Sanatta Mit ve Ütopya

Toplumsal gerçekçi sanat, mit ve mitolojiyi yalnızca estetik bir unsur olarak değil, toplumsal sorunları görünür kılınması için ve ayrıca sorgulatan bir araç olarak kullanır. Geleneksel mitolojik hikâyeleri modern bağlamlara taşıyarak sınıf mücadelesi, sömürü, direniş ve dayanışma gibi temaları işler.

Mit ve Mitoloji

Öncelikle iki kavramın farklılığını belirtmekte yarar var.

Mit, toplulukların dünyayı, doğayı, insanları ve evreni anlamlandırmak için yarattığı hikâyelerdir. Genellikle sözlü gelenekle aktarılmıştır.

Mitoloji, mitlerin bir bütünü ve bu mitleri inceleyen bilim dalını ifade eder.

Mitler bir toplumun ya da kültürün bireysel hikâyeleridir, mitoloji ise bu hikâyelerin toplamıdır. Mitolojiler, bir kültürün inançlarını, sınıfsal çatışkıları, ritüellerini ve toplumsal yapısını yansıtan sistemlerdir. Mitlerin kökenini, anlamlarını, sembollerini ve işlevlerini inceler.

Mitler, insanlığın doğayı, evreni ve kendi varoluşunu, yaşamla kavgasını anlamlandırma çabalarının en eski anlatılarıdır. Mezopotamya’dan Çin’e, Yunan’dan Hint mitolojisine kadar her medeniyet, mitolojik hikâyelerinde insan doğasına, topluma ve kozmik düzene dair sorular sormuştur.

Antik Mezopotamya’nın Gılgamış Destanı, insanın ölümsüzlük arayışını ve faniliğini sorgularken; Mısır mitolojisi, düzen (Ma’at) ve ölüm sonrası yaşam üzerinden toplumsal hiyerarşiye ve liderliğe dair alegoriler sunar. Antik çağların ”altın çağ” mitleri bozuk düzene karşı, daha eşitlikçi, adil bir çağ özlemidir. Yunan mitolojisinde Prometheus, bireysel özgürlüğün ve otoriteye başkaldırının simgesi hâline gelirken Sisyphos’un hikâyesi insanın anlam arayışını varoluşsal bir mücadeleye dönüştürür.

Modern sanat ve edebiyat, bu mitleri yalnızca kültürel birer miras olarak değil, aynı zamanda toplumsal eleştirinin araçları olarak da kullanmaktadır. Örneğin, Çin mitolojisinin ejderha figürü, günümüzde hem otoritenin hem de bireyin baskılanmış özgürlüğünün metaforu olarak yeniden yorumlanmaktadır. Hint mitolojisinde Durga ve Kali gibi kadın tanrılar, feminist eleştirilerin odağında yer alırken, Ikarus’un düşüşü, modern dünyanın teknolojik kibrini ve çevresel yıkımını simgeler.

Mitolojiler, insanlığın ortak anlatı hafızasında hem toplumsal eleştirinin hem de sanatsal ifade biçimlerinin birer yansımasıdır. Bugünün ütopyalarını yaratırken, geçmişin mitlerinden ilham almak, insanlığın geçmişten geleceğe uzanan bir yolculuğu olarak değerlendirilebilir.

Dünya Uygarlıklarında Mit’ler

Mezopotamya Mitolojisi

Mezopotamya mitleri, dünyanın ilk medeniyetlerinden biri olan Sümer, Akad, Babil ve Asur gibi kültürlerin inançlarını, değerlerini ve toplumsal yapısını yansıtan zengin bir mitolojik gelenektir. Bu mitler, çoğunlukla kil tabletler üzerine çivi yazısıyla yazılmıştır ve yaratılıştan tanrıların hikâyelerine, kahramanlık destanlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar.

Gılgamış, mitolojik bilinen bir kahramandır. Ölümsüzlük arayışıyla tanınan yarı tanrı bir kraldır. Gılgamış Destanı ise insanlık tarihinin en eski epik hikâyesidir.

Mezopotamya mitolojisindeki Tufan miti, Nuh tufanına benzer bir anlatıdır ki, tarihsel sürece baktığımızda burada kimin kimden etkilenmiş olduğunu görürüz.

Diğer mitolojilerde olduğu gibi evrenin yaratılışını anlatan kozmogonik hikâyeleri vardır. Mezopotamya Mitolojisinde bu tanrılar Enuma Eliş’tir.

Mezopotamya hikâyelerinde de diğer uygarlıklarda olduğu gibi ölüm ve ölümsüzlük temaları işlenmiştir. İnsanın tanrıların hegemonik baskıların karşısındaki gücü ve zayıflığı anlatan temalardır.

Mısır Mitolojisi

Mısır Mitinin özellikleri çok tanrılılık, doğanın döngüselliği, kozmik güçleri ya da toplumsal düzeni temsil eder.

Mısır Mitlerindeki mitolojik tanrılar, hikâyeler, kahramanlar diğer kavim mitleriyle benzeşmektedir.

Antik Mısır’da tanrılar Ra (güneş tanrısı), Osiris (ölüm ve yeniden doğuş tanrısı), İsis (annelik ve sihir tanrıçası), Set (kaos tanrısı) isimleriyle bilinir.

Hikâyeleri yaradılış, savaş ve doğaüstüdür. Mesela; Ra’nın kaos sularından doğarak dünyayı yaratması. Osiris’in öldürülmesi ve İsis’in Osiris’i diriltmesi gibi.

Mitolojisindeki tema; ölümden sonraki yaşam, düzen ve kaosun mücadelesi, aile bağları ve doğa döngüsü üzerindendir.

Hint Mitolojisi

Hint mitolojisi, Vedik geleneklerden, Hinduizm, Budizm ve Jainizm gibi dini sistemlerden beslenir. Özellikle Mahabharata, Ramayana ve Puranalar gibi metinler Hint mitolojisinin temelini oluşturur.

Hint mitleri de diğer uygarlıklarda olduğu gibi Yaradılış Miti’ni öne çıkar.

Mesela Kozmik dev Purusha’nın bedeni, evrenin farklı unsurlarını yaratmak için parçalanmıştır.

Tanrıları Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Şiva (yıkıcı) evrenin döngüsünü yönetir. Hint Mitolojisinde tanrılar ve şeytanlar, kozmik savaşların iki karşıt gücüdür.

Çin Mitolojisi

Çin mitolojisi, Taoizm, Konfüçyüsçülük ve Budizm gibi çeşitli felsefi ve dini etkilerle şekillenmiştir. Ana unsurları arasında yaratılış hikâyeleri, kozmolojik düzen, ölümsüzler ve mitolojik kahramanlar bulunur.

Yaratılış Miti Pangu’nun Kozmik Yumurtası’dır. Evrenin Pangu adında bir dev tarafından yaratıldığına inanılır. Kozmik yumurtayı kırarak gökyüzünü ve yeryüzünü ayırmıştır.

Tanrıça Nuwa da insanları sarı topraktan yoğurduğu anlatılır.

Mitolojik hayvan figürlerinde en çok Ejderhalar ve Kaplanlar kullanılır.

Ejderhalar Çin mitolojisinde bereket, yağmur ve gücü simgeler. Beyaz kaplan ise adaleti ve cesareti temsil eder.

Cennetlerin hükümdarı, göklerin düzeninden sorumludur ve tanrılar arasında hiyerarşik bir düzen sağlar.

Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri Üzerinden Mitolojiler

Mezopotamya Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Mezopotamya’nın mitleri, heykel, kabartma ve mimaride önemli bir yere sahiptir. Zigguratlar gibi yapılar, tanrılara adanmış olsa da siyasi otoritenin yeryüzündeki yansımasını temsil eder. Bu yapılar, tanrıların gücünü yüceltirken, iktidarın toplumu kontrol etme arzusunu da görünür kılar.

Toplumsal eleştiride, Gılgamış destanı, ölümsüzlük arayışı üzerinden insanların faniliğini ve krallığın sınırlı doğasını sorgular. Bu metin yalnızca bir kralın bireysel serüveni değil, aynı zamanda otoriteye, düzenin devamlılığına ve yaşamın anlamına dair eleştirel bir yaklaşımdır. Toplumdaki güç ilişkileri, tanrılar ve insanlar arasındaki hiyerarşilerde yankı bulur. Örneğin, Enlil gibi tanrılar genellikle otoritenin, düzenin ve cezalandırıcı gücün simgesidir. Ancak bu figürlere karşı isyan eden hikâyeler (örneğin, tufan miti), sosyal yapıyı sorgulamanın bir yolu olarak yorumlanabilir.

Mısır Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Mısır mitolojisi, Ma’at (düzen) kavramı üzerine kuruludur. Bu düzen hem kozmik hem de toplumsal dengeyi temsil eder. Ancak bu dengeyi koruma çabası hem sanatta hem de toplumsal eleştiride kendini gösterir.

Piramitler, mezar duvarlarındaki resimler ve hiyeroglifler, ahiret inancını ve Ma’at’ın devamlılığını simgeler. Bununla birlikte, bu eserler aynı zamanda işçilerin emeğini, toplumsal sınıfları ve firavun merkezli hiyerarşiyi de görünür kılar.

Osiris miti, ölüm ve yeniden doğuş temalarıyla toplumsal düzene dair bir alegoridir. Osiris’in öldürülüp yeniden dirilmesi, yalnızca bireysel kurtuluşu değil, aynı zamanda toplumun ahlaki çerçevesini ve liderliğin yeniden yapılandırılmasını simgeler.

Çin Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Ejderhalar, geleneksel olarak bereket, güç ve krallık otoritesini temsil eder. Ancak modern sanat ve edebiyat, ejderhayı baskıcı güçlerin bir metaforu olarak yeniden ele almıştır. Örneğin, Ai Weiwei’nin sanatında ejderha motifi, geleneksel Çin değerlerini sorgulayan bir eleştiri aracıdır.

Çin mitolojisinin Nuwa figürü, nadir kadın kahramanlardan biridir. Ancak, Çin toplumunda geleneksel olarak kadınlar ikinci plana atılmıştır; bu durum, Nuwa’nın hikâyesinde bile hissedilir. Feminist sanatçılar, Nuwa’yı yeniden yorumlayarak onu yaratıcı, kurtarıcı ve eşitlik sembolü olarak öne çıkarmışlardır. Bu yorumlar, kadınların toplumsal rollerini sorgulayan bir eleştiridir.

Ay Tanrıçası Chang’e’nin hikâyesi, güç ve yalnızlık arasındaki ilişkiyi ele alır. Modern edebiyat, bu hikâyeyi bireylerin toplumsal başarıya ulaşırken yalnızlaşmasını ve insani bağlardan kopuşunu sorgulamak için kullanmıştır. Kapitalist sisteme geçen Çin’de artı değer ekonomisinin büyümesi ve insanlığın küçülmesi sürecinde, sınıf mücadelesinden saparak bireylerin başarı uğruna toplumsal ve duygusal bağlarını kaybetmesi, Chang’e’nin gücü ve yalnızlığı üzerinden işlenebilir.

Hint Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Brahma, Vişnu ve Şiva’nın kozmik döngüsü (yaratma, koruma, yıkım), yalnızca evrenin doğasını değil, aynı zamanda insan topluluklarındaki ezen ve ezilen çelişkisini ve çatışkısını da simgeler. Ancak bu üçleme, feminist sanatçılar tarafında patriyarkal bir yapı üzerine kuruludur ve bu durum feminist eleştirinin odağı olmuştur, Durga veya Kali gibi kadın tanrılarını merkeze alarak erkek egemen mitolojik anlatılara meydan okur ve toplumsal cinsiyet eşitliği mesajı verirler.

Mahabharata’daki karma (eylem) ve dharma (ahlaki düzen) kavramları, bireylerin toplumsal adalet için yaptıkları fedakârlıkları ele alır. Ancak bu destandaki bazı hikâyeler, statükoyu destekleyen bir ideoloji olarak da eleştirilebilir. Kast sistemine dayalı yönetim biçimiyle Hindistan halkı çok büyük sömürü ve baskı altındadır. Bugünkü Hindistan’ın mitolojisinde destanlarında bile bu kast yapıya rastlamak mümkündür.  Özellikle Dalit* sanatçıları ve yazarları, bu anlatılardaki kast sistemini eleştiren eserler üretmiştir.

Samudra Manthan mitindeki tanrılar ve şeytanların iş birliği, sınıfsal veya toplumsal çıkar çatışmaları üzerinden yorumlanabilir. Modern anlatılarda bu hikâye, ekonomik kaynakların ve emeğin sömürüsüne yönelik bir eleştiri olarak kullanılmıştır.

Yunan Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Prometheus, tanrılara başkaldırarak insanlara ateşi veren bir figürdür. Mit, otoriteye karşı isyanın ve bireysel özgürlüğün sembolü olarak yeniden yorumlanmıştır. Prometheus’un acıları, sanat tarihinde özgürlük, bireycilik ve otoriteye meydan okumayı temsil eden birçok eserde yer almıştır. Örneğin, Mary Shelley’nin Frankenstein romanı, Prometheus’un modern bir versiyonu olarak görülebilir.

Euripides’in Medea trajedisi, bir annenin ihanete uğramış bir kadın olarak öfkesini ve intikamını işler. Medea’nın hikâyesi, kadının toplumdaki yerini, ihanetin psikolojik etkilerini ve patriyarkal yapıyı eleştirir. Medea, feminist eleştirinin odağı olmuştur.

Sisyphos’un sonsuz bir şekilde kayayı tepeye taşıması ve tekrar aşağı yuvarlanması, yaşamın anlamsızlığına dair bir metafor olarak yorumlanmıştır. Albert Camus’nün Sisyphus Üzerine denemesi, bu miti varoluşsal bir çerçevede ele alır.

Ikarus’un babası Daidalos’un tasarladığı kanatlarla uçup güneşe çok yaklaştığında düşmesi, insan hırsının sınırlarını ve kibrin tehlikelerini simgeler. Sanatsal eleştiri olarak Pieter Bruegel’in Icarus’un Düşüşü tablosunda, sıradan insanların bu trajediyi fark etmeden hayatlarına devam ettiğini göstererek, bireyin trajedisinin toplumsal düzlemde görünmezliğini eleştirir.

Roma Mitolojisinde Sanatsal ve Toplumsal Eleştiri

Romulus ve Remus’un kurtlar tarafından büyütülmesi ve Roma’yı kurmaları, Roma’nın güce dayalı bir toplumsal düzeninin mitolojik başlangıcını simgeler. Romulus’un Remus’u öldürmesi, kardeş katli ve iktidar mücadelesi üzerinden işlenir. Bu anlatı, otoritenin acımasız doğasını ve iktidar için yapılan fedakârlıkları simgeler.

Janus figürü, Roma toplumundaki çelişkili değerler ve bireylerin ahlaki tutarsızlıklarını eleştiren eserlerde sıkça kullanılmıştır. Janus, modern toplumlarda siyaset ve bürokrasinin pragmatizmini sorgulayan bir simge olarak karşımıza çıkar.

Satürn hem bereketin hem de zamanın tüketici doğasının tanrısıdır. Kendi çocuklarını yemesi, insanın kendi yarattığı değerleri tüketmesini simgeler. Francisco Goya’nın Satürn, Oğlunu Yiyor tablosu, bu mitin karanlık ve yıkıcı yanını ele alır. Satürn, kapitalist toplumlarda hız ve verimlilik adına doğanın ve insan emeğinin tüketilmesini eleştiren bir metafor olarak kullanılabilir.

      —

*“Dalit” kelimesi, Hindistan’da “dokunulmaz” anlamına geliyor. Dalitlere, “dokunulmazlar” denilmesinin nedeni, tuvaletlerin (elle) temizlenmesi, ölenlerin gömülme işlemi, hayvanların bakımı gibi diğer kastlarda bulunan Hinduların iğrendiği ve aşağılayıcı bulduğu işlerin yaptırılmasıdır.

Orta Çağ, Aydınlanma ve Modern Dönemde Sanatta Mit

Orta Çağ: Orta Çağ’da sanat, din ve kilise etkisiyle şekillendiği için genellikle yaradılış mitolojilerinin izlerini taşıdı. Pagan geleneklerinin Hristiyanlığa entegrasyon süreci, mitolojiyi hem bir aktarım hem de dönüşüm sürecine soktu. Bu dönemde mitolojik semboller ve hikâyeler, din, toplum ve doğa arasında bir bağ kurdu. Orta Çağ sanatında, mitolojinin izleri genellikle sembolizm aracılığıyla varlık buldu ve pagan sembollerinin Hristiyan ikonografisiyle kaynaşması sağlandı. Bu harmanlama, sonraki Rönesans dönemi için mitolojik temaların yeniden canlanmasına zemin hazırladı.

Orta Çağ katedrallerinde ve heykellerinde, eski mitolojik yaratıkların grotesk figürlere dönüşmesi gibi örnekler görülebilir. Bu figürler, kötü ruhları kovmak veya dini hikâyelere görsel bir bağlam kazandırmak için kullanıldı. Aynı şekilde, Dante’nin İlahi Komedyası gibi eserlerde klasik mitolojiden figürler (Charon, Minos, Cerberus) Hristiyanlıkla birleştirilerek yeni anlatılar üretildi.

Rönesans: Rönesans, Orta Çağ’ın karanlık ve dini temalı sanat anlayışından sıyrılarak, insanı ve doğayı merkeze alan bir yeniden doğuş dönemi oldu. Mitoloji, artık sadece dini bir bağlamda değil, estetik, ahlaki ve entelektüel bir perspektiften ele alındı. İnsan merkezli bir yorumla mitolojik figürlerin yeniden canlandırılması, Botticelli ve Michelangelo gibi sanatçılarda belirginleşti. Örneğin, Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosu, Roma tanrıçası Venüs’ün deniz köpüğünden doğuşunu simgeliyor ve insan bedeninin güzelliğini idealize ediyor. Michelangelo’nun David heykeli ise, İncil’den bir figür olsa da antik Yunan kahramanlık anlayışına dayanan bir idealizmi barındırır ve fiziksel mükemmeliyetin simgesi hâline gelir.

Modernizm: Modern sanat, mit ve mitolojiyi hem ilham kaynağı hem de eleştirel bir araç olarak kullanmıştır. Mitolojik temalar, modern dünyanın karmaşıklığını, insanın kimlik ve anlam arayışını yansıtmak için yeniden şekillendirilmiştir. Modernizmde mitler, insan doğası ve toplumsal yapıları sorgulamak adına önemli bir araç hâline gelmiştir.

Sürrealizm gibi akımlar, mitleri bilinçdışı ve düşlerle ilişkilendirerek soyut ve fantastik imgeler yaratmıştır. Kübizm, mitolojik figürleri farklı açılardan yeniden inşa ederek zamansızlıklarını vurgulamış, Dışavurumculuk ise mitleri, insanın duygusal ve ruhsal dünyasını dramatik bir şekilde ifade etmek için kullanmıştır. Örneğin, T.S. Eliot’un The Waste Land şiiri, mitolojik unsurları modern dünyanın kaosu ve anlamsızlığıyla ilişkilendirir. James Joyce’un Ulysses eseri, Homeros’un Odysseia destanına göndermeler yaparak mitolojik unsurları modern hayatın sıradanlığıyla harmanlamıştır. Joyce’un mitleri dönüştürme biçimi, post-yapısalcı bir okumaya zemin hazırlamaktadır.

Kapitalizm ve Emperyalizm: Her ne kadar Modernizm kapitalizmin anlatısıysa da erken dönem kapitalizm ile şimdiki kapitalizm arasında epey fark var. Geç kapitalizm aslında modernizmin çürüyen yüzüdür. Yani, kapitalizmin yükseldiği çağda, mitler ve totemler de toplumsal ideolojilere ve güç yapılarına hizmet etmiştir. Kapitalizmin egemen olduğu bu çağda, mitlerin içeriği büyük ölçüde değişmiş ve semboller, toplumsal kontrol mekanizmalarına dönüştürülmüştür. Mitolojik unsurlar, artık ekonomik, kültürel ve sosyal düzeyde de yeni anlamlar kazanmıştır.

Yedi başlı canavar mitiyle çağımızda kapitalizmi simgelesek hiç abartmış olmayız.

Bu yedi başlı kapitalist canavarın gücünü koruyan çeşitli devlet adları vardır: polis devleti, faşist devlet, oligarşik devlet, demokratik devlet… Bu devletler, insanları paranoya, bürokrasi, terör, ekonomik kriz, silahlanma yarışı gibi sorunlarla yüzleştirir. Toplumsal yapıyı sorgulamak için kullanılan mitler, özellikle sanatta ve edebiyatın içinde, bu çağın ideolojilerine karşı güçlü bir eleştiri aracı hâline gelmiştir. Bu süreçte, totemler ve semboller hem toplumsal gücü pekiştiren araçlar hem de bu yapıyı sorgulayan eleştiriler olarak sanat ve edebiyatın odağı olmuştur.

Sonuç: Sanat, tarihsel süreçte mitleri ve sembollerini toplumsal yapıları sorgulamak için yeniden şekillendirerek hem bireysel hem de toplumsal bilinçaltına dair derinlemesine bir eleştiri yapmıştır. Orta Çağ’dan günümüze sanat, mitleri, inançları ve toplumsal ideolojileri yeniden ele alarak her dönemin sosyal, kültürel ve politik bağlamını yansıtmıştır.

Günümüz Sanatında Mit/ Mitoloji

Post-Yapısalcılıkta 

 Yapı bozmayı, sökmeyi pek seven postmodernist sanat, mitlerin geleneksel anlamlarını ve evrensel anlatılarını da sevmez. (Onlara göre evrensel olan bir üst anlatıdır. Zira üst anlatıların sıradan olanın küçük hikâyelerini ezdiği düşünülür) Sözde parçalayarak yeniden inşa eder.  Bu bağlamda, mitlerin bireysel hikâyelere indirgenmesi, toplumsal ve evrensel mitolojilerin bireysel düzeyde nasıl yeniden anlamlandırılabileceğine çalışır.

Postmodernizmin mitlere yaklaşımı, “anlamın yok edilmesi” dir. Çünkü postmodernizm anlamı da anlamsız bulur.  Çünkü Mitlerin parçalanması ve bireyselleştirilmesi, onların “büyük anlatı”ya giren evrensel bağlamlarından koparır.

Jacques Derrida’nın metinsel yapıbozumu yaklaşımı, mitlerin ve mitolojilerin sadece kültürel değerlerin taşıyıcısı değil, aynı zamanda bu değerlerin yeniden üretildiği birer araç olduğunu söylerler.

Derrida’nın yapıbozumu, mitlerin sabit bir anlam taşımadığını, her yorumda yeniden yazıldığını öne sürer. Mitler, toplumsal normların ve iktidarın meşrulaştırılmasında bir söylem aracı olarak işlev gördüğünü söyler. Sanat, mitlerin geleneksel anlamlarını parçalayarak onların altında yatan ideolojik yapıları ortaya çıkarabilir olduğunu düşünür.

Postmodernizmde, mitler genellikle kültürel anlamlarıyla birlikte dönüşüme uğrar. Modernist sanat anlayışının aksine, postmodernist sanatçılar mitolojik figürleri ve anlatıları sıkça parodi, pastiş (taklit), ironi ve kontrast kullanarak tekrar üretirler. Bu dönüşüm, mitlerin toplumsal yapıların, kimliklerin ve ideolojilerin şekillendirilmesindeki rolünü sorgular.

Örnek, Robert Rauschenberg ve Andy Warhol gibi sanatçılar, popüler kültürle mitolojiyi harmanlayarak eski figürleri ve sembolleri modern dünyayla bağdaştırmışlardır. Bu, eski mitolojilerin yeni anlamlar taşımasına olanak tanımıştır. Örneğin, Warhol’un popüler imgeleri ve reklam kültürüne odaklanarak Yunan mitolojisi gibi klasik anlatıları, kapitalizmin ve tüketim kültürünün eleştirisi olarak kullanması, postmodern bir yaklaşımdır.

Jean Baudrillard’ın hipergerçeklik kavramı üzerinden mitlerin gerçeklikten koparak yeni bir anlam evreni yaratmak gibi, mesela Mitolojik kahramanların Marvel evreninde yeniden kurgulanması gibi, yaklaşımları vardır.

Toplumsal Gerçekçi Sanatta Mit-Mitoloji

Toplumsal gerçekçiler, mitlerin tarih boyunca yalnızca metafizik anlamlar taşımadığını, aynı zamanda toplumun ideolojik yapılarını güçlendiren bir araç olduğunu da düşünürler. Mesela geleneksel mitolojideki kahramanlık, fedakârlık ve kader gibi temaları, sınıfsal eşitsizlikleri vurgulamak için kullanmışlardır.

Mitler, genellikle krallar, tanrılar veya soylular gibi güç sahibi figürlerin hikâyelerinden oluşur.  Ancak toplumsal gerçekçi sanat, bu figürleri eleştirerek veya onların karşısında sıradan insanların mücadelelerini görünür kılarak mitolojiyi altüst eder.

Mesela Diego Rivera’nın duvar resimlerinde, yerli Meksika mitolojisinin tanrıları, halkın sömürülmesini temsil eden birer figüre dönüşür. Bu eserlerde mitolojik unsurlar, sınıfsal çatışmaları ve sömürgeciliğin etkilerini yansıtmak için yeniden kurgulanır.

Toplumsal gerçekçi sanatçılar, mitolojik kahramanlık kavramını işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelelerine taşır. Bu, mitolojideki kahramanların yerine, ezilenleri, işçi sınıfını koyarak yeni bir kahramanlık tanımı yaratır. Geleneksel mitolojide tanrılara veya yarı tanrılara atfedilen kahramanlık, toplumsal gerçekçi sanatçılar tarafından işçi sınıfının dayanışmasına ve direnişine atfedilir.

Nazım Hikmet’in şiirlerinde, Prometheus gibi figürler, insanın özgürlük mücadelesini ve sınıf bilincini simgelemek için yeniden yorumlanır. Toplumsal gerçekçi sanatta mitler, bireysel kahramanlık yerine kolektif mücadeleyi yüceltir.

Mitolojik Hikâyelerin Modern Toplumla Bağdaştırılması

Toplumsal gerçekçi sanat, mitolojik hikâyeleri modern dünyadaki eşitsizlikler, savaşlar ve sömürü sistemleriyle ilişkilendirir. Mitlerin taşıdığı evrensel değerler, bu bağlamda modern toplumdaki adaletsizliklerin eleştirisine dönüştürülür.

Sanat, mitleri yeniden yorumlama ve ütopyaları ifade etme gücüne sahiptir. Mitolojik anlatılar, genellikle ütopyaların temelinde yer alır. Örneğin: Platon’un Devlet’i, mitolojik öğelerle ütopyacı bir ideal düzen tasavvur eder.

Thomas More’un Ütopya’sı, hem dönemin dini ve mitolojik inançlarını hem de toplumsal eleştiriyi harmanlar.

Distopyalar, modern mitlerin çürümüş birer eleştirisi olarak ütopyanın tersine çevrilmiş hâlidir (örneğin, Orwell’in 1984’ü).

Arkaik mitolojiden kahramanlar taşımasa da kendi eserlerinde mit yaratımı üzerinden toplumsal meseleleri de işleyen yazarlar da var Yaşar Kemal gibi.

Yaşar Kemal Feodalizme karşı direnen köylüler, halkın adalet arayışı veya doğaya karşı verilen mücadeleler, yalnızca bireysel hikâyeler değil, aynı zamanda mitolojik bir toplumsal bilinç oluşturma çabasıdır.

Örneğin, Yer Demir Gök Bakır romanında halkın kendi içindeki manevi liderlerini yaratma çabası, mitolojinin toplumsal işlevlerini hatırlatır.

Mitin Toplumsal Direniş Aracı Olarak Kullanılması

Mit ve mitolojik semboller, yalnızca eleştirel bir araç değil, aynı zamanda direniş ve dayanışmanın simgeleri olarak da toplumsal gerçekçi sanat eserlerinde kullanılmıştır. Bu durum, özellikle sömürgecilik sonrası sanatçılar tarafından sıkça görülür.

Sömürgecilik sonrası dönemde birçok sanatçı, yerli mitolojileri modern bağlamlarda yeniden yorumlayarak sömürgeci sistemlere karşı bir direniş aracı yaratmıştır.

Mesela Frida Kahlo, resimlerinde Aztek mitolojisinden unsurları kullanarak hem bireysel hem de ulusal bir kimlik mücadelesini işler. Bu eserlerde mitoloji, yerli halkların tarihsel dayanıklılığını ve direnişini temsil eder.

Kapitalizmin Mitlerle Meşrulaştırılması

Toplumsal gerçekçi sanatçılar, mitlerin kapitalist düzenin araçları hâline gelmesini de eleştirir. Kapitalizm, bireysel başarı ve kahramanlık mitlerini kullanarak ekonomik eşitsizlikleri normalleştirmesine karşı çıkar. Toplumsal gerçekçi sanatçılar, bu mitleri deşifre ederek kapitalizmin masum görünen yüzünü sorgular.

Banksy’nin eserlerinde mitolojik figürler sıkça modern kapitalizmin eleştirisi için kullanılır. Örneğin Nike’ın kanatlı zafer tanrıçası simgesi, modern tüketim kültürünün nasıl mitolojik figürlerden faydalandığını göstermek için yeniden yorumlanabilir.

Toplumsal gerçekçi sanatçılar, mitleri işçi sınıfının kültürüne uyarlayarak yeni bir anlam kazandırır. Bu eserler, halk masallarını ve mitlerini toplumsal dayanışmayı vurgulayan semboller olarak kullanır.

Mesela Gorki’nin eserlerinde, Rus halk mitolojisi unsurları ile işçi sınıfının devrimci mücadeleleri harmanlanır. Bu anlatılar, halkın kültürel mirasını devrimci bir bağlama taşır.

Toplumsal gerçekçi sanat, mit ve mitolojiyi yalnızca estetik bir unsur olarak değil, toplumsal sorunları görünür kılınması için ve ayrıca sorgulatan bir araç olarak kullanır. Geleneksel mitolojik hikâyeleri modern bağlamlara taşıyarak sınıf mücadelesi, sömürü, direniş ve dayanışma gibi temaları işler. Bu yaklaşım, mitlerin ideolojik işlevini sorgularken aynı zamanda halkın kültürel mirasını yeniden yorumlayarak direnişçi bir sanat anlayışı geliştirir.

Ütopya

Yunancada “outopus” (hiçbir yer) ile “eutopus” (iyi yer) sözcüklerinin karışımında oluşan ütopya kavramının isim babası, Thomas More’dur. More kavramı keşfetmekle kalmamış, ona anlam da yüklemiştir. O zamandan beri ütopya, Batı literatüründe toplumsal dönüşüm olanaklarına yönelik hayalleri içermektedir. Tasarlanmış, ideal toplum ve devlet şekilleri için kullanılmaktadır.

Ütopya bir tasarı olmaktan çok, mevcut düzenin ötesinde bir olanak olarak düşünülmelidir. Ütopya, bugün zorunlu olarak görülen toplumsal yapıların eleştirisiyle birlikte, daha özgür bir geleceğin sezgisini ifade eder.

Ütopyalar bile tamamen soyut düşler değildir, mevcut toplumsal koşulların izlerini taşır. Yani, insanlar daha iyi bir dünya düşlerken bile, bu düşlerin içeriği toplumun mevcut çerçevesinden etkilenir. Ancak, aynı zamanda bu düşler, toplumsal koşulların ötesine geçme potansiyeli taşır. Bu diyalektik ilişki hem mevcut düzenin eleştirisini hem de yeni olanakların hayalini birlikte barındırır.

Aslında sanat bize doğrudan bir ütopya sunmaz, ama onun varlığını hissettirir. Sanat, mevcut düzenin çelişkilerini ve acımasızlığını açığa çıkararak, bu düzenin ötesinde bir dünyanın mümkün olduğunu ima eder.

Bu, sanatın didaktik veya açıkça politik olması gerektiği anlamına da gelmez. Yine de sanatın, biçimsel ve estetik özerkliği olmalıdır. Yani sanat direkt teori ve slogan değildir. İdeolojiktir ancak bunu dolayımlama yoluyla estetize ederek yapar.

Ütopya da dolaylı bir şekilde, mevcut gerçekliğin eleştirisi yoluyla sezdirilebilir. Sanat, işte bu dolaylı ifade biçimini mümkün kılar. Ütopya da sanatın estetik deneyimi ile hissettirilir.

Mit ve Ütopya Geçişgenliği

Sanat, mitleri yeniden yorumlama ve ütopyaları ifade etme gücüne sahiptir. Mitolojik anlatılar, genellikle ütopyaların temelinde yer alır. Örneğin: Platon’un Devlet’i, mitolojik öğelerle ütopyacı bir ideal düzen tasavvur eder.

Thomas More’un Ütopya’sı, hem dönemin dini ve mitolojik inançlarını hem de toplumsal eleştiriyi harmanlar.

Distopyalar, modern mitlerin çürümüş birer eleştirisi olarak ütopyanın tersine çevrilmiş hâlidir (örneğin, Orwell’in 1984’ü).

Mitler ve ütopyalar arasındaki bu geçişkenlik, sanatçıların toplumsal eleştiriyi geçmişin hikâyeleriyle harmanlayarak geleceği hayal etmelerine olanak tanır. Bugün bile sinema, edebiyat ve tiyatro, mit ve ütopya öğelerini birleştirerek hem geçmişin hem de geleceğin toplumsal hayallerini yeniden kurgulamaktadır.

Sanat Dallarında Ütopya İzleri

Edebiyatta: Ütopya kavramı, edebiyatın en erken dönemlerinden itibaren bir tema olarak işlenmiştir: Thomas More’un Utopia adlı eseri: Ütopya teriminin doğuş noktası olan bu eser, ideal bir toplum tasviri yaparken, aynı zamanda Avrupa’nın feodal düzenine eleştirel bir bakış sunar.

Modern Ütopyalar: Bilimkurgu ve distopya eserlerinde ütopya genellikle bir zıtlık olarak ele alınır. Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler eseri, ütopyayı eleştirel bir çerçevede sorgularken, toplumsal idealizmi merkezine alır.

Resimde: Rönesans dönemi sanatçıları (ör. Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu), mitolojik temalar aracılığıyla ideal dünyaları tasvir etmiştir.

Modern sanat akımlarında, sürrealist ütopyacılarından Salvador Dalí’nin hayal dünyası onun içsel ütopyalarını yansıtır.

Mimaride: Ütopya, özellikle mimaride fiziksel bir boyut kazanır. Antik Yunan’da Platon’un Devlet diyaloglarında geçen ideal şehir tasvirleri, Rönesans ve modern dönemde ütopyacı şehir tasarımlarına ilham vermiştir. Le Corbusier gibi modernist mimarlar, insanlık için ideal şehirler tasarlamaya çalışmışlardır.

Sinemada: Sinema, ütopyayı hem bir eleştiri hem de bir hayal aracı olarak kullanır. Örneğin, Metropolis (1927) filmi, sınıf ayrımlarına dair distopik bir hikâye anlatırken ütopyanın sınıfsız bir topluma duyulan özlemini işler.

Müzikte: Müzikte ütopya, genellikle sözler ve ritimlerle bir araya gelerek, barış ve eşitlik özlemlerini ifade eder. Örneğin, John Lennon’un Imagine şarkısı, ütopyayı güçlü bir şekilde çağrıştıran bir eserdir.

Sanatta ütopya, genellikle distopyanın karşıtı veya onunla diyalog içinde tasvir edilir:

George Orwell’in 1984 ve Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya eserleri, Distopyalar, ütopyanın nasıl kötüye kullanılabileceğine dair uyarılar taşır. (Aslında her iki yazarın eleştirisi daha çok komünist bir ütopyaya karşı işlenmiş bilinç altı bir vuruş gibi gelir bana)

Sanatta Ütopya ve Gerçeklik: Sanatta ütopya, yalnızca bir idealin temsilcisi değil, aynı zamanda gerçeklikle olan bağlantısı üzerinden anlam kazanır.

Bazı eleştirmenlere göre ütopya, gerçeklikten kaçışın bir ifadesidir. Ancak bu durum, sanatçının hayal gücünü kullanarak topluma bir alternatif sunma çabasını da içerir.

Ütopya, mevcut sorunların çözümüne yönelik gerçekçi bir arayış olabilir. Sanat, bu yönüyle yalnızca ideal dünyaları hayal etmekle kalmaz, aynı zamanda bu dünyaların nasıl inşa edilebileceğine dair ipuçları verir.

Sanatta Ütopyanın Evrenselliği: Ütopya, sanatın evrensel bir dil aracılığıyla insanlık tarihinin her döneminde var olmuştur. Antik Çağ’da Olimpos gibi tanrıların yaşadığı ideal mekânlar sanatın konusu olurken, Orta Çağ’da cennet tasvirleri ütopyayı temsil etmiştir. Modern dönemde ise ütopya, insan merkezli bir yaklaşımla, barış, eşitlik ve özgürlük temaları çerçevesinde yeniden tanımlanmıştır. Ayrıca Ütopya; bu acımasız, ruhsuz insanı, doğayı, dünyayı bitiren sömürü sistemlerinden kurtuluş hayalidir.

Sanatta Mit ve Ütopya

Ütopyanın Mitolojik Kökenleri

Ütopyaların tarihi, aslında mitlerin evriminden ayrı düşünülemez. İlk ütopya tasvirleri, genellikle mitolojik bağlamlarda ortaya çıkmıştır:

Altın Çağ Miti: Yunan mitolojisinde Altın Çağ, insanlığın bolluk ve barış içinde yaşadığı bir dönem olarak anlatılır. Bu, ilerleyen zamanlarda ütopyacı sosyalistlerin ve komünist düşünürlerin sınıfsız bir toplum tasavvuruna ilham vermiştir.

Kaos ve Kozmos: Mitlerde sıkça görülen düzen (kozmos) ve kaos arasındaki mücadele, ütopyaların temel çatışmasını oluşturur. Ütopyalar, kaostan kozmos yaratma arayışıdır.

İnsanlığın Kolektif Hayali Olarak Ütopya

Mitler, insanlığın tarih boyunca toplumsal düzeni, kozmolojik anlayışlarını ve etik değerlerini açıklamak için yarattığı kolektif anlatılardır. Her mit, toplumun iç dinamiklerini yansıtır ve genellikle düzeni meşrulaştırmak veya bir ideal ortaya koymak için kurgulanır. Öte yandan, ütopya ise toplumsal düzenin eleştirisinden doğar ve geleceğe yönelik bir alternatif sunar. Bu bağlamda, mitler köklere bağlılığı ve geçmişi temsil ederken, ütopyalar toplumsal dönüşümü ve geleceği temsil eder.

Mitler, sadece eski çağlara ait anlatılar değildir; modern toplumsal hayatta da ideolojik işlev görür. Örneğin, “medeniyetin ilerleyişi” miti, kapitalizmin kendini meşrulaştırmak için yarattığı modern bir mit olarak görülebilir. Bu tür mitler, ütopyaların ortaya çıkışı için bir zemin oluşturur, çünkü toplumsal çelişkilerden rahatsız olan bireyler ve gruplar bu mitlere karşı alternatif hayaller ve gerçeklikler üretir. Örneğin, Yunan mitolojisindeki Altın Çağ miti, sınıfsız ve bolluk içinde bir dünya özlemini yansıtarak erken ütopyacı düşüncelere ilham vermiştir.

Marxist iki yazardan, Lukács ve Gramsci’den ütopya ve mit konusundaki görüşlerinden kısacık örnek verecek olursak:

Antonyo Gramsci’ye göre: Mit, mevcut toplumsal düzenin doğal ve değişmez olduğu yanılsamasını yaratırken, ütopya, bu düzenin dönüştürülmesine yönelik bir bilinç ve eylem motivasyonu olarak işlev görür. Bu iki kavram, Gramsci’nin düşüncesinde hem hegemonya mücadelesinde hem de toplumsal değişimin kavramsallaştırılmasında araçlardır. Gramsci, halk kitlelerinin egemen sınıfın mitlerine karşı kendi mitlerini oluşturabileceğini de savunur. Bu mitler, toplumun baskı altındaki kesimlerinin kendi kültürel ve ideolojik bağımsızlıklarını oluşturma sürecinde önemli olabilir. Halk kahramanları ya da kurtuluş mücadelelerine dair hikâyeler bu tür karşı hegemonik mitlere örnek verilebilir.

Gramsci’nin praxis anlayışı (teori ile pratiğin birliği), ütopyayı bir soyutlama ya da uzak bir idealden ziyade, toplumsal hareketlerin yönünü belirleyen bir rehber olarak konumlandırır. Ona göre, gerçek bir ütopya, mevcut toplumsal ilişkilerle bağlantılı ve dönüştürücü bir eylemin parçası olmalıdır.

Lukács’a göre ise: Mitin ve ütopyanın her ikisinin de toplumun eleştirel analizini engelleme potansiyeline sahip olduğunu savunur. Mit, toplumsal gerçeklikleri yanlış bir biçimde açıklarken, ütopya da soyut ve hayalci bir geleceği tasvir eder. Her iki kavram da toplumsal dönüşümün gerçeğini ve devrimci sürecin somut koşullarını göz ardı edebilir.

Lukács’ın mit ve ütopya anlayışı ise toplumsal yapıları ve sınıf mücadelelerini anlamada önemli bir eleştirel bakış açısı sunar. Mitler, toplumsal yapıyı meşrulaştırmak ve halkı pasifleştirmek için kullanılırken, ütopyalar, toplumsal değişim ve devrim için soyut, hayalci bir bakış açısı yaratır. Lukács, her iki kavramın da toplumsal gerçekliğin doğru bir biçimde anlaşılmasını engellediğini, bu yüzden toplumsal dönüşümün yalnızca bilimsel ve tarihsel bir perspektiften yapılması gerektiğini savunur. Mitler, toplumun sınıfsal yapısını meşrulaştırırken, aynı zamanda toplumun bilinçli ve eleştirel bir şekilde bu yapıyı sorgulamasını engeller.

Sanatta Mit ve Ütopya: Yeni Dünyalar Yaratmak

Sanatta mit ve ütopya, yaratıcı süreçlerde genellikle iç içe geçer. Mitolojik imgeler, sanat eserlerine derinlik ve anlam katarken, ütopyalar bu eserlerde eleştirel bir gelecek vizyonu sunar.

Tiyatroda, Bertolt Brecht’in epik tiyatrosu, mitolojik anlatıları yeniden yorumlayarak ütopyacı bir toplumsal eleştiri sunar.

Şiir ve edebiyatta, Nazım Hikmet’in “Ceviz Ağacı” gibi şiirlerinde mitolojik imgeler, toplumsal adalet ütopyasına işaret eder.

Sanat, bu ütopyacı ideali işlemek için güçlü bir araçtır. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemini sanatsal yapıtlarla ele almak, yalnızca hayal gücüne değil, mümkün bir geleceğin inşasına da katkıda bulunur. Ütopya, sadece hayali bir alan değil, mücadeleyle kazanılmış bir gerçeklik olabilir.

Mit ve Ütopya’ya Eleştirel Bir Yaklaşım

Mitler ve ütopyalar her ne kadar insanlığın hayal gücünü ve idealizmini temsil etse de eleştirel bir perspektiften yaklaşıldığında, her ikisinin de ideolojik olarak manipülatif olabileceği görülür.

Mitler, toplumsal düzeni meşrulaştıran araçlar olabilir. Örneğin, “Tanrının Krallığı” miti, mevcut otoriteyi kutsal bir zemine oturtabilir.

Ütopyaların Tehlikesi: Ütopyalar, ideal bir dünya tahayyülünde sadece komünist dünya hayalinden öte, otoriter sistemlere yol açabilir. Tarih, “mükemmel bir toplum” hayaliyle faşizmin bile örgütlendiğini göstermiştir.

Bu gerilim hem mitlerin hem de ütopyaların içeriklerinin ve bağlamlarının dikkatlice analiz edilmesini gerektirir. Özellikle sanat, bu eleştiriyi görünür kılmak için bir alan yaratır.

N O T L A R

Bu yazı, MayaDergi On’da yayınlanmıştır. Derginin ilgili sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynak olarak yaralandığım kitaplar:

“Of Grammatology” (Gramatoloji üzerine) –  Jacques Derrida

“The Hero with a Thousand Faces” (Bin Yüzlü Kahraman) – Joseph Campbell

“Babil Mitolojisi” – Leonard William King (Mezopotamya Efsaneleri ve İnanışları)

 “Mitlerin Kısa Tarihi” – Karen Armstrong

“Mythologies” (Mitolojiler) – Roland Barthes

“Minima Moralia” , “Negatif Diyalektik” – Theodor W. Adorno

“Tarihsel Bilinç ve Sınıf Mücadelesi” – György Lukács’

“Kültür ve Toplum Üzerine” – Antonio Gramsci

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Sanatta Mit ve Ütopya" dosya konulu onuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar