yavan ikliminde bencil bireyselliğini gerçekleştirmeye çalışıyor. İnsan yaşamındaki tüm duygulanımlar gibi geçici olan karamsarlık, bunaltı gibi durumların; kardan aniden kuru otlara dönüşen, yeşermeyen donmuş iklim metaforu ve Samet tiplemesi üzerinden genelleştirilmesi filmin belirgin bir izleğini oluşturuyor. Oysa kutupların bile baharı vardır. Doğa yeşerme ve sararma (doğum ölüm) döngüsü üzerine kuruludur. Biraz belgesel seyretmiş biri çöldeki bitki ve hayvan çeşitliliğinin, yaşam hareketliliğinin farkına varabiliyor. Doğa da toplum da baharsız ve umutsuz değildir. NBC bütün filmlerinde en sevdiği şeyi yapıyor yine: insanı belli bir zamansallıkta dondurarak gerçekliği çarpıtıyor ve ideolojik olmaması için canhıraş uğraştığı filmi, siyasi mesajların en büyüğüne, karamsarlık ve çıkışsızlık silahına büründürüyor.
Hikayenin olumsuz karakterle götürüldüğü sinema ve romanlar elbet var. Örneğin Zhanna Issabayeva’nın 2007 Kazakistan yapımı “Karoy” filmi böyle bir eser. Ama karakter kendi yaşam diyalektiği içinde tarafsız verilmiş, onun durumu bir çıkışsızlığa hapsedilmemiş. Olumsuz karakter üzerinden örülen çarpıcı bir eser de Gorki’nin “Yararsız Bir Adam” romanıdır. Ana karakterin kurulumu, ahlak dışılığa evrilmesi yaşamın diyalektiği; toplumun, yakın çevrenin, sınıfsal ilişkilerin etkisi içinde dinamik ve somut veriliyor, davranışların nedenini anlayabiliyoruz.
NBC buradaki mutlak tiplemeye ve çıkışsızlığa Sevim karakteri üzerinden bir antitez ekleyerek natüralist, donuk belirleyicilikten çıkmayı denemiş olsa da bu ilişkinin erillik görüntüsü üzerinden işleyişi filmi riskli bir alana sokuyor. Kız çocuğuna yaşam sevinci altında yönelen eril eğilimin filmde eleştiriden yoksun oluşu, aksine filmin sonunda felsefi göndermelerle Samet’in davranışlarının, hislerinin savunulması filme ciddi bir etik problem yüklüyor.
Çocukların saf canlılık enerjilerine tutunarak hayata bağlanma, yenilenme, yeni bir amaç edinme meseli pek çok kez sinemaya izlek oluşturdu. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Leon. Filmde bütün ailesi mafya tarafından öldürülmüş bir kız çocuğunun, kiralık bir katil tarafından koruma esaslı başlayan ve dostluğa dönüşen ilişkisi hikaye ediliyor. Çocuk tarafından katile yönelen hayranlık duygularının “erkekliğin” dışına çıkılarak, bireyin kendilik etiği içinde nasıl yönetilebileceğinin, nasıl engellenebileceğinin bir vurgusu sanatsal bir kurgu içinde başarıyla veriliyor. Samet karakteri ise eril bir ilişki içinde çizilmiş. On üç yaşındaki kız öğrencisi Sevim’i diğerlerinden ayırıyor, ona -kırsalda sevgiliye verilen hediye olarak sembolik bir anlam kazanmış olduğundan belli ki yönetmenin haberi yok- el makyaj aynası hediye ediyor, odasında sohbet ediyor, saçına dokunuyor, elini omzuna atıyor. Bütün bunların, aralarında eğitim emeğine, özveriye dayalı gelişen bir dostluk ilişkisinden ortaya çıktığına dair en küçük bir belirti yok, aksine Samet öğrencisinin kendisine yazdığını düşündüğü aşk mektubundan belirli bir haz duyuyor, çocuk bunun doğruluğunu ısrarla söylemediği halde o ısrarla kabul ettirmeye çalışıyor. Asıl olarak yönetmen şunu yapıyor. Hastalıklı olarak çizdiği karakteri etik bir sorgulamaya, yüzleşmeye tabi tutmadan filmin sonundaki felsefi tekerlemelerle temize çekiyor. Kendi kendime bunu neden böyle yaptığını düşündüm. Örneğin gerçek anlamda bir antitez olarak emekten, dayanışmadan yana tutumlar eylemler sergileyen Kenan veya Nuray’ı neden Samet’in karşısına gerçek bir etik sorgulama için çıkarmayıp yenik, çıkışsız bir patolojik karaktere, her şeye hakkı olduğuna, yaşadığı duyguların hakikiliğine dair felsefi bir kılıf geçirmek istemişti?
Etik ve bütünlükçü anlatı boyutları postmodernist sanatçıların uzak durmak istedikleri alanlardır, gerçeğin kavranışında nesnel tutumla kurgulanan, gösterilen bir anlam yapısından hoşlanmazlar. İnsan toplumunun karşısına anlamsızlık boyutuyla çıkamayacakları için çarpıklıklardan anlam yaratma uğraşına girişirler. Filmin sonunda kız çocuğuna duyulan “patolojik” ilginin eleştiri yerine yüceltilmesi böyle bir uğraşa denk düşüyor.
NBC yarattığı ana karakterden dolayı hiç kaygıya düşmemiş değil. Ne ki Nuray öğretmenin evinde, Samet’in küçük burjuva bireyciliğine yönelttiği sert eleştiriyle başlayan hararetli tartışma Samet karakterini yıkmak(yadsımak) yerine palazlandırıyor. Bireycilik, mücadele, kurtuluş, örgütlenme, adanma gibi politik kavramlar söylemler havada uçuşuyor. Görünüşte ikisi de söylüyor söyleyeceğini, ikisi de eşit sözle çarpışıyor. Bildik burjuva liberal söyleme dair ne varsa kusuyor Samet; bireysel özgürlüğün değerinden, bir inanca adanmanın anlamsızlığından, örgüt mantığının sürü anlayışından farksız olduğundan mütevellit afili cümleler… “Örgüt güdüsündeki kör ahlaka sahip insanların hak edilmemiş ayarsız özgüvenlerine sinir olmak” şeklinde haykırılan alaycı bir repliğin politik bir yanı olabilir mi? Karşısına kimi koyuyor peki yönetmenimiz/senaristimiz? Devrimci Marksizm’den bihaber, proletaryanın öncü tarihsel rolünden bihaber, kurtuluşu öncü örgüt meselesine indirgeyen yeri geldiğinde IŞİD’çi bir katliamı da anlayabileceğini söyleyen bir küçük burjuva ‘solcu’sunu… Samet’in ‘insanın bütün ihtiyaçları karşılanınca her şey hallolacak mı’ gibi beylik ütopik sorusuna dahi esaslı bir cevap veremiyor, temel meselenin açlık yoksulluk şiddet ve savaşları sürekli kılan sınıfsal sömürü düzeni olduğunu söyleyemiyor örgüt üyesi Nuray öğretmen. Tartışmadan geriye Samet’in sarf ettiği “Sürünün peşinden giden durmadan göt görür.” sözünden ve ayağını Ankara patlaması sonunda kaybetmiş örgütçü Nuray öğretmenin, Samet’in “Peki sen toplum için ne yapıyorsun?” sorusuna “Malulen emekli olmuş bir umut yorgunuyum.” açıklamasından başka bir şey kalmıyor.
Böyle can alıcı bir meseleyi anlatmaya kalkıyorsan hakkıyla, hakikatiyle, doğruluğuyla vereceksin; durumu devrimcilere sabah akşam küfreden on iki eylül romanlarına, filmlerine çevirmeyeceksin. Elbet bunu söylerken ileriye yönelik durumun düzelmeyeceğini biliyorum. Burjuva ideolojisinin etkisinden kurtulamamış, sınıf bilincini anlamamış NBC’den başka türlüsünü beklemek zor; yaşamı bağlamından koparıp çarpıtan bakış açısını, küçük burjuva siyasal görüşlerini, karakterler üzerinden akıllıca seyirciye geçirmeye devam edecek kuşkusuz. Eleştirel düşünen entelektüeller kültürel alanda artmadığı, cüret ortaya koymadığı sürece toplumdaki bu tapınmacılık, körlük de sürecek.
Bir de filmde dikkatimi çeken bir başka konu her hararetli kadın erkek tartışmasının ardından gelen klişe yatak sahnesinin yinelenmesi oldu. Örgütlü, inançlı, ilkeli bir sosyalistin, görüşleriyle taban tabana zıt bir adamla, üstelik asıl ilgi duyduğu ortak arkadaşları Kenan’la aralarındaki özel bağı kıskanması yüzünden o gün kendisine düzen kurmuş bir adamla sevişmeyi kabul etmesi, sonra bu mantık dışılığın ampute bacağa sahip bir kadının eksik bedeni üzerinden özgüven ihtiyacı gibi bir gerekçeyle özgürlükçü bir havaya büründürülmesinin de hayli zorlama olduğunu düşünüyorum.
Yatak sahnesi başlamadan önce Samet tuvalet ararken açtığı kapıdan bir anda film setine dalıyor. Film çekme cihazlarının ve çalışanlarının olduğu büyük kalabalık salonlardan geçiyor ve bir tuvalete girerek ne olduğunu bilmediğimiz ilacı içiyor ve film sahnesine yeniden bağlanıyor. Bazı okumuşlarımız tarafından Brecht tarzı yadırgatma sahnesine benzetilen bölümün nedenini ve gerekliliğini şahsen ben anlayamadım. Seyirciyi, tuhaflığı dışında herhangi bir düşünceye, sorgulamaya sevk etmiyor. Ben olsam az önceki hararetli politik tartışma sırasında Nuray öğretmene sınıfsal sömürüden bahsettirip ondan sonra Samet’i o kapıdan çıkarır, sette gece gündüz üç otuz paraya çalışan, büyük ihtimal azara, aşağılanmaya uğrayan işçilerin yüzündeki bitkinliğin, yabancılaşmanın, emek sömürüsünün izlerini gösterirdim. Çünkü Brechtçi bir yadırgatma iş olsun diye değil toplumsal sorgulamayı sanat yoluyla daha sarsıcı hale getirmek için yapılır.
Maşallah filmde eklektik sahneler kurarak kadın özgürlüğünden eğitimdeki otoriter tahakkümcü yapıya, Kürt sorunundan Aleviliğe, insan merkezciliğe kadar da her konuya el atmış yönetmenimiz. Bunlara bakarak Filmin NBC sinemasında politik bir zirve olduğunu düşünenler var. Bana göre bir filmin politik olabilmesi için ele aldığı meseleyi doğru sorunsallaştırması ve sistemle iktidarla esaslı bir kapışma sergilemesi gerek. Politik film izlemek isteyenler Emin Alper’in “Kurak Günler” filmine başvurabilirler. “Kuru Otlar Üstüne” filmi kısa kısa değinilerle girdiği toplumsal-siyasi meselelerde iktidarı, egemen ideolojiyi karşısına almak bir yana çoğu noktada onunla aynı gözlüklerle bakıyor. Dağa çıkmak isteyen Kürt genci üzerinden, ülkenin en derin siyasi gerçeği olan Kürt sorunu, babasının gözaltında kaybedilmesinin yarattığı meşru reflekse sıkıştırılıyor ve bilindik inkarcı ideolojinin bakışına hapsediliyor.
Anti-türcülük meselesi liberal bir bakış açısıyla insan merkezciliğin dar eleştirisine varıyor. Bir sahnede, köyün veterineri bir köylü için “İki ineğini ayağa kaldırdım, geldi köpeğimi vurdu.” diye şikayet ediyor. Samet’in “Neden?” sorusuna verdiği “İnsan olduğu için.” cevabı sisteme ilişmeden insanı toptan olumsuzlayan sosyal medya nihilizmi seviyesinde.
Alevilik, resmi söylemin yapmak istediği gibi İslam’a ait bir mezhepsel boyuta indirgeniyor. Gerçek aydın/sanatçı olma tavrı, oyuncu repliğinde mezhep sözcüğünü geçirmeden, duvardaki Hz. Ali resmiyle ikonik bir kısırlığa düşmeden önce Aleviliğin din dışı gerçek tarihini ve özünü araştırma sorumluluğu yüklüyor.
Yukarıda değindiğim Samet ve Nuray arasındaki tartışmada ise film burjuva ideolojisini baskın şekilde üreterek gerici, kurulu düzen yanlısı bir siyasi mesaj iletiyor. Buradan yola çıkarak illaki bir zirveden bahsedeceksek NBC’nin sistemle uzlaşmasının zirvesinden bahsedebiliriz. Evet, neden olmasın ki.
Gerçeği yazmışsınız cüretli bir sanatçısınız.