Yine buradadır baca temizleyicisi çocuklar, değişen ağırlıklarıyla! Beyinleri ve bedenlerini zincire vuranlara kafa tutarlar. İşleri zor ama imkânsız değildir! Onlar da biliyorlar; “Küçük bir çiçek yaratmak yüzyıllar alır.”
Kuşkusuz, şiir ve atomu imge denilince düşünce uçsuz alana kanatlanır. Şiirin doğası buna olanak verir. Geçmişin mirasına bakarsak; şairlerin bilinmez bir dünyadan seslendikleri kabul edilir. Tanrılar da şairlerin ağzından konuşur. Bilinmezden gelen bu dil çözülemez ve gizemlidir. Bu yüzden büyücü/ozan/şairler kabileci yaşamdan sanayi toplumuna kadar saygı görmüşlerdir. Güç ve yönlendiricilik onlardadır. Ozanların birtakım ritüelleri ise büyüsel havzayı genişletmiştir. Şiirle çatışan Platon bile, bu güce temkinli yaklaşma gereği duymuştur. Çünkü şairler bilinmezden de seslense, akıl yerine hayal gücünü de koysa, toplum üstünde anlatılamaz etkileri vardır. Platon bu makasın ağzından bakar: “Çünkü şair, hafif, kanatlı, kutsal bir şeydir ve esinlenmeden, kendinden geçmeden, aklı başından gitmeden yaratamaz. Bu tanrı vergisini almadıkça hiç kimse mısra kuramaz, kehanette bulunamaz.” (1)
Bunu şöyle anlayabiliriz: Şairlerin hakkını teslim edelim ama tavrımızı felsefeden yana koyalım. Şiirin doğasını kurcalamayalım, neyse o! Platon’un sözleri şiirle felsefenin, duyguyla aklın kapışmasıdır.
Platon’un kavramadığı ne şair ne de şiir/imge bilinmezden gelmiyordu. Ortada tanrı sözü de yoktu. İmgelem; yaşam ve yeteneklere uygun yaratılıyordu. Şairler bunu sezgileri ve akıllarınca kalıba döküyorlardı. Ortada ucuz yollu bir taklit (mimesis) de yoktu. Platon hızlı gelişen bu süreci anlayamadı. Belki de idealist olduğundan! Şair, şiirini yaşamdan sağıyordu. Şairi salt somuttan hareket eden şeklinde algılarsak yanılırız. O, komplekstir. Kendisinden önceki tarih, sınıfsal durumu, eğitimi, yetenekleri, duyarlığı, sanata yüklediği anlam imgenin boyutlanmasını sağlar. Yazının girişinde atom sözcüğünü kullanmıştım. Benzetmeyi geliştirirsek: İlkçağda atom, varlıkların bölünemeyen en küçük birimi olarak görüldü. Şiir de öyle! Sanayileşmeye kadar şiir bütün halinde algılandı. O, bütünlüğünde güzeldi. Güzel’i parçalamak akla gelmezdi. (Tanrı sözü bölünür müydü?) Doğru veya yanlış, toplum mutluydu bununla. Sanayi devrimiyle her şey değişti. Düşünme şeklimiz de! Atom da parçalanmıştı: kuark, nötronino, higs bozumu falan filan. Kontrol edilebilen insan davranışları ve zaman çığırından çıktı. İnsan psikolojisi olduğunu öğrendi. Bu kavramın altına birçok şey sığdırıldı. Kişi bildiği, bilmediği kavramlarla ölçüldü. İtiraz hakkı bile elinden alındı. Kavramlar ne derse o! Kapitalizmin boyunduruğundaki insan, tanımlayamadığı genel mobbing altında ezildi. Bu basınç bile insanların yanlış yapmasına yol açıyordu. Vesaire uzatılacak ortamdan şair de payını alıyordu. Eski gücü elinden alınmıştı. Şiiri büyüteç altındaydı. İmgesi kuramların tezgâhından geçirilip, köklerine ayna tutuluyordu. Her şeyi yabancılaştıran sistem, şairi de toplumdan yalıtıp yalnızlaştırdı. Onu dar bir ben cenderesine soktu. Üstüne gelen sistemde şair de evrim geçirdi. İmgesini başka boyutlara çekti. Eleştirileri sıçrama tahtasına çevirdi. Bir başka başkaldırı: Tanrısal olanın düzlüklerinden ben de sıkıldım. Size şiirimi yaşamın girift noktalarından vereceğim, dercesine kafa tutmaydı bu! Deha ve delilik arasındaki William Blake’de görüldüğü gibi.
Şair, Baca Temizleyicisi isimli iki şiir yayınlıyor. İlki Masumiyet Şarkıları kitabında (1789), ikincisi Deneyim Şarkıları’nda (1792). Şiirlerde isim ve konu aynı ama imgelem değişmiş. İmgelem durduk yerde değişmeyeceğine göre anlamak için bazı kaynaklara bakmalıyız. Kaynak şair ve kendisini yalıtamayacağı çağın sorunlarıdır. Çağın sorunlarını da şairin onları özümsemesine indirgersek elimizde tek kaynak kalır: Şair! Başlıklar birbirini ezmesin diye ayrı ayrı inceleyelim. Böylece imgenin doğasına inebiliriz. Önce şairi tanıyalım.
William Blake, 1757- 1827 yılları arasında yaşamıştır. Londra doğumludur. Hayatını gravür yaparak kazandı. Deha ve delilik uçlarındaki Blake, şiirde ve resimde karmaşık sembolizmle örülü kişisel mitolojisini kurarak Romantizm akımının öncülerinden oldu. Romantizm canlılığıyla şiirlerine yansır. Kır, çoban, kuzular, doğadaki yalnızlık, düşler, duygulanımlar, kalabalıktan kaçış, aşk acıları… Ama romantizmin itirazı da vardır: “Yazın tarihinde genel bir başkaldırı niteliği taşıyan ilk akım coşumculuk olmuştur… Ama coşumcu başkaldırının temel nedeni, her türlü insan ilişkisini ‘meta’ ilişkisine dönüştüren anamalcı ahlak ve yeni toplumla uzlaşamayan sanatçının içine düştüğü umutsuzluktur… Bu yazarların bir bölümü feodal topluma dönüşü özler, sanayileşen kentler karşısında el değmemiş doğaya ve halkın sanatına sığınırlarken bir bölümü de en aşırı örneğini Baudelaire’de gördüğümüz bir sıkıntı imgesi yaratmayı başarmışlardır. Coşumculuğun belirleyici özelliği hoşnutsuzluktur.”(2)
Blake’de bu sıkıntı ve hoşnutsuzluk belirgindir. Baca Temizleyicisi şiirleri üstünden dönemi irdelersek demek istediğimiz anlaşılır. (Londra şiirinin de bu paralelde olduğunu not düşerek!)
Baca Temizleyicisi şiirinin ilki 1789 yılında yayınlanan Masumiyet Şarkıları kitabındadır. Bu yılların İngiltere’sine bakıldığında sanayileşmenin çok hızlı olduğu görülür. Buna bağlı sınıf çatışmaları, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik gibi sorunlar var. Sıkıntıların bir yüzü de çocuklarla ilgilidir.
“Çocuklar küçük yaşlarda kiliselere satılıyor ve buralarda çıraklık adı altında sömürülüyor, en ağır işlerde çalıştırılıyorlardı. Baca temizlemek de bu işlerden biriydi. Bu işte çalıştırılan çocuklar 6 – 8 yaşları arasındaydı. Daha büyük yaşlardaki çocuklar bacalara giremiyorlardı. Gelişmesini tamamlamamış olan çocuklar için oldukça tehlikeli bir işti bu. Uzun süre bacalardaki ise maruz kalmak çocuklarda cilt kanseri gibi ölümcül hastalıklara yol açabiliyordu.”(3)
Şair doğal olarak çalkalanan ülkesinin sorunlarına duyarsız kalamazdı. Üstelik komşuları Fransa’da insanlık adına devrim ateşi yükselirken, şiire susmak düşmezdi. Şair bunları duyarlığının ve romantizmin öncülüğünde imgelemine taşıdı. İmgesindeki yaratıcılık bu ortamdan doğdu.
“Sanatsal ve yazınsal yaratımlar yönünden de gerçek, yaratıcılığın ana kaynağı sayılmıştır. Çünkü türü ne olursa olsun her sanatsal yaratım, imgesel düşünmenin ürünüdür. İmgelerse yaratıcının kafasında dış dünyadan alınan öğelerle kurulur, bu öğelerle oluşturulur. Başka bir söyleyişle, dış dünyadan alınan öğelerin yeni bir evren yaratacak biçimde yeniden düzenlenmesidir. Gerçeğe sırt çevirdiğini söyleyen; kendini, salt düş evrenini söyleyen sanatçılar, yazarlar için de böyledir bu.”(4)
Elbette imge gerçeklikten kuru kuruya faydalanmaz. Bu sanatın doğasına aykırıdır. Şiirlerini anlamaya çalıştığımız Blake de onaylar. Doğal Din Yoktur şiirinde: “Şiirsel veya kâhin kişilik olmasaydı, düşünsel ve deneysel olan çok geçmeden her şeyi ussallaştırır, karşısında susar kalır ve aynı döngüde döner dururdu.”(5)
Tam da bu durum imgenin/şiirin bilinmezden, esin perilerinden, tanrılardan gelmediğini gösterir. Başıboş hayal gücünden yaratılmadığını da! Yaşamsal gerçeklerin sanatçı algısıyla birleşip yeni formda görünümüdür imge! Bunları konuşmaktansa imgeyi tanımlayalım.
İmge nedir? “En genel kullanımıyla imge bir nesne, bir varlık hakkındaki zihinsel tasarımdır… Kısaca dış dünyanın, varlığın, gerçek ya da gerçek dışı bir şeyin ya da olgunun zihindeki tasarımına imge denir.”(6) Dünya, imge emziren anadır. Yeryüzündeki her şey kadar şair de buralıdır. İmgenin farklı aşamalardan geçip yaratılması bizi yanıltmamalıdır. Kaldı ki; “Dikkat edilirse imge etkin bir bilgi edinme yoludur aynı zamanda.”(7) Şu halde imge ve bilgi birbirini beslemektedir. Öyleyse şair, imgelemle yeni bilgiler sezdirendir.
Freud’un “Araştırmalarımla ilgili nereye gittiysem bir şairin benden önce oraya uğradığını gördüm.” sözü, şair sezgisinin bilgiye öncülüğü açısından önemlidir. Bu ağırlık şiirin başlangıçtaki havasına dönmesidir sanki. Vecihi Timuroğlu’nun şu saptaması, imgenin gözesini bize bildirir: “Sanatsal imgenin en özgün niteliği, taşıdığı içeriğin insan yaşamındaki yerinden ve anlamından geliyor. Nedir bu anlam? Nereden kaynaklanıyor? Yanıtı, tarihsel olandadır.”(8)
Sanatçı genel tarih anaforunda debelenip durmayacağına göre onun için tarih, yaşadığı zaman dilimidir. Ona yaklaşımıdır. William Blake’ın yaptığı gibi mitoslara gitse bile geçmişten taşıdıklarıyla gününü anlatmak ister. O halde tarih yaşanandır bir bakıma. Şimdi Blake’ın ilk Baca Temizleyicisi şiirindeki tarih ve imgesel olanın nasıl örüldüğüne bakalım.
1789 yılında çıkan Masumiyet Şarkıları’ndaki Baca Temizleyicisi dörtlüklerden oluşuyor. 6 kıtalık şiir. İlk dörtlük şöyle: “Annem öldüğünde çok küçüktüm / Babam sattığında henüz dilim / Bile dönmüyordu ‘temizle’ sözüne / İste yatıp baca temizliyorum böyle”(9)
Şiir duru dille baca temizleyicisi çocukların yaşamını yansıtır. Dörtlükte anlam açıktır. İmgesel yaratıcılık gerçekler üzerinden şekillenmiştir. Nedir bu gerçeklik? Döneme bakalım: 2 Eylül 1666’da Londra’da dört gün süren büyük bir yangın çıkıyor. Çok fazla can kaybı ve maddi hasar meydana geliyor. Buna bağlı, inşaat yönetmeliği değişiyor. Alınan kararlardan biri de bacaların 45 cm olması yani küçültülmesi. Daracık bacalara kim sığacak? Tabii ki çocuklar! Bu iş için 6 ile 8 yaş arasındaki çocuklar ideal. Çocuklar işi erkenden ve doğru kavrasınlar diye dört yaşından itibaren ailelerinden, devlet kurumlarından, kiliselerden satın alınıyordu. Korunmasız çocuklar da dönemin yasalarına uygun alınıyor, satılıyor, sömürülüyordu. Çocuklar is, kurum, kir içinde kanser olup ölüyorlardı. Bazen de bacadan ateşe düşerek… Yaşanılanın sürrealist göründüğü yerde şair, imgesel olanı yokuşa çekmeden yansıtmıştır. W. Blake’ın poetikasına aykırı aslında saf ve realist imgesellik! Şiirde gerçekliğin sarsıcı ve akıldışı tarihselliğini kullanıyor. Bir anlamda ters köşe yaparak bizi çarpıyor. Böylece şiir istenilen etkiyi uyandırıyor.
Şiirde çocukların gördüğü bir düşe yer verilir: “… /çocuklar; Dick, Joe ve binlercesi / Kara kara tabutlar içindeydi // Bir melek gelip tabutları açtı / Işıl ışıl parlayan bir anahtarla / Bütün çocuklar hoplaya zıplaya / Güneşe koştu, ırmağa koştu”(10) Burada duralım: İlk dörtlükte gerçeğe yaslanılarak yaratılan imgelem bu bölümde yön değiştiriyor. Şairin bilinci ve bağlandığı romantizmle bunu açıklamak mümkün!
Öncelikle şu saptamayı yapalım: Zorda kalan insanın düş veya yaratana sığınarak kendisini mutlu hissetmesi gerçekliktir. Buna katılıp katılmamak ayrı durumdur. Romantizm çıkışında klasizmle çatışmaya girmişti. Klasizm aklı öncelerken romantikler duygulara ağırlık verdiler. Duygulara düş ve mistisizm ekleyip kurtuluşu orada aradılar. Kapitalizmden böylesi kaçış işe yaramayacaktı. Çünkü kapitalizm her yere giriyordu. Bu durumda akla itirazın yolu akıldışılık olmamalıydı. Çocuklar o sahte mutluluktan daha çok acıyla ayrılacaklardı. “Tanrı baban olsun sen de mutlu ol” dizesindeki baba simgesi neye karşılık geliyor? Baba; Tanrı, devlet ve ailedeki baba… Temsil ettiği tek şey güç! Sermayenin yansıyan yüzü! Pekiyi, bu güçlerin ellerinde şekillenen dünyayı yine bu güçler mi kurtaracak? Tam bir safsata! İşte bu noktada imgeyi sarsıcı kılacak şey şairin sınıfsal bilinçle geliştireceği tavırdır. Bu tavır belirmediğinden, ilk dörtlükteki sarsıcı etki de ezilmiştir. Şiirdeki yapay iyimserlik balon gibi patlamıştır. Hatta şiirin son dizesi, şairin itiraz ettiği sisteme farkında olmadan dönmesidir: “Herkes işini yapsın, gerek yok korkmaya” Bu, kapitalizmin söylemi ve tesellisi değil midir? İmge, tarihsel ilerleme diyalektiğine karşı yenik düşmüştür. Bu, ikinci şiirde aşılabilmiş midir?
1792 yılında yayınlanan Deneyim Şarkıları’nda Baca Temizleyicisi isimli ikinci şiir yer alır. Sanayileşmeye ait sorunlar bu dönemde de yaşanmaktadır. Fakat Fransız Devrimi ve İngiltere’deki kapitalizmin yıkıcılığı William Blake de etkiliyor. Gelişmeler devrimci düşüncelere bağlılığını pekiştiriyor. Sömürücü olduğu kadar her şeyi baskılayan din kurumuna tepkisi artıyor. Cehennem Meselleri şiirinden iki alıntıyla somutlaştıralım: “Hapishaneler yasanın taşlarıyla yapılır, genelevler dinin tuğlalarıyla!” ve “Nasıl ki bir tırtıl yumurtalarını bırakmak için en güzel yaprakları seçerse, rahip de lanet okumak için en güzel hazları seçer.” (11) Böylece daha hümanist yaklaşım geliştiriyor. Bilinci şiirde eleştiriye dönüşüyor: “Küçük siyah bir şey karlar arsından / ‘Temizlikçi’ diye seslendi kederli bir sesle: / ‘Söyle bana, nerede senin anan baban?’ / ‘Dua etmeye gittiler kiliseye’” (12)
İmge, yaşamın tanığıdır yine: “Çocuk işçi”, “temizlikçi”, “çocuk işçilerin çalıştırıldıkları fabrikalar ve bacaları”, “dumanların yuttuğu yaşamlar”… Bunların içinde hiçbir şey olmuyormuş gibi “dua etmeye gidenler”, “karlarına kar katanlar”… Her şey gerçektir. Gerçekse boğucu ve akıldışıdır.
Pekiyi, “küçük siyah bir şey” nedir veya kimdir? Bir kadın, erkek, görevli, yoksul veya başka temizlikçi mi? “Küçük siyah bir şey” denildiğine göre kişinin vicdanıyla konuşması şeklinde de algılanabilir. Hepimizin bildiğidir; çaresiz durumlarda vicdanımızla konuşur, hesaplaşırız. Çelişkileri en iyi içsel sesimiz gösterir. Çocuk, halini umursamayıp öte dünyaları için koşuşturan ebeveynlerini vicdanıyla konuşarak eleştirmektedir. Bir düşüncem de şu: Çocuğun üstü başı isten kapkaradır. Bu karalık aynı zamanda ömrü, düşünceleri, güzel görünmeyen geleceğidir. Oyun çağında çalışmakta, ölmektedir. Arkadaşlarında da aynı şeyleri görmektedir. Şimdi! Sanayileşmeyle işçi hareketleri yükselmedi mi? Evet! Bu bilincin geliştiği yerler neresi? Fabrikalar! İşçilerin çalıştığı, konuştuğu, grev kararı aldığı, coplandığı yerler neresi? Fabrikalar! Çocuk ne yapıyor? Bacaları temizliyor. Mecazi söylersek; bacalara kulağını dayayıp olanları öğreniyor. Kirli sistemden nasıl çıkılacağını düşünüyor. Kaldı ki kendisi de işçi değil midir? O halde “küçük siyah bir şey” çocuğun yansıyan vicdanıdır. Şair, çocuğun dünyasından büyük dünyanın işleyişini imgeleştirmiştir. Bu gören çocuk / şair sızlanmak yerine sistemi eleştirmeye geçmiştir. Bu şiirin ilk şiirden farkı da budur.
İmge, çıkışı önerir: “Şükretmeye gittiler, Tanrı’ya, rahibe, krala / Acılarımız üstüne cenneti kuranlara”(13) Bir şehri aralarında bölüşen mafya örgütleri gibi devlet (kral) ve din (kilise) de bu bölüşümü yapmıştır. Kendi yasalarıyla! Egemenlerin düzeni bozulmasın diye. Devlet bedeni (emeği), din aklı (kültür) sömürür. Böylece halkın getirisi sermayeye akar. Mecazi söylersek; yılanın çatal dili başında birleşir. Şair/çocuk bunu dillendirir. Bu söylem karanlığı yırtmaktadır. Deneyim Şarkıları kitabındaki Londra şiiri de Baca Temizleyicisi şiirlerini hem destekler hem de son noktayı koyar: “Tüm insanların haykırışlarında / Korkunç çığlıklarında çocukların / Bütün seslerde, bütün yasaklarda / Beyne vurulan zinciri duyuyorum”(14) Yine buradadır baca temizleyicisi çocuklar, değişen ağırlıklarıyla! Beyinleri ve bedenlerini zincire vuranlara kafa tutarlar. İşleri zor ama imkânsız değildir! Onlar da biliyorlar; “Küçük bir çiçek yaratmak yüzyıllar alır.” (15)
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1- Eflatun (I.cilt), İon, Hürriyet Yayınları, çev: Tanju Gökçöl, s: 220
2- Türk Dili Dergisi, Yazın Akımları Özel Sayısı, Ocak: 1981, sayı: 349, s. 8
3- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 257’deki açıklamadan alıntı!
4- Türk Dili Dergisi, Yazın Akımları Özel Sayısı, Ocak: 1981, sayı: 349, s. 98
5- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 112
6- Metin Cengiz, İmge Nedir, Şiirden Yayınları, s. 5
7- Metin Cengiz, İmge Nedir, Şiirden Yayınları, s. 7
8- Vecihi Timuroğlu, Cahit Külebi /Hançer ve Lirik, Başak Yayınları, s. 39
9- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 31
10- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 31
11- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 202
12– William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 59
13- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 59
14- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 70
15- William Blake, Kehanetin Gölgeleri, Varlık Yayınları, çev: Tozan Alkan, s. 202