Olağanın izinde olağandışılık veya anomaliyi metnin içinde gezdiren, vicdanı” ve “farkındalık”ı ana izlek olarak benimseyen Büyükaşık'ın yeni romanı “Tragedyayı Oynarken”de deprem gerçekliğinin izinde bir kentin yıkımına dair tanıklıkları, Murat Ka’nın geçmişiyle yüzleşmesinde “Kırmızı Pazartesi”de karşımıza çıkan toplumsal olarak suça ortaklık dahilinde görebiliyor.
Kentli, beyaz yakalı bir kahraman olan Murat Ka’nın kafkaesk bir yorumla “Joseph Ka” göndermesi eşliğinde metropol-taşra gerilimini yüklendiği ilk romanı “Murat Ka’nın Çoğul Tarihi” ardından yazar Erinç Büyükaşık ikinci romanı “Tragedyayı Oynarken” ile Liman Kültür etiketiyle okurlarının karşısına çıkıyor. Yazarın ilk romanından farklı olarak “Tragedyayı Oynarken” ülkenin yaşadığı deprem felaketi ardından kaleme alınmış “Hatay” özelinde bir felaket romanı. İlk roman “Murat Ka’nın Çoğul Tarihi”nde Erinç Büyükaşık, yayımlanmış öykülerinin de belirgin bir izleği sayılabilecek “kadın”sık hallerini işlerken yeni romanı felaketin izdüşümlerini “unutmak ve bellek” kavramları eşliğinde irdeliyor.
Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’nde bir cinayetin “anımsattıkları” izinde taşranın “kadın”a dair boğucu ve öldürücü “hali yansıtırken kahramanın geçmişiyle yüzleşmesi, kadınlık, erkeklik halleri, Gezi eylemlerine kadar uzanan bir süreci de yansıtıyor. Romanın izleğini özetleyen bir soru ışığında beliriyor bu çatı üstelik. Bu soru özetle “Esma’nın Katilleri Nerede?” Biçiminde özetlenebilir.
Tragedyayı Oynarken’in ortaya çıkışı bir felaketin ardından yazarın da yaşadığı travmalar ardı sıra ortaya çıktı. Hatay’ın günlerce yaşadığı çaresizliği akrabaları ve dostları çerçevesinde gözlemlemek ve kentteki depremzedelerin çığlıklar, öfke romanın ana hatlarını da oluşturuyor. Bir tragedyayı tüm acımasızlığıyla oynayan bir kentin öyküsünü kaleme alırken tanıdığı insanların felaketin sonrasındaki öykülerini fazlasıyla içselleştirmek zorunda kalan yazar şu soruları da sorduruyor okura. Bugün hâlâ yıkımın toplumsal travmaları sürerken bir kenti ve ülkeyi ayağa kaldırmak ve belleği diri tutmak mümkün mü? Unutkanlıklarımızı yargılayarak atılabilecek bu adımı Berlin’den Hatay’a uzanan yolculuğun yıkıntıların altında kalan anıları da işiterek gerçekleştiriyor yazar. Ayşen, Ahmet, Arif, Nezahat ve kitabın diğer kahramanların köye ve taşraya yolculuk bağlamında “unutma”ya dair korkular içinde olması bu “tragedya”nın içindeki kolektif travmalarında bir nevi tragedyavari sahnelerini de zorunlu kılıyor roman dahilinde.
Öyküde gerçekliği yalnızca kahramanın dolayımsız tanıklıkları olarak görmeyen yazarın teknik olarak yaratıcı, buluşlara açık olduğunu da söylemek mümkün. Bu açıdan atmosfer, anlatıcı, izlek adına ülke, coğrafya, kent, mahalle, ev gibi mekanlar kadar distopyayı da kapsayan bir anlatı evreni de kuruyor Büyükaşık kendi yazı serüveninde. Belki de yaşadığımız coğrafyaların distopya alametlerini her gün başka çelişkiler, paradigmalar ve felaketlerle yaşaması da bunun nedeni. Otokrasi, bireyin kuşatılmışlığı, ötekileştirilen kalabalıklar, hukukun yok sayıldığı toplumsal olaylar dizisi, kıyımlar kendi başına bir distopya da sayılabilir ülkemizde bu açıdan da. “Kediye Dokunma” isimli öykü kitabında da bu açıdan tam da sözünü ettiğimiz “distopik” öykülerle okurunu karşılayan yazar; savaş, ölüm, cinayet, küresel bir cezaevi gerçeğimiz izinde kara öykünün peşi sıra öyküsel yolculuğunu ortaya koyuyor.
Olağanın izinde olağandışılık veya anomaliyi metnin içinde gezdiren, vicdanı” ve “farkındalık”ı ana izlek olarak benimseyen yazarın yeni romanı “Tragedyayı Oynarken”de deprem gerçekliğinin izinde bir kentin yıkımına dair tanıklıkları, Murat Ka’nın geçmişiyle yüzleşmesinde “Kırmızı Pazartesi”de karşımıza çıkan toplumsal olarak suça ortaklık dahilinde görebiliyor. Romanın bu açıdan kahramanı çerçevesinde şu değerlendirmeyi yapabilmek de mümkün. Roman kahramanımız Almanya’dan babasının “alzheimer” hastalığı nedeniyle dönmek durumunda kaldığında depremle yüzleşiyor roman boyunca. Depreme dışardan bakmak yerine deprem bölgesindeki çelişkiler, yıkımları tanıklıktan çıkarak “depremzede”nin yaşadığı çıkmazlar ve psikolojiyle çözümlemeye çalışan bir roman kahramanına dönüşüyor giderek. Hatay’ın, yok olan bir kentin, hem geçmişi hem de belirsiz geleceği tam da “alzheimer”, “hafıza”, “unutmamak” kavramları ve olguları ışığında karşımıza çıkıyor nihayetinde.
(BASIN BÜLTENİ)