Nasıl ki güneş, doğanın tüm canlarına dermansa, Orta Asya’dan Balkanlara kadar uzanan Sarı Kız inancı ve bu inancın hatırasını taşıyan ziyaret yerleri de insanlara hala umut ışığı.
Emanetçi olduğunu unutup mirasyedi pervasızlığıyla dünyayı sömürenler için Sarı Kız, batıl inanç ya da hurafedir. Oysa Türkiye genelinde adına en çok türbe, yatır, tekke olan eren Sarı Kız’dır. Kolektif bilinçaltımızın derinlerindeki huşuyla, türbelerine kazma vurmaktan birazcık korkmasak, ziyaret yerlerini en çok yerle bir edeceğimiz eren de Sarı Kız’dır. Can kavramıyla kadını erkeği eşitleme amacı güden Alevi-Bektaşi- Kızılbaş inançlarında da kadından evliya mı olur diyen muhafazakâr inançlarda da en çok görmezden gelinen eren de Sarı Kız’dır. Ataerkil şemsiye altında, güneş misali ışığından ve rahmet misali yerin derinliklerine kadar sızacak yağmurundan korkulan da Sarı Kız’dır. Yeri ve göğü birbirinden ayıran ve kadınla bir gördüğü yeri, göklerden yönetmeye çalışan âdemoğlu düzenlerinin bilinçaltlarındaki korkunun adıdır Sarı Kız. Öyle ya Sarı Kız, geçmiş-şimdi-gelecek devir daimini ve kök-gök birliğini anımsatır bize.
Sarı Kız deyince aklımıza hemen Kaz Dağları’nda hem Tahtacı Alevilerin hem de Yörüklerin ulu anası Sarı Kız gelir. Ne ki en bilinen ama en çokta güçten düşürülen erendir Kaz Dağları’nın Sarı Kız’ı. Öyle ya ataerkil düzenlerin muktedirleri bilirler ki bir topluluğun kutsalını yola getirirseniz, geridekileri yönetmek daha kolaydır. İşte bu yüzden kadının zihnini ve bedenini olduğu gibi, doğayı da fethetmeyi ve sömürmeyi kendine hak görenlerin yönettiği bu düzende, Sarı Kız, dağları ve dağlarındaki canları altın uğruna talan edilen bir yaralı anadır şimdilerde. Hiyerarşik düzenlerin tepesindekiler tüm açgözlülükleriyle Sarı Kızı da gelecekteki torunlarını da ve hatta kendi geleceklerini de unutarak delik deşik ederler Sarı Kız’ın dağlarını. Âdemoğlu düzeninin tepesindekiler için Sarı Kız, aynı zamanda ulu anaların bir temsili olarak alt edilmesi de gerekendir. Eski ulu ana dönemlerinin çalımıyla sıradan kadınlara güç vermemelidir. Ona biçilen yeni rollere göre kadınlara ne yapıp ne yapmamaları gerektiğine dair dersler vermelidir Sarı Kız. Kaz Dağları’nın yeni Sarı Kız mitleri üzerinden denilenler odur ki vakti geldiği halde evlenmek istemeyen, toplumun ve babasının iradesine karşı gelen itaatsiz bir genç kız, tez elden uslandırılmalıdır. Akıllanmıyorsa, törelerin dediği gibi öldürülmelidir. Bu kız yoldan çıkmıştır ve belki de kirlenmiştir. Babası namusunu temizlemelidir. Katli vacip Sarı Kız, üzerine fırlatılan yumurtalarla babası tarafından Kaz Dağı’nın tepesine çıkarılır sonunda. Ne var ki baba kıyamaz kızına ve onu Doğa Ana’ya emanet eder. Ben kızımı bu toplumdan ve iftiralarından koruyamadım, sen mukayyet ol dercesine. Sonunda toplum da baba da vicdanlarına söz geçiremediklerinden, Sar Kız’ın, Kaz Dağları’nın tepesinde sır olduğuna inanmaya başlarlar. Sarı Kız artık dağda darda kalanlara Hızır gibi yetişen bir eren olmuştur.
Bolu Mengen’deki Sarı Kız hikayesinde de âdemoğlu düzenin mirasyedilerinin benzer parmak sallamaları ve vicdan temizliği vardır. Hikâye odur ki kıtlık günleridir. Sarı Kız sabahın kör karanlığında kalkıp, anasına ama illa da babasına bir şey söylemeden dışarı gidermiş. Elinde süt kovalarıyla geri dönermiş. Getirdiği bu sütleri de ihtiyacı olanlara dağıtırmış. Ama babasından gizli gizli gitmek de neymiş. Hem o zifiri karanlıkta nereye gidermiş ki? Baba tez elden uyarılmış ki o da tüfeğini kaptığı gibi kızının peşinden Erenler Doruğu denilen yere doğru yola koyulmuş. (Belli ki bu hikayeler de tüfek icat edildikten sonra icat edilmiş). Bir de ne görsün kızı bir geyiği sağmaya başlamış. Geyik babayı arkada görünce ürküp kovadaki sütü dökmüş. Kimilerine göre baba kızını öldürmüş, kimilerine göre de görmeden ettiği kargışla Sarı Kız babasını öldürmüş. Ama yine insanlar vicdan azaplarına yenik düşmüş ve onu yine bir eren ilan etmişler. Sarıkızlı köyünde bir pınarın başındaki türbesinde kabrinin yanındaki geyik boynuzları ve dua kitapları eşliğinde ziyaretine gelenlere şifa dağıtırmış Sarı Kız. Son zamanlarda ise artık burası batıl bir yer olarak görüldüğü için pek ziyaretçisi de yokmuş. Görünen o ki erenlerin doruklarında Abdal Musa’yı, Geyikli Baba’yı, Munzur Baba’yı geyiklerle, dağ keçileriyle birlikte anmışız da Sarı Kız’ı pek yakıştırmamışız onlara. Töre cinayetlerinde kolunu kanadını kırmışız.
Kırıkkale Sulakyurt Sarıkızlı Köyü’ndeki Sarı Kız ise eski görkemli günlerindeki kutsallığından en çok izler taşıyan ziyarettir her ne kadar buradaki görüşmelerimden birinde seksen yaşının üzerindeki bir teyze ısrarla Sarı Kız derken, oğlu onu Sarı Dede diye anlatmaya çalışsa da. Belli ki bir tarafıyla Alevi bir tarafıyla Sünni köyü bütün görüş ve inanç aykırılıklarına rağmen özellikle yağmur dualarında veya şifa dileklerinde bir araya getiren bir ulu erenin, kadın olması biraz kuşkulu bulunuyordu. Canlı tanık olduğum bu ikilik beni sarı ön adıyla başlayan bütün ziyaretlerin adına temkinli yaklaşmamı söylüyordu. Kadın adıyla başlayan eren ermiş ziyaretlerinin bir görünmez kılınma yöntemi de erkek erenlerin adlarının ya da makamlarının buralara eklenmesiydi.
Neyse ki Sulakyurt’taki Sarı Kız inancı üzerinden henüz genç kadınlara parmak sallanmıyordu. Sarıkızlı Köyü’nün aşıklarından Mustafa Sayılır’ın türbe içinde yer alan dizelerinden ise Sarı Kız doğrudan kutsallarla beraber anılıyordu: Taa Horasan/Hoydan gelmiştir boyu /Erenler elinden nasibin alan/Fatma Ana’nın nuru Sarı Kız / Kudret çeşmesinde çağlayan dolan[1]Köydeki söylencelerde ise Sarı Kız Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendiriyordu. Kıtlık zamanlarında Hacıbektaş tarafında gelen çaresiz bir göçer baba, kız çocuğunu buralarda Doğa Ana’nın koynuna bırakıp gitmiş. Sonra yıllar sonra geri gelip kızının bir genç kız olarak görünce, kızı babasından ona bir türbe yaptırmasını istemiş ve orada da sır olmuş. Sarı Kız ile ilgili söylencelerde Sarı Kız’ın Yemen savaşında köyden yaralı bir askere ayran ve şifa verdiğine dair anlatılar da dinleyecektim. Buradaki Sarı Kız anlatıları, ana Tanrıça mitlerindeki ulu anaların Doğa Ana misali birleştiren, kaynaştıran, besleyen, büyüten ve yaşatan yönüne işaret ediyordu. Sarı Kız Türbesi’ndeki bilgilendirmede Sarı Kız’ın, Türkiye’nin farklı bölgelerini birbirine bağlayan bir ağın adı olduğu da söyleniyordu. Öyle ya Sarı Kız’ın üç kız kardeşi olduğu, birinin Kaz Dağları’nda, birinin Malatya Hekimhan Sarıkızlı köyünde yer aldığı yazılıyordu, tıpkı Adana Ceyhan Kızıldere köyündeki Sarı Kız’ın Kaz Dağları’ndaki Sarı Kız’ı işaret etmesi gibi.
Sarı Kız ziyaretleri de birbirleriyle ilişkisi de bitmek bilmiyordu belli ki. Nasıl ki güneş, doğanın tüm canlarına dermansa, Orta Asya’dan Balkanlara kadar uzanan Sarı Kız inancı ve bu inancın hatırasını taşıyan ziyaret yerleri de insanlara hala umut ışığı. Sarı Kız belleğinin sembolü ziyaret yerleri ya da ondan iz kelimelerle her an karşımızda. Bizi besleyen doyuran bereket sembolü ineklere neden çoğunlukla Sarı Kız diyoruz örneğin? Varto depreminde Erzurum Aşkale Sarı Baba köyündeki Sarı Gelin evliyasının dışarıda yatan çocukların üstünü örttüğüne neden inanılıyordu acaba? Ya da Ankara Gölbaşı’ndaki bir Sarı Kız mezarından alınan toprağın ıslatılıp tam güneş doğarken yaralara sürüldüğünde merhem olması inancı nedendi? Hakikat bir ama bin bir adı var dercesine Adıyaman Bulam’daki Zerban Ziyareti’nde Sarı Kız’ın hatırasını aramak çok mu uçuk yoksa? Sarı ya da altın anlamına gelen zer kelimesine adına ekleyen Zerban güneşten gelen bir kız mıdır yoksa? Yaşlı bir teyzenin Zerban’ı Kürtçede ha güneş ha Zerban diye tarif etmesi bize güneşin sofrasında hakikatimiz ortak mı diyordu sizce?
Kıymet ERZİNCAN KINA
[1] Âşık Mustafa Sayılır, Sevdalıyım Erenler, Hazırlayan Ozan Sinemi, (Ankara, Ander Yayınları, 2008), s. 46