Sabırla dinle içindeki ezgiyi, umutların katlanacak, kanatlanacak. Yarattıkça yeneceksin karanlığı, daha insanca olacak belki her şey, biraz biraz, pek insanca…
Ah uykuların güzelliği
Huzurla, umutla geleceğe baktığımız
Aydınlık neredesin?
Kör karanlık, cahil şiddet,
Biliyoruz,
İnanmazsak [biz], hiç olmaz yaşamın kıpırtıları
ÖZGÜRLÜK NEREDE?
Felsefi bir giriş: Toplumsal olan her şey, bireyin üzerine bir kâbus gibi çöker kimi zaman; onun hükümranlığı altında ezilen özne, tüm özgürlük vanaları kapatılmış bir sistem gibi sıkıştıkça sıkışır. Patladı patlayacak…
Özgürlük, neredeyse her zaman, otoritenin baskıladığı bir kaderi yaşamaya mahkûm olmuştur. Sanki bu dünyada bulunmayan bir şeymiş, sadece bir kavram, tanımmış gibi…
Toplumsal alışkanlıklar, inançlar, ritüeller, akideler, gelenekler… aşağı yukarı her şey, bireyin fikirlerini, eyleyişini doğrudan veya dolaylı olarak etkiler, dumura uğratır, çarpıtır ve belki belirler.
SAHİ SEN KİMSİN?
Genel bir giriş: Küçükken yol yürümek, büyük dünyaları keşfetmek gibi bir şeydir. Caddeleri, sokakları öyle büyük öyle sarsılmaz sanırsınız ki bir sokaktan diğerine, bir mahalleden bir başkasına geçince dünya değiştirir gibi olursunuz.
Şimdi ben: Geri döndüm, baktım. Geçen zaman içinde sokaklara, ağaçlara ve taşlara… kalın yapraklar, iğne dallar, sıska, yerden bitmeler, böcekler ve onları yiyen kuşlar. O muhteşem döngü! Ve koku, yaseminle karışan akşamsefası. Ah büyüleyici yaz akşamlarında o meltemler…
Sonra soruyorum: Söyle bakalım sen kimsin? Ürkek bakışlarının menzilinde korka korka yaşamasını öğrenmiş [bir] kedi mi? Doymak bilmeyen bir hırsla ve kıskançlıkla dolu hayatı, hayat diye yaşayan aldanmış bir insan mı?
SOR
Yokluk, seni var eden gölgen. Toprak içinden içine geçtiğin katman. Ve sen bilinmeyen güneş; bir ışık var ama içimizde…
Sancı, toprağa her haykırışta düşen: “Önce [hep] söz vardı”. Sözcüklerle biçimlenen rüyanın, ayaklanan umutlarla geleceğe yelken açması…
Tükenen insanlık, yaşayan insanlık, direnen insanlık.
PEK İNSANCA
Bitmiş düşlerden diriltilen hayat; umuda şans veren karamsarlık. Sen kıyılara vuran köpük köpük dalgam, öyle içten, öyle insan… Yenidünya hep özlemlerde. Neyse ki, insanı öldürülmekten alıkoyan hep sevgi. Karıncanın, sabırla kurduğu dünyayı didine didine yaratacaksın, tükenmekteyken üstelik…
Yaklaşmışken, tam varacakken, ulaşamadığını sanmak ne büyük talihsizlik. Sonra yüzünü öteye çevirip, ah hep o kaçırdıkların… bilmiyorsun ki insanın tırnaklarıyla var ettiği koca bir hayat, ne değerli oysa…
Sabırla dinle içindeki ezgiyi, umutların katlanacak, kanatlanacak. Yarattıkça yeneceksin karanlığı, daha insanca olacak belki her şey, biraz biraz, pek insanca…
DİNMEYEN ÖFKEMİZ
Umudun içinden gelebilmek şimdi. Kır çiçeklerinin kokusunu taşıyan rüzgâr gibi hafif ve içten. Lodoslarda deniz gibi engin ve derin [olabilmek]. Ah yalnızlığımız! Meşum ve hain yanımıza tutsaklığımız. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi kibirli yaşayışımız, sanki hiç sevmeyecekmiş gibi taş yüreğimiz, sanki hiç yıkılmayacakmış gibi [öz]benliğimiz.
Sen [hiç] bilemeyeceksin, dünyanın dinmeyen öfkesini, insanın insanla kavgasını, umutsuzca yaşamanın sarsıntısını, seni ertesi sabaha taşıyan o tuhaf dirimi, aşkı yaratan kim bilir daha neleri…
Topraktan yeşeren haykırışları duymadıkça, acıları acın bilmedikçe ne sevinci paylaşırsın ne de insanlığı dümdüz kuşatan kardeşliği.
Bırak süslü lafları, [bak] dökülen yapraklar gibi umutlarımız; her baharda yeşeren, solup giden… Kabullen, bu bitimsiz döngüyü. Her yaprak sırasını bekler, yaşamak için mevsim mevsim, cıvıl cıvıl, kısacık… belki insan gibi… kim bilir…
İÇİMDEKİ SÖZLER BAŞKA SAZ BAŞKA
Hüzünle haykırıyor yüreğim hayata, özlemle sarılırken bir umuda, ufacık bir sevince. Düzensiz okumalar gibi geçiyor yaşadıklarımız, koşa koşa, soluksuz. Bundandır, dönüyoruz bakmak için hep geriye, o fotoğraflar, eski şarkılar… her şey tarih oluyor, tarih de her şey [belki].
Hızla akan görüntü ırmakları, oradan oraya zıplayan bilinç parçacıkları, hepsi yanlışla kuşanmış, doğruya soyunamayan malumat ummanı. Suya bulanan insan suretleri, bata çıka kendini kurtaran bellek, boğulup kaybolan neşe.
Debisi artıyor ırmağın, sel gibi sürükleniyoruz, insanlık çukuruna… şiddet dolu kışların, yazların orta yerine … sabrı yokluktan mı öğreneceğiz hep, direnmeyi karanlıktan… sudan çıkmış balık gibi soluksuz mu kalacağız, gözlerimiz çapak çapak, bu bulanık hayatta…
Kalemin dert görmesin Hocam. Sözcüklerin tüy gibi uçuşuyor, özgür ama duyguyla birbirine nasıl da bağlamışsın….