“Kalanlar” “gidenler”i, gidenler kalanları görüyor ancak iktidarların özellikle doksanlı yılların başından beri uyguladığı yol, kayıplarla kalanların yolunu kesmek, kaybolmayı olağanlaştırıp sıradanlaştırmak ve kalanları yalnızlaştırmak.
Bir sabah kuşlarla, ağaçlarla, gökyüzüyle çıkıyorsunuz sokağa ve akşam gölgeniz bile dönmüyor eve. Ne bir iz ne bir ses ne bir görüntü… Yalnızca bir sayı… Bir kişi daha “KAYIP”.
Sonra sokaklarda, alanlarda, bulvarlarda kimi hüzünlü, kimi gülümseyen, kimi öfkeli yüzler… Kayıp fotoğrafları…
Sonra anneler, kız kardeşler, ağabeyler, babalar acıları ve anılarıyla karakol kapılarında, jandarma karargâhlarında, muhtarlık odalarında, savcılık koridorlarındalar. Hepsinin belleğinde ise çınlayan tek cümle:
“Bizde yok!”
Sonra yine alanlar, bulvarlar, sokaklar… Artık umudun öfkeye ve kedere döndüğü günlerdeyiz.
“Bağışlamıyoruz ve unutmuyoruz!”
“Geri istiyoruz onları!”
“Sağ aldınız, sağ istiyoruz!”
Acı ve uzun yolun sonunda gelinen bunaltıcı yer de aynı, umutlar da…
Bir koku, bir gölge, bir iz, bir ışık bekleyerek uzayan, hiç olmazsa kanlı bir gömleğin bulunması umuduyla geçip giden günler ve yıllar…
Mezarları yok belki ama onlar da onları arayan anneleri gibi her yerdeler.
“Kalanlar” “gidenler”i, gidenler kalanları görüyor ancak iktidarların özellikle doksanlı yılların başından beri uyguladığı yol, kayıplarla kalanların yolunu kesmek, kaybolmayı olağanlaştırıp sıradanlaştırmak ve kalanları yalnızlaştırmak. Oysa her kaybın kalanlarla çoğaldığını, oğullarını, kızlarını arayan annelerin yüreklerinin bir nar gibi dağıldığını ve her nar tanesinin de yeni oğullar, kızlar yetiştirdiğini biliyorlar.
Bunun için yine doksanların ortasında başlayan Cumartesi Buluşmaları’nı belleklerden silip dağıtmak istediler, kara propagandalarla ellerinden geleni yaptılar. Buluşmalara saldırdılar. Ancak gözaltılar, baskılar, soğuk savaş yöntemleri yetmedi annelerin yüreklerinde büyüyen o ışıklı nar ağacını söküp atmaya.
Ne istiyorlardı? Aşk
Ne istiyorlardı? Barış
Ne istiyorlardı? Özgürlük…
Aşkla kurulan özgürlük düşlerini silahlarla, kelepçelerle, işkencelerle susturmayı denediler. Susturdular mı, susturabildiler mi? Hayır.
Bugün kayıpların kalplerinin çarptığı küçük mezarlıklarda, kuytu vadilerde, kör kuyularda yükselen tek ses var:
“Bir gün yine geleceğiz!”
Bir gün yine gelecekler. Küplerde dinlenen pekmezler, küle yatırılan patatesler, dağ suları gibi birike birike sofralarımızda yerlerini alacaklar. Bu yüzden hep açıktı Berfo Ana’nın kapısı. Oğlu Cemil bir gün gelecek diye.
Kayıp yakınları unutmadılar, bağışlamadılar. 1995 yılından bugüne Galatasaray Meydanı’nda 1000 haftadır çocuklarını sordular, soruyorlar.
Ülkede aşağı yukarı otuz yıldır ölüm şebekeleri kayıplarla, infazlarla toplumsal belleğimizi silmeye çabalıyor. Buna karşı yazarlar, çağcıl görevlerini anımsamalı, vicdani tanıklıklarını göstermelidir. Yazının evrenselliği bunu gereksiniyor.
Yazarların da duyarlılığını bu büyük, insanlık yarası için bilemelerinin önemini biliyoruz. Bunun için biz yazarlar da “Kardeşlerimizi unutmayacağız!” diyoruz.
Bunun için oğulları, kızları için otuz yıldır adalet arayan Cumartesi Anneleri’nin hep yanındaydık, bugün de yanlarındayız.
Onların “hakikat ve adalet” mücadeleleri bizim de mücadelemizdir.
Kamuoyuna yeniden duyuruyoruz.
Türkiye Yazarlar Sendikası