Doğal bir kaynaktır amatörlük. Halkların suyudur. İçtikçe, yaşadıkça geliştiren, gelişen… Hiçbir yere yaslanmadığı için ne kişilerin, ne kurumların, ne devletin güdümünde değildir. Olmamalıdır. Hiçbirinin sansürüne izin vermez. Bildiğini söyler.
Yazının başlığı bir iddiadır. Sanatın tüm dalları için söylenebilir.
Bu iddiayı kanıtlamak gerekmektedir. Deneyeceğim…
Tarihsel süreç içerisinde son olarak 12 Eylül açık faşizmini yaşamış ve askeri olmadığı varsayılan sivil darbelerle (28 Şubat, 27 Nisan vb.) ve onların işletmecileriyle yönetilen ülkemizde; silkinmeye çalışan, özgürlüğe, insanlaşmaya çalışan namuslu bir avuç tiyatro, adamıyla/kadınıyla tiyatro hareketi, onurunu koruma çığlığı içerisindedir. Yetersizdir… Acıyla belirlenmelidir.
Tiyatro sanatçısı; yaşadığı coğrafyayı, kültürel konumu, sosyal-ekonomik dengeleri tahlil etmek, kavramak ve insani boyutlara çekip olumsuz gidişatları değiştirmeye çalışmak zorundadır. Temel dert daha yaşanılası bir dünya özlemi değil midir? Bunun yolu düşünüldüğünde temel dert gerçeğe ulaşma değimlidir? Gerçeğe ulaşmadaki gözbağcıları, dolambaçlı yollara sürükleyenleri, tersinden göstermeye çalışanları deşifre etmek ve gerçeği gün ışığına çıkarıp onunla yaşamaktır temel dert.
Hans Schweikart”ın çok önem verdiğim şu sözünü sizlerle paylaşmak isterim: “Tiyatro, seyircisine kendi yaşamındaki bilmediği şeyleri, daha doğrusu bilmekten kaçındığı (kaçırtıldığı- Ö. Başkaya) şeyleri göstermekten sorumludur…“
Bizlere değişimi, ilerlemeyi, sorgulamayı göstermeyen (hatta bizleri bunların aksine sürükleyen) bir tiyatro dayatılmaktadır.
Tiyatro, verili ortamın sürdürülmesine yaramayacak ve devrimci dönüşümlere engel teşkil edecek bir konuma bilerek sürüklenmiştir. Yeniyi aramayan, öz-biçim ilişkisinin emekçi kesimlerdeki anlaşılır etkisini koparan, sorgulatmayan, ezilen kitlelerin uzağında (onların dili olmayan) bir tiyatroyla karşı karşıyayız. Süslü, içi boşaltılmış, koflaştırılmış… İşte tüm bu tahlillerin gerçeğinde/ışığında; tüm bu olumsuzluklardan hareketle söylüyorum ki; Tiyatronun yarını Amatörlüktür…
Şimdi bunun nedenlerini kısaca açıklamaya çalışacağım.
1- İçi Bilerek Boşaltılan Kavram: Amatörlük
Sözlüklerdeki «Amatör» kavramına bakarsak; para kazanma amacı olmayan, acemi, özençli, heveskâr gibi mesnetsiz açılımlarla karşılaşırız. Aynı sözlükler “profesyonel”i de; kazanç sağlama amacıyla bir işi, bir mesleği yapan, uzman kişi diye tanımlarlar.
Bir kere, para kazanma-kazanmama tartışması açılımı başlı başına düşüncesizlik ve bilinçsizliktir. «Amatör para kazanmaz!» Niye kazanmasın? Amatör bir sonraki oyunun dekoru ya da ışığı için dilencilik mi yapacak? Sistemin ve mesleğin Makyavelist dayatmalarıyla onursuz işlere mi yönelecek? Çalıp çırpacak mı? Amatör tiyatrocunun evet para beklentisi yoktur. ama bu kazanmayacağı anlamına da gelmez.
Geçim derdini sağlama tasası olmadığı için ekonomik sorunlarla uğraşmaz amatör. Ve bu ona yeni özgürlük alanları açar. Yaratıcılığını geliştirir. Ekonomik manipülasyonlara boyun eğmeyeceği için, çalışma alanı artar. Seyircisi, ulaştığı çevre dinamikleşir-artar. Devam edelim: «Acemi, özençli, heveskâr vb….» Şimdi burada sormak gerekir: Bu tanımlar neye ve kime göredir? Örneğin ömrünün 40 yılında, dişini tırnağını esirgemeden amatör olarak çalışan, araştıran, sorgulayan, öğrenen birinin acemi olduğunu kim ve nasıl iddia edebilir?
Seyircisini ve kendini değiştirip yarının güzel, eşit, özgür dünyasını kurmaya çalışan, hayatını dramaturgiye, oyunculuğa, rejiye vermiş bir tiyatro emekçisine kim acemi diyebilir? Kavramları iyi kullanmak gerekir. Bizim gerçek amatörlerden öğrendiğimiz, ustalarımızın, abilerimizin anlattığı amatör: “Gönül bağıyla bağlanmış” demektir. İsteyen, sevendir amatör. Ve sevmek de, istemek de sözle olmaz. Emek vererek, aşık olarak, kendine, işine, toplumuna saygı duyarak olur.
Amatörlük bir seçimdir. Bir basamak değildir. Profesyonel olmanın merdiveni değildir amatörlük. Kötü ve insanı ahmaklaştıran dizilerde oynamak için kendini gösterme perdesi değildir. Kısa yoldan ünlü olma, bol paraya, şöhrete kavuşmanın yolu değildir. Reklamlarda benliğini, sanatçı ahlâkını, mal satmanın bir aracı olarak kullanmak için geçilecek bir yol hiç değildir.
Tüm bunların dışındadır amatörlük. Seyirciyi değiştirme-dönüştürme çabasıdır. Ülkesini ve dünyayı sorgulatma, olanı biteni, yok sayılanı, üstü kapatılanı, velhasıl gerçeği anlamaya/anlatmaya çalışma işidir.
Doğal bir kaynaktır amatörlük. Halkların suyudur. İçtikçe, yaşadıkça geliştiren, gelişen… Hiçbir yere yaslanmadığı için ne kişilerin, ne kurumların, ne devletin güdümünde değildir. Olmamalıdır. Hiçbirinin sansürüne izin vermez. Bildiğini söyler. Özgürlüklerin evinde oturduğunu bilir ve ne sansürcülere ne de oto sansüre izin verir. Yiğitliktir Amatörlük… Ayaklarını sağlam basar, tanıklık eder. Yaşamı değiştirip dönüştürmeye çalışır. Eşitsizliğin üstüne gider. Demokrasi kültürünün tiyatrodaki belkemiğidir amatörlük. Özgürlükçü ve özerktir. Tüm bunlar değilse amatör de değildir. Tüm bunlar için çabalamıyorsa yoktur. Sıradandır. Halbuki feda eden olmalıdır. Ortaya koyan olmalıdır. İnsan için olan olmalıdır. Yeniliğiyle, deneyselliğiyle, sistem dışındalığıyla devrimcidir amatörlük. Olmalıdır. Karl Marks’ın bilim hakkında söylediği bir sözü affına/affınıza sığınarak sanat hakkında uyarlayıp söylemek istiyorum: «Sanat, kendimiz ve insanlık için çalışmaktır/yapmaktır. Sanat bencil bir zevk olmamalıdır. Sanat çalışmalarına kendilerini verme şansına sahip olanlar, bilgilerini ve yaşantılarını insanlığın emrine sunmakta birinci gelmelidirler.»
2- Profesyonellerle İlişki
Tüm söylediklerim üzerine profesyonelliği eleştirdiğim ya da yerdiğim düşünülebilir. Bu sanı doğru değildir. Profesyonellerin de ülkelerinin sanat kültürlerinde Marks’ın söylediği asıl amacı unutmadıkları, etik değerlerini kaybetmedikleri ölçüde çok önemli yerleri olacağına inanıyorum… Ancak ekonomiden, burjuva yaşantısından ve devletten bağımsız olamamaları gerçeğinin de önlerinde önemli bir handikap olacağını belirtiyorum. Bu durumun da amatörlüğün temel artılarından ve özgürlük alanlarından biri olduğunu düşünüyorum…
Ayrıca dünya genelinde profesyonellerin amatörlere yakıştırması olan «sahneye çıkan seyirciler» yaftasına amatörlerin izin vermemeleri gerekmektedir. Bu izni vermemelerinin temel koşulları ise eğitim ve örgütlenme sorunsallarında yatmaktadır: Araştırması bitmemelidir amatörün. Sorgulaması bitmemeli. Denemesi, yine yeni denemesi… Ancak böyle ulaşılabilir halkla iç içe tiyatroya. Ancak böyle sağlamlaştırılır kültürel doku… Teatral yarınlar…
3- Kapitalizm ve Sanat
Amatörlükle profesyonelliğin ayrımının temel tavrını sistemde, kapitalizmde aramak gerekmektedir. Sanat bir kendini ifade etmedir. O zaman burada iş bölümünden bahsetmek; “önce para kazan, zamanın kalırsa oyalanacağın bir şeyler bulursun, biz buluruz” demek işte kapitalizmin işidir. Ekonomik etkinliği baştacı edip, çok para kazanmaya özendiren kapitalist sistemdir. Para kazananlar profesyonel, diğerleri amatördür demek yine verili kültür anlayışının-kapitalizmin işidir. İnsanları kategorileştirme, ücretli köleler haline getirme düşüncesinin ürünü ve uzantısıdır bu yaklaşımlar.
Bilindiği yada bilindiği sanıldığı üzere, yabancılaşmış; kendine, topluma, ailesine, hatta cinselliğine yabancılaşmış bireyler oluşturmak sistemin istediğidir ve işidir. Bu türden insanların yetişmesi-yetiştirilmesi egemenlerin ekmeğine yağ sürmedir. Bir avuç azınlığın yoksul insanlığı köle gibi kullanması, çokuluslu şirketlerin sermayelerine sermaye katması, insansızlaşma, insani değerler avıdır kapitalizm.
Söylendiği aldatmacı gibi sanatçıların politikayla uğraşmamaları gereği, kandırmacanın ilk ve önemli yollarındandır. Kapitalizm tiyatroyla uğraşırken, istediği oyunları oynatırken, egemenliği için tüm dalavereleriyle, kandırmacalarıyla oyunlar oynarken; işine gelmediğinde tiyatroları, metinleri sansür edip tiyatrocuları derdest edip içeri attırırken sanat-politika birbirleriyle ayrı değil de; çirkeflerini açığa çıkarken mi sanat-politika ayrı şeylerdir. Buna artık ancak ahmaklar inanır.
Amatörler, bilinsin ki, ahmak değillerdir.
Halklara yağını tuzunu, ekmeğini vererek, ya da onların gözlerini boyayıp Amerikan rüyalarıyla avutup sistemin yeniden politik-ekonomik olarak üretilmesinin bir versiyonu da, SANAT ta; uykuyu, unutmayı, sanal ve popüler aşkları, hayatları, bol parayı vaat eden-etmese bile umut ettiren-koklatan tiyatrolar, diziler, filmler tükettirerek emekçilerin sanatsal ihtiyaçlarını karşılıyor gibi gösterme işidir. Sistem her alanda kendi için yeniden üretilmelidir. Egemenler her alanda sistemi üretmezlerse boşluklar oluşabilecek ve bu boşluklar sistemin içini belki de oyacaktır. Yoo… Buna izin verilmemelidir. Ve vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama unutuyorlar ki doğal kaynak bir gün ayağa kalkacaktır. Burada bizim için en trajik olansa tiyatro sanatçılarının bu kirli oyunda bilerek veya bilmeyerek rol almaları ve tarihin ironik sürecinde emeğin karşı tarafına düşmeleridir. Ki bu tüm iyi niyet ve geçim derdi düşüncelerinin ürünü ve sonucu bile olsa karşı devrimci bir çizgi ve ihanet sürecine tekabül eder.
4- Sol ve Sanat
Burada tabii ki sol-sosyalist düşünceden bahsetmeden geçmek olmaz. Özgür bir dünya kurma isteğiyle ideoloji ve politikaların belirlenmiş olması gereği ve gerçeği bu ayracı koymayı gerektirir. Evet dramatik olan bir durumda sol düşüncenin sanata bakış çizgisinde yatmaktadır.
Devrim için sanatı herhangi bir yol/araç olarak görmekten tutunda, kültürel ve sanatsal muhalefeti hor görme, sanatı yok sayma seviyesizliğine kadar gidecek bir süreçle karşı karşıya bulunmaktadır.
Söylemde sanatın önemi büyüktür. Ama sadece söylemde, o kadar. Bunun için sol-sosyalist parti/çevrelerin yayın organlarına bakmak yeterlidir!.. (Özel çalışma yapan gurupları tenzih ediyorum) Buralarda bulunan tek tük yazılıp çizilmiş birkaç satırı «hani sanata-tiyatroya önem vermiyorduk?» diye savunacaklara sözümüz bulunmamaktadır… Dost acı söyler denmiştir.
Kültürel ve sanatsal muhalefet en az politik ve ekonomik mücadele kadar önemlidir. Bu kavranana kadar emekçi halklarla sağlıklı bir ilişki kurmanın yolu yoktur.
“Sanatı, kültürü oluşturanların”, “yasaları koyanlardan” daha güçlü olduğu söylemi inkâr edilebilecek bir şey değildir. Bu önemli güç iyi kavranmalıdır.
5- Örgütlenme
Örgütlenme deyince; kurgusal bir örgütlenmenin teknik önemi üzerinde durmak gereksizdir. Bu formal bir iştir. Yapılması dönem-süreç için gerekiyorsa yapılmalıdır. Şimdiye dek birçok örgütlenme çalışması başlatılmıştır. Ancak önemli olan kurulacak örgütlenmenin nitel yapısının yeni ve özyönetimsel bir devrimci kişiliğe sahip olması gerekliliğidir. Bir Bedevî tavrı içinde, bir komün örgütlenmesi gibi örgütlenmelidir amatörler. Örgüt bir tiyatro okulu gibi çalışmalıdır. Atölye çalışmaları, okuma çalışmaları, paneller, konferanslar, tartışmalar, araştırma ve sorgulamalarla birbirlerini tamamlar, değiştirir/dönüştürür olmalıdır.
Birbirleriyle etkileşim ve teknik desteğin yanı sıra işlevli, demokratik birer kitle örgütü olarak çalışmalıdırlar. Sisteme ayak uydurmuş, uyduruk mesleki örgütler, dernekler, vakıflar gibi değil; halkın desteğini alan, kültürel muhalefet noktaları olmalıdırlar. Adı üstünde amatör bir ruh ve bilinçle örgütlenmelidirler. Söylendiği gibi “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.“.
Daha önce ATÜK (Amatör Tiyatrocular Üretim ve Yayın Kooperatifi) bültenlerinden birinde yazdığım gibi; “Sanatın ve düşüncenin baskılardan kurtuluşu; bu baskıya maruz kalanların örgütlenmesi ve bunun sonucunda özgürleşmesi ile olacaktır.“.
Şimdi yazının başlığındaki iddiayı, «Tiyatronun Yarını: Amatörlük» iddiasını burada değiştirmeyi uygun buluyorum:
Tiyatronun Yarını: Örgütlü Amatör Tiyatrolardır!…