Politik geçmişi nedeniyle toplumculuktan hiç vazgeçmeyen (…) gerçeküstücülükten beslenen, yabancı dilin ve müziğin olanaklarını kullanan, Türkçeyi aşkınlaştıran, derinlikli bir şiir yapısı bulunan Haldun yazdı belki ama, ‘açlık rakı hüzün romatizma, merhaba’’ dedi ve aşkın ve rakının sularına karıştı.
‘tanrısız ve sanrısız yaşıyorum’
Haldun Çağlayan
Haldun, ‘moruk’ sözcüğünü çok severdi. Bana da moruk demişliği çoktur ancak başlığa aldığım dizedeki moruk sözcüğü Ahmet Erhan’a hitaptır: “… yeniden okuyorum ahmet erhan’ı, aşkla / pası siliniyor yüreğimin, içleniyorum / bir sokakta otursak haykıracağım; yalnız değiliz be moruk, yalnız değiliz! / daha yüreğimiz var, ellerimiz…” (1)
1962’de Sivas’ta doğmuş, Elazığ, Ağrı ve Ankara’da büyümüş, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1987’de bitirmiş Haldun. Uzun süre Sivas ve Antalya’da hekimlik yap(mış)tı. Yayımlanmış iki kitabı var: caz ve çocuk (Akdeniz Sanat – 1991), Ölü Doğmuş Şiirler (Akdeniz Yayıncılık – 1997) Şiir, öykü ve denemeleri pek çok sanat ve edebiyat dergisinde yayımlandı. Türk Tabipler Birliği – Kültür Sanat Kolu adına Çınar adlı şiir dergisini çıkardı. 29 Temmuz 2015’te de Antalya’da hayatını kaybetti: “Biliyordunuz hepiniz öleceğimi / ne var ki şimdi bunda şaşacak? / Kan ter içinde taşıdınız, teşekkür ederim, / Çınaraltı dulda, akasya zarif, / teşekkür ederim / Taptaze, nemli, serin, çok da güzel kokuyor / indirdiğiniz toprak / beni görünce sevindi azizim, canım, güzelim” (2)
Haldun, Bahçe’nin 1998 – Ocak sayısında kendisiyle yapılan söyleşideki sorulara verdiği yanıtlarda sanat anlayışını anlatır. Şöyle der: “… Sanatın, felsefenin ve politikanın amacı da kol emeği harcayan insanların sanatsal yaratıya ayırabilecek vakitleri olması değil midir? Ayrıca Marks’ın Yansıma Kuramı şöyle der: İnsan, maddi dünyayı soyutlama yoluyla beyninde yeniden üretir ve ardından yapıtı (ya da ürünü) aracılığıyla bu soyutluğu maddeleşmiş olarak dışa vurur./…/ Ölmekte olan, hayata döndürmeye çalıştığım bir insanın yüzüne terimin damlamasında şiir olan bir şey var. Hayatın her alanında şiir var. //…// … Bir de şu var, Şükrü Erbaş’ın dile getirdiği bir ikilemi var şairin: Kendim için yazıyorsam, neden yayımlatıyorum? Başkaları için yazıyorsan neden hep kendimi anlatıyorum, diyor. Her şair önünde sonunda kendini anlatır, ama evrenselleştirerek ama düpedüz… Sonuçta bizler de nasıl ki film kahramanlarıyla kendimizi özdeşleştiriyorsak şairin imgeleminde, duygularında, düşüncelerinde kendimizkilere benzeyenleri bulup seviyoruz herhalde. O buluşma noktasını şairin nereden yazdığı sorusunun yanıtı kadar okurun nerede durduğu, şiiri nerede, neresiyle nasıl karşıladığı sorularının yanıtı da belirliyor.” (3)
Söyleşinin devamında, hangi şairlerle buluştuğu sorusuna şu yanıtı verir: “Tabii ki ritmiyle, sesleriyle, diliyle, tek bir imgesiyle beni yakalayan herhangi bir şiirin şairiyle o an buluşmuşsunuzdur. Ama buluşmayı süreklileştirdiğimiz şairleri sayabilirim: Ece Ayhan, İlhan Berk, Enis Batur, Haydar Ergülen, Akgün Akova, Sunay Akın, Sina Akyol, Hakkı Engin Giderer ve artık yazmasalar da Edip Cansever, Turgut Uyar, Mehmet Müfit, İzzet Yasar. Yurtdışından Rilke, Seferis, Kazancakis, Vozneneski. Ve tabii Nazım.” (4)

Haldun müzisyendir. 1980’lerin ikinci yarısında Ankara’da kurulan Mayıs Müzik Topluluğunun gitaristi ve solistlerinden biridir. Şiirlerinden Şimdi Deniz Kıyısında, Şimdi Tüm Kıyılarda ve Varoluşma bu topluluk tarafından bestelenmiştir. Haldun’un müzisyen kimliği tüm şiirlerine ses olduğu gibi ilk şiir kitabına ad olmuş ve bir bütün olarak şiir kitabına ona has bir renk katmıştır. Kitabın adı “Caz ve Çocuk”tur. Kitabının birinci bölümünün adı “Çocuk”tur. Haldun’un kendisi de çocuktur: “denizden dönüyorum, hepsi denize inen sokaklardan / gün solgunu perdeler, hüsnüyusuflar, çılgın hanımelleri / tek başına çocuğuyum kasabanın, meczubu / kurutulmuş çiçeklerden topluyorum dağlardan / kalın kitaplar okuyorum, içim çiçekleniyor / mektuplar yolluyorum, bin ağızlı bir ahtapot, bütün / kollarım bitkin / rüzgârla uçup gidiyor aklım /…/ lodosçusu kasabanın, kasabın çırağıyım / denizoğluyum / her taşın altında örümceğim var benim / bütün kitapları okudum yüzde on sekiz / bir bahçede oturdum, gölgesinde çınarın, kumsalın berisinde / komşunun karısına âşık oldum gizlice / silah sıktım denize, battı karabataklar / bir söğüdün suya değiyordu elleri…” (5)
Âşık olduğu kadının kocası, dövmüş müdür Haldun’u bilinmez ama Haldun bu, iflah olur mu? : “… sen hiç zamanın sesini suydun mu çocuk / hiç yokladı mı şeytan tenini / ama sana herkesin bildiği şeylerden değil / bildik bir şehirden söz edecektim… /… / sen hiç allah’ı gördün mü çocuk / hiç çizdin mi güneşi resim defterine / ama sana herkesin görebildiklerinden değil / körlerin gördüklerinden söz edecektim…” ( 6)
“bu böyle olacaktır, içelim baylar bayanlar / kapatalım kapıları, satın alalım / kitaplar okuyormuş gibi yapalım / müzikler dinliyormuş gibi kendimizden geçelim / şairlere boş verelim, yazıp yazıp ölsünler…” der ve biz şairlerin hâli pür melalini anlatır. ( 7)
Uzun süre doktorluk, sağlık kurumlarında yöneticilik ve tabip asteğmen olarak 1992’de Şırnak’ta askerlik yaptı. ‘Devlet’i ve ‘tabiat’ı yeterince tanımaktadır: “adam karşıtlarının karşısında durdu / yüreğini aldı avuçlarına gördük // kadın ne büyüktü adamlar için / devlet ne sarsılmazdı, cinayetti / kendi bedenlerinden iğrenen adamların / kanadıkça kendinden nefret eden devleti //adam diz çöküp secdeye vardı / benim için çoğalınız buyurmuşlardı / çoğaldıkça okullar da çoğalacaktı / tarih felsefe ve seçim sandıkları / aydınlatacaktı bütün karanlıkları // adam sonra sirozdan ölecekti / kadın rahim kanserinden / çocuklar serpintiden / devlet var olacaktı // yok olacaktım” (8)
Şırnak’ı da tanımıştır, yakılan köylere tanık olmuştur, bu şiir 1992’de Şırnak’ta yazılmıştır: “bana neydi ırak’tan botan’dan türkiye’den / sokuna’da bir garip meşe ağacıydım ben / silah çatardı gölgemde sert adamlar / gövdem gibi kabuk kabuk, çizgi çizgi / ve yanıktı yüzleri //… // bana neydi suriye’den iran’dan filistin’den / sokuna’da bir garip meşe ağacıydım ben / kurşun aktı saçlarıma, yandım kavruldum / fidan filân doğmayacak küllerimden” (9)
“Caz ve Çocuk”un ikinci bölümünün adı Caz’dır. Bu bölümdeki şiirlere Haldun’un müzisyen kimliği birebir yansımıştır. GODOT, REMİL, MİLİTAN, FANTAZYA, SOLO, LAZARUS, SİMURG bu bölümün şiirleridir. Şiir adlarında notaları kullandığını bilmem söylememe gerek var mı? Bence yok; ancak SOLO ve MİLİTAN’dan birer bölüm almasam hem Haldun hem Mahir hem Che… kırılır: “dünyanın tüm acılarını yükledi kör atının terkisine / ve bir an tan ölümüne yayan yürüdü / ateşi ilk bulandı, ilk o yandı ateşiyle bataklığın ve buzun / küllerinden doğandı; mahir, mansur ve mesih / ve che’ydi ve bedrettin’di fuçik’ti // ilk varan tanrı katına, solgun yüzü destanların / altın postun peşinde bir çılgın çocuk” (10)
“ uzun bir şarkıya başlıyorum, defolun / yalnız içimde yankılanacak sesim / kör alfabesiyle yazacağım şarkımı / yalnız sağırlar duyacak, dilsizler söyleyecek / şarkımla topallar dans etsin istiyorum / ve çocuklar tutsun ellerimi yalnızca” (11)
Kitabın diğer bölümleri MECAZ, S’ONUNCU KİTAP’tır. Yazının akışına göre bu bölümdeki şiirlere yukarıda değindim. S’ONUNCU KİTAP bölümündeki ‘ NAGANT’ şiirinden kısa bir alıntıyla bu kitaba ilişkin sözlerimi noktalayacağım: “… şiir ulan ey / ayağında salla beni ninni / düşler masallar anlat bana sevgilim //… // hep bir eksilerek yazdım neden / var oluşum uçup gitmesin diye / ağlamak için çıldırmamak / gidiyorum, büyüdüm, / Ben bet sesli bülbülüm / gül susarken öten bülbül / gün doğarken susan o / şehirler, hoşçakallar / ah zamanım teşekkürler taşaklar //…// veda anne, selam baba / selamlar kadınlar kardeşler taşlar / ne güzeldi yüzleriniz, bu ne güzel desen kilim! / ve elveda çığlığım, sesim: sevgilim” (12)

Haldun’un ikinci kitabı “Ölü Doğmuş Şiirler” 1997’de Akdeniz Yayıncılık’tan yayımlandı. Haldun kitabın arka kapak yazısında: “‘Ölü Doğmuş Şiirler’ dedim adına. Oysa kürtajdan son anda kurtulmuş bebe gibiydiler. Doğmuş ve yaşamışlardı. Bana ölen bebelerle yakılan şiirleri hatırlatmasalardı, ölüm oruçlarında insanların birer birer ölebildiği bir ülkede yazılmış ve yazılacak tüm şiirlerin ölü doğmuş olduğunu / olacağını düşünmeseydim keşke.” (13)
Bu arka kapak yazısı kitaptaki şiirler hakkında ipucu verir kuşkusuz. Bu kitaptaki şiirler seksenlerde ve doksanların başında yazılmış, Sivas’ta cezaevi hekimiyken burada ciltlenmiş, rafta demlenmeye bırakılmış, günü gelince yayımlanmıştır. Şiirler, Sivas, Ankara, Antalya, Gelibolu, Şırnak… gibi kentlerde / ilçelerde yazılmıştır. Şiirler, yetmişlerden seksenlere devredilen toplumcu çizgiden el alsa da Türkçenin sınırsız olanakları kullanmasından, İkinci Yeni şiir anlayışını içselleştirmesinden; Haldun’un yabancı dil bilgisi ile müzik bilgisinden… beslenir.
Şırnak’ta 1992’de yazdığı C’ESARET şiirinde şunları söyler: “fark eder mi kime esir düştüğün? // sırtında taşıdığın şair gömleği / daha yıldızlı bütün / üniformalardan // cesaret! gözlerine bak cesetlerin / onlar bu dünyadandılar / sen değilsin” (14)
Hep çocuktu Haldun: “bir iple asılı boynuna silgisi / abisi açıyor kalemlerini jiletle / ilk ders beden, teneffüs, sonra hayat bilgisi / akşamları duraklarda jetonla, biletle / ev ödevim yolda düştü gelirken ö’r’tmenim” ( 15)
Ömrünü şiire adamıştır:”şiir, tek tanığı düpedüz hayatımın / onun için nenlerimi yitirdim / ondan hep yakın ölüm, hem çok uzakta // şiir düpedüz tanığı tek hayatımın / yitirdiysem nenlerimi, kimselerimi” (16)
Ömrünü şiirle harmanlamıştır Haldun: “şiir yaşamı reddeder, iyi günler burjuvazi / aynalar görüntümü vermesin artık // gece, bütün bir ömrü bağrına gizleyebilen sır ağır, / karanlık / kapılarını kapatsın üstüme bir bir // iyi günler burjuvazi, merhaba şiir // açlık rakı hüzün romatizma, merhaba” (17)
Eklektik olacak biliyorum; ama Haldun’un çok sevdiği Mehmet Müfit’ten birkaç dize alarak devam edelim: “… dört işlemim taarruzundayız sanki… / altında kalabiliriz çoğu yükün; / bazen gıkımız bile çıkmaz / koyun oluruz, uyuruz öylece… / bazen de küfür kâfir, deli dolu / bağırır, çağırır tıkılırız içeri… / tekme tokat yok olsak da sonunda… / velhasıl harcanmıştır çoğumuz; / kaybedenlerin yanında… / saçma sapan gelecek ama / birleştiğimiz bir nokta var hepimizin… / bunların nedeni, evet nedeni / amerikadır aslında / amerika!… / amerika!…” (18)
Hep yazdı Haldun, dergilerde yayımlattı, kitaplarını yayımlatmakta sorun yaşadı. Ölü Doğmuş Şiirler kitabında, özgeçmişi anlatılırken: “… Şehirler ve Duvarda adlı yapıtları yayına hazır halde. Lara’ya Mektuplar, Çöl Vaazları ve Aedificium tezgâhta, geliyor. Başka Şehirler, Çınarlar ve Toplum Dili için Özleştirme Denemesi ise tasarı halinde.” dense de bunların hiçbiri gerçekleşmedi.
Politik geçmişi nedeniyle toplumculuktan hiç vazgeçmeyen, Toplumculukla İkinci Yeni’yi sentezleyen, gerçeküstücülükten beslenen, yabancı dilin ve müziğin olanaklarını kullanan, Türkçeyi aşkınlaştıran, derinlikli bir şiir yapısı bulunan Haldun yazdı belki ama, ‘açlık rakı hüzün romatizma, merhaba’’ dedi ve aşkın ve rakının sularına karıştı. Son karşılaşmamızda: “Haldun, neden şiir yayımlatmıyorsun?” soruma, “Neden yazayım ki biz yazıyoruz, yazıyoruz, Amerika bir bombalıyor, yazdığımız her şeyi silip süpürüyor.” dedi. Sustum, kaldım. Bari sağlığına dikkat et, dedim. Boş ver, ben bir ömre beş ömür sığdırdım, siz kendinize bakın, dedi, kısa süre sonra da “Taptaze, nemli, serin, çok da güzel kokuyor / indirdiğiniz toprak” dediği gömüte şiirlerle uğurladık.
Kıbrıs şiirine – Fikret Demirağ’a / Faize Özdemirciler’e – çalışırken, Kıbrıs’ın savaşlarla, kıyımlarla, yokluklarla, acılarla… örülü tarihinden ötürü nice yetenekli, genç şairin yitip gittiğini, hayatın içinde kaybolduğunu Kıbrıslı bir kaynakta okumuştum. Hangi kaynakta okuduğumu anımsamıyorum şimdi, yazarı bağışlasın beni. Kıbrıs gibi bu ülkede de Haldun gibi güzel şairlerin neden yaşarken yazmamayı, yazıdan / şiirden uzaklaşmayı; alkolü, intiharı, ölümü… seçtiklerinin yanıtını bulmak boynumuzun borcu değil mi? Elbette, bunlarla kavga etmek de…
Yazı bitti; ancak bu şiiri almasam hem Haldun hem babası hem de sonsuzluktaki tüm babalar üzülür: “baba bağışla beni // akşam oldu kör oldum, çözüldü ellerimiz / sesim kısıldı baba, katıldım kaldım / sana seni sevdiğimi söylemiş miydim? / bağışla beni baba, ölmezsin sandım //… // ölmedin biliyorum, bir oyun oynuyoruz / elma desem çıkacaksın masallar anlatarak / okşayarak saçlarımı, baba şarkılar / söyleyelim al udunu, bağışla beni” (19)
Dipnotlar:
- Yaşama Nedeni Biliniyor, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- Kitaplarına girmemiş 12.08.2014 tarihli bir şiiri ( şiir için Şair Şerif Erginbay’a teşekkürlerle)
- Bahçe Kültür – Sanat ve Edebiyat Dergisi, sayı: 9, Ocak – 1998 Antalya
- Bahçe Kültür – Sanat ve Edebiyat Dergisi, sayı: 9, Ocak – 1998 Antalya
- Denize Giden Çocuk, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- Şehir, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- Dördüncü Kitap, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- Kurumlar, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- Sokuna’da Bir Meşe Ağacının Son Sözleridir, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- MİLİTAN, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- SOLO, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- Nagant, caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
- , Ölü Doğmuş Şiirler’in arka kapak yazısından bir bölüm
- C’esaret, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- 3-A’dan Tembel Teneke, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- Şiir İçin Şair, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- Şiir, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- Şiir, Ölü Doğmuş Şiirler – Akdeniz Yayıncılık, 1997 / Antalya
- akıllı aşk, aptal aşk ve Amerika, Mehmet Müfit Yapı Kredi Yayınları Ocak – 2018 İstanbul
- Yitik Bir Babanın Peşinden caz ve çocuk Akdeniz Sanat, 1991 Antalya
Nusret GÜNGÖR