Kültür endüstrisi kavramında insanlar üretim toplumunun öznesi değil nesnesi olurken; star sistemi eliyle ve kültürü popülerleştirmesiyle ile metalaştırılan sanat ile yaratılan sahte algılar, yapay tatlar, imajlar ile iktidarın isteği doğrultusunda soluk alıp veren, popüler kültür kurbanı birey(ler) yaratılır.
“Gerçek yaşam,
sanat ve düşüncedir.
Yaşamaya değer tek şey
hayal gücüdür.”[1]
Charles Darwin’in, “Eğer ki hayatımı baştan yaşayabilseydim, kendime her hafta en azından bir kez biraz şiir okuma ve biraz müzik dinleme kuralı koyardım”;[2] Federico García Lorca’nın, “Şiir, şarkı, resim, yalnızca halkın kuyusundan çekilmiş sudur ve içebilmesi ve içerken kendini anlayabilmesi için güzellik bardağında ona iade edilmelidir,” ifadelerindeki yaşamsallıkla müsemma sanatın vazgeçilemezliğine dair ne söylenmiş ise, bugünler(imiz)de eksiktir ve daha da fazlası muhtaç olduğumuzdur.
Yerkürenin devasa bir bunalım ile alt üst olduğu güzergâhta insan(lık)a ilişkin birincil gereksinimler listesine sanatında eklenmesi “olmazsa olmaz”ken; Ursula K. Le Guin’in, “Her türlü insan iktidarına karşı direnebilir ve bu iktidar insanlar tarafından değiştirilebilir. Direniş ve değişim çoğu zaman sanatta başlar,” uyarısı göz ardı edilmemelidir.
* * * * *
Andrey Tarkovski’nin, “Sanat, kimsenin onu fark etmediği yerdedir,” ifadesindeki müphemlikle ele alınması mümkün olmayan gerçekliğiyle; “Sanat, şiddeti ortadan kaldırmalıdır, yalnız o yapabilir bunu,” tespitine katılmamak mümkün mü Jean-Jacques Rousseau’nun?
Sanat(çı) bir duruştur; taraftır.
Hem de Simone de Beauvoir’ın, “Sanatçının ifade edeceği bir dünya olması için, o, öncelikle bu dünyada yer almalıdır; baskıcı ya da baskı altında, yılgın ya da isyankâr, insanlar arasında bir insan”; Rıfat Ilgaz’ın, “Sanatçı hangi toplumda olursa olsun sorunları bulup çıkarmakla görevli kişidir”; Sabahattin Ali’nin, “Bence sanatkâr, kendinden başkalarına vermeye başladığı zaman sanatkâr olur!” ifadelerindeki üzere…
Çünkü “Sanatçı var çünkü dünya mükemmel değil. Dünya mükemmel olsaydı sanat işe yaramazdı, çünkü insan ahengi aramaz, sadece içinde yaşardı. Sanat, kötü tasarlanmış bir dünyadan doğar,” Andrey Tarkovski’nin uyarısındaki gibi.
Tam da bunlardan ötürü; “Evet, bir devrimci olarak sanatımla daima savaştığımın farkındayım. Ama şimdi bunun yeterli olmadığını anladım; yıllardır süren korkunç baskılar bana sadece sanatımla değil tüm varlığımla savaşmam gerektiğini gösterdi…
“Bir sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz? Yeryüzünde olup biten yürekler acısı, heyecanlı ya da zevkli şeylerin bilincinde olan ve kendini tamamen onların yansımasında şekillendiren bir politik varlıktır. Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır,” demesi boşuna değildir Pablo Picasso’nun…
Bunlar böyleyken egemenlerin sanat(çı) düşmanlığını anlamak mümkün mü?
Tıpkı Afganistan’da Taliban mensupları Paktiva vilayetinde bir müzisyenin müzik aletlerini yakması gibi! Daha önce de, 1996’da yönetimini ele geçirir geçirmez müziği yasaklamıştı Taliban… Yine aynı yoldan yürüyor; şarkı söylemek bile suç artık!
Bu işin bir yanı; bir de baskının kâr etmediği yerde satın alma kastına teslim olan yalakalıklar var.
Oysa sanat(çı) iktidarla asla işbirliğine gitmez. Ona biat etmez. Ettiği an, artık onun ideolojik aygıtı olmayı kabul eder. Sanat(çı), iktidara bağlı ideolojik bağlılığı her zaman reddetmiştir, reddetmesi de gerekir. Bu, sanat estetiğinin ahlâki var oluş sorunudur.
* * * * *
Kapitalizmin dünyasında “piyasa ile sanatın birbirinden bağımsız olamayacağı” için sanatçıya piyasa şartlarına uyum sağlaması öneriliyorken; “Sanat için sanat” politikası ile sanatı “siyaset dışı” ilan edip, “tarafsızlaştırma”ya kalkışanlara yanıt(ımız): Sanatın bağımsız olması gerektiği, itaat edemeyeceği, araçsallaşıp, amaçlaştırılamayacağı “olmazsa olmaz”lığıdır!
Ernst Fischer’in, “Çürüyen bir toplumda, sanat doğru sözlüyse, çürümeyi de yansıtmak zorundadır. Ve toplumsal görevinden kaçmadığı sürece, sanat dünyanın değişebileceğini göstermeli, değişmesine yardım etmelidir”; Theodor W. Adorno’nun, “Sanat baskı altına alınanın belki en belirgin geri dönüş biçimidir… Sanat daha önce yapılmamış olanı ister, fakat sanatın olduğu her şey daha önce yapılmıştı”; Albert Camus’nün, “Sanat zorbalığa karşıdır… Sanat, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır”; Andrey Tarkovski’nin, “Sanat, sonsuzluğu ifade etmeye çalışması anlamında kesinlikle idealist olan tek insan faaliyetidir”; Pablo Picasso’nun, “Sanat, ruhlarımızdan günlük hayatın tozunu alıp götürüverir,” saptamaları ışığında denilebilir ki, sanatın olağanüstü gücü, toplumu etkiler, empati duygusu yaratır, düşünmeye sevk eder.
Çünkü “Genişlemiş bir algı, işte sanatın sonsuzluğu budur”[3] ve doğası gereği sanatın gerçeği politiktir.
“Sanat bir savaştır – can vermeyi göze almalı,”[4] düzleminde ele alınması gereken sanatın faydası, olan bitenin ötesine geçmekken; o, hakikâtin taşıyıcısıdır; otoriteye meydan okumaktır; farklılıktır, muhalifliktir; egemen itiraz ve eleştirmek için ortaya konan estetiktir.[5]
Sanat(çı) insani var oluşun bizzat kendisiyken; sanatın birleştirici gücünden mülhem kinetik enerjisini “es” geçmeden özgürlüğü doğasında taşıyan bir etkinlik olduğunu görmeli/ göstermeliyiz.
İtirazı ve eleştiri kültürüyle sanat(çı) iktidar karşısında muhalif bir içeriğe sahiptir. Çünkü her türlü iktidar ilişkisi tahakküm üzerine şekillendiği için baskıcı, sınırlayıcı, engelleyicidir ve sanat(çı) da buna boyun eğmez/ eğemez/ eğmemelidir de!
Çünkü olması gereken sanat(çı) toplumu yeniye ve ileriye doğru yöneltmekle mükellefken; “Ne sanatı ne de sanatçıyı, ne sağdan ne de soldan kalıplara sokabilirsiniz,[6] türünden bir tutuma “Evet” demek mümkün olamaz![7]
Sanatın avangartlığı, yenilikçiliği yani yol göstericiliği özünde politikken; o, insan olmanın özüne dair yaratıcı, eleştirel, itiraz edip harekete geçiren bir güçtür.
Sanat aslında yaşamımızın her anında yaptıklarımız, duyduklarımız, hissettiklerimiz, hayal kurduklarımız yani yaşadıklarımız ama fark edemediklerimizi bize anlatan, gösteren ve de bilincimizi aydınlatan bir güçken; Aristoteles, “Sanatın bizi sakıncalı tutkulardan arındıran bir işlevi” olduğunu söyler…
Kaldı ki bir sanat(çı) yapıtı ancak geleceğin titreşimlerini taşıyorsa, yol gösteriyorsa değerlidir. Bu değer, bunu taşıyan gerçek sanatçıların var olmasıyla sonsuzlaşırken; “Sanat, deniyor, bir ayna değil bir çekiçtir; yansıtmaz, biçim verir.”[8]
Unutturulmak istense de; unutulmaması gereken; tam da budur. Bunu yapan ise her şeyi metalaştıran kapitalist üretim tarzı, sanata da el atmasıdır!
* * * * *
Söz konusu müdahaleye rağmen; “Sanat üretimi, her ne kadar bir ticari kuruluşunun seri üretimi değil de bir kişinin yeteneği ve becerisiyle tekil üretim olsa da satılan bir şey olduğu için sonuçta metadır,”[9] türünden genellemeler, abartılıp/ mutlaklaştırılmamalı; koşulların farklılaştırılmasıyla böyle olmaması da mümkündür. Elbette meta kültürünü var eden zeminin aşılmasıyla… (Kaldı ki Karl Marx, “Hakiki anlamda sanatsal (ve bilimsel) faaliyetlerin hiçbir zaman ‘sermaye tarafından gerçek içerilme’ durumuna gelemeyeceğini de söyler.[10])
Burada bir parantez açarak ilerleyelim: Meta (metâ, çoğulu: emtia), sözcük anlamı olarak ticari amaçla üretilmiş, alınır-satılır mal anlamına gelirken; Karl Marx ‘Kapital’in de metadan, “Toplumun en temel hücresi” olarak söz edip, kapitalizm bir meta üretimi sistemi olduğunun altını çizer.
Kapitalizm doğası gereği her şeyi metalaştırır, her şey para aracılığıyla kullanım değerinin ötesinde değişim değeri üretilirken ‘Kapital’de meta şöyle tanımlanır: “Meta, her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir ve taşıdığı özellikleriyle şu ya da bu türden insan gereksinmelerini gideren bir şeydir. Bu gereksinmelerin niteliği, örneğin ister mideden, ister hayalden çıkmış olsun, bir şey değiştirmez.”[11]
Evet meta, birincisi, herhangi bir insanı gereksinimi gideren, ikincisi, kendi gereksinimi için değil, değişim için üretilen nesneyken; kültür endüstrisi kavramı kültürün üretilen hatta yeniden üretilen bir kavrama dönüşmesini ve metalaşmasını ele alır. Ve V. İ. Lenin’in, “Burjuva toplumda sanatçı pazara göre yapıt üretir,” vurgusundaki üzere kültür bir endüstri hâlini alır; toplumun can damarı olur. Böylelikle de halklar üretilen kültüre tabii olurlar!
Kültür endüstrisi kavramında insanlar üretim toplumunun öznesi değil nesnesi olurken; star sistemi eliyle ve kültürü popülerleştirmesiyle ile metalaştırılan sanat ile yaratılan sahte algılar, yapay tatlar, imajlar ile iktidarın isteği doğrultusunda soluk alıp veren, popüler kültür kurbanı birey(ler) yaratılır.
Popüler kültür, toplumsal yaşamda zamana uygun kültürel, ekonomik, politik gelişmelerin bütünken; amaç geleneksel ve evrensel sanat kültürünü geliştirmekten çok, yaşanan güncel olayları uyarıcı, eğlendirici, yozlaştırıcı bir tahriple hayata geçirmektir.
Popüler kültür egemen düşüncelerini pekiştirmek için sanatı kullanırken; buna hizmet eden sanatçı geçinenlerin star sistemi ile ünlenmesinin yolunu açar. Cengiz Gündoğdu’nun gündeme getirip, ortaya koyduğu “Sanatta Star Sistemi” eleştirisine göre star sistemi, kapitalist sanat eseri/ “meta” üretmenin önünü açarken; sistem de, malına (metaya) müşteri arayıp; kaliteye (estetiğe) önem vermezken;[12]Edvard Munch’un ikonik tablosundaki köprü üzerindeki çocuğun yüz ifadesi, kültür endüstrisi karşısında sanat(çı) şaşkınlığı simgeliyor olmalı!
* * * * *
Popüler kültür, toplumun çoğunluğunun bir seçim söz konusu olmaksızın benimsediği ve kapitalist endüstri biçiminin dayattığı, tüketme eylemi ile temellenen bir kültürüyken; kitle kültürü de, kapitalizmin halkın beklentilerine göre düzenlediği, paketleyip sunduğu bir müdahaledir.
Antonio Gramsci’nin hegemonya tanımıyla birlikte anılması gereken, Theodor W. Adorno’nun kültür endüstri çözümlemesi bir yanıyla “Bilinç/veya Kitle Endüstrisi” değerlendirilmesi olarak ele alınmalıyken; “Tekel döneminde kapitalizmin artık açık ekonomik saldırılarla değil üst yapısal (kültürel) saldırılarla kitleleri esir aldığını ve aslında faşizmin, sermayenin dolaylı yollarla ulaşmak istediği noktaya açık açık varmaya çalışılması olduğunu” söyler bize Adorno…[13]
Bu arada Theodor W. Adorno ile Max Horkheimer, “Kültür endüstrisi eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirir. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve büyük ölçüde o tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm sektörlerde az çok bir plana göre üretilir. Tüm sektörler yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbirinin açıklarını kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluştururlar. Bunu olanaklı kılan sadece çağdaş teknik olanaklar değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel yoğunlaşmadır. Kültür endüstrisi kasıtlı olarak tüketicileri kendisine uydurur,”[14] derlerken; egemen kültür, hayatın her alanını kapsayan etkinliğiyle kuşatıp etkilemediği alan olmadığının altını çizerler.
Söz konusu dizayda bireyi kültür endüstrisi üretirken; birey sadece, tüketici olmaya indirgenip; yapay kültürün kuklasına tahvil edilmekle kalmayıp; iktidara mündemiç dayatma, zorlama, disipline etme aygıtlarıyla kapitalist sisteme, resmi ideolojiye bağlanmaktadır.
Toparlarsak: “Popüler sanat” teriminin doğurduğu bir iğrençlik olarak kültür endüstrisinin egemenliğindeki sanat, -Jean Baudrillard’ın ifadesiyle- “Görülecek hiç bir şeyin olmadığı bir görüntü bolluğu”dur. Yani “Çağdaş görüntülerin büyük çoğunluğu -video, resim, plastik sanatlar, görsel/ işitsel sentez görüntüler- görecek hiç bir şeyin olmadığı düz anlamda görüntüler, izsiz, gölgesiz, sonuçsuz görüntülerdir. Tek hissedilen her birinin ardında bir şeyin yok olmuş olduğudur. Bunlar sadece birer olumsuz yoğunluktan ibarettir.”
Theodor W. Adorno ile Max Horkheimer kültür endüstrisinin, bireyleri pasifize edip, hepsini birbirinin aynı olan süreçlerin nesnesi kıldığını vurgularını bir an dahi unutmadan; popüler kültürün ile kapitalizmin iç içe işlediği kavranmalıdır.
* * * * *
7 Ocak 2022’de Erdoğan’ın Süleymaniye Camisi’nin avlusunda Yeditepe Bienali’nin açılışındaki konuşmasında, “Her türlü sapkınlığı, her türlü ahlâksızlığı, her türlü marjinalliği sanat adı altında normalleştirme, hayatımızın tabii bir parçası hâline getirme gayesi taşıyan bu sinsi saldırıya karşı kendi imkânlarımızı daha güçlü şekilde devreye almamız şarttır,” diyerek sapkın ahlâksız saldırının “özellikle medya mecraları üzerinden tüm dünyaya adeta boca edildiğinin”, bunun “masum ve hayırlı olmadığının” altını çizip, buna karşı mücadele edilmesini istediği[15] negatif eşliğinde sanatın satılığa çıkarıldığı karanlıklarda, sanatın sanat olmaktan çıkarılıp metalaştırıldığı bir vahşetle yüz yüzeyiz; bu çok açık!
Sanat(çı) durağan olmayan, yeniliğe inanıp kendisini de yenileyen, emeğin özgürlüğü eksenli duruşla ifade etmeliyken; popülariteden ve çok satandan ziyade, kendi nitelikli özgün dillerini, sanatsal omurgadan kopmadan özgürlük ve emekten yana kurmalıdır ki, bu da sınıflı-sömürücülüğe karşı olmaktır.
Hayır! Doris Salcedo’nun, “Sanat cevap vermez, yalnızca soru sorar,” ifadesindeki üzere sanatı dilsizleştiremezsiniz!
Egemen şiddetin biçimlendirdiği sınıfsal bir vahşetin kollarında yaşa(tılı)rken, hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız!
Sanat(çı) gerçeğinin ne olduğu meselesini belirsiz ve bir çıkmaza mahkûm edemezsiniz!
Hem de sanatsal kaygı, yaratıcılık, özgünlük içermeyen kitsch ürünlerin, sanatın özerkliğini gasbedip sermayenin boyunduruğu endeksleme kastı karşısında!
Satılık sanatın metası kitsch ile sanatın uzlaşması mümkün değilken; post-modernizm ile meşrulaştırılan kültür endüstrisi “sanata dahil edilmek” istenmektedir!
Don Thompson’un, “Çağdaş sanat dünyasına bir yerlerden para girmesi gerekir. Tek sanat alıcısı kamu olmadıkça, tacirlerin, koleksiyoncuların ve spekülatörlerin paralarıyla oyuna dahil olmaları kaçınılmaz olacaktır. Sanatçılar, bir eserin öneminin sıklıkla koleksiyoncunun banka hesabının büyüklüğüne dayandığı, statü ya da yatırım saikli sanat tercihlerini kabullenmek zorundadırlar,”[16] diye tarif ettiği düzlemde küresel sermayenin sanat(çıy)a müdahalesi ile neyin sanat olduğuna sermayedarların karar vermesini devreye soktuğu güzergâhta düzenle bütünleşenden sanat çıkmazken; Fidel Castro’nun, “Kültür, bilim, sanat kendi kendine bir anlam ifade etmez. Sanat, bilim ve kültür insan içindir,” uyarısı kulaklara küpe edilmelidir…
İktidar(lar)a yaranmak adına her türden yalakalığın zirve yaptığı kesitte; sanat(çı) için biat etme, yaltaklanma ve nemalanma söz konusu ol(a)maz.
Hangi alanda, hangi nedenden olursa olsun, sanat(çı) doğası gereği güdüm kabul etmez. Çünkü sanat(çı) yapısı gereği, her türden baskı ve sömürüye karşı tavrını esirgemeyen, özgürlük kavramına sevdasıyla, barış içinde bir dünya özlemiyle vardı, vardır, var olacaktır.
Sanat(çı) muhaliftir, eleştirel bakış açısıyla bakmaktır. Çünkü gerçek sanat(çı) zulmün, şiddetin, insanî olmayan her davranışın karşısındadır.
Julien Benda’nın da ifadesindeki üzere, “Sanatçı ve aydının misyonu, dünyanın efendisi hâline gelmiş haksız ve yanlış karşısında cümle âlem diz çökerken bile ayakta kalıp ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır.”[17]
Tıpkı “Ben kayıtsızlardan nefret ederim. Yaşamak taraf olmaktır, saptamasındaki üzere Antonio Gramsci’nin…
2 Mayıs 2022, 12:30:18, İstanbul.
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:32, No:383, Haziran 2022…
[1] Saul Bellow.
[2] “Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.” (Charles Darwin.)
[3] Gilles Deleuze, İki Delilik Rejimi Metinler ve Söyleşiler, 1975-1995, çev: Mahir Ender Keskin, Bağlam Yay., 2009, s.307.
[4] Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, çev: Pınar Kür, Yapı Kredi Yay., 2010
[5] “Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir.” (Bertolt Brecht.)
[6] L. Doğan Tılıç, “Hava Dönerken Sanat”, Birgün, 22 Şubat 2022, s.3.
[7] Tıpkı, “Sanatın ve sanatçının özgür ve özgün kimliğine müdahale edilmeksizin kamusal desteklerden yararlandırılması demokratik bir kültür politikasının ve toplumsal adaletin gereği olmalı,” (Vecdi Sayar, “Hak, Hukuk, Sanat”, Birgün, 20 Şubat 2022, s.15.) diyen karşılıksız beklentiler gibi!
[8] Lev Troçki, Edebiyat ve Devrim, çev: Hüsen Portakal, Kabalcı Yay., 1989.
[9] Cevahir Bedel, “Adnan Gerger: Sanatçı İktidarla İşbirliği Yapmaz”, Birgün, 27 Mart 2022, s.2.
[10] György Markus, “Walter Benjamin or: The Commodity aş Phantaşmagoria”, New German Critique, 2001, s.4.
[11] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965
[12] Bkz: “Sanatçılar Ödül Sistemine Hayır Diyor! Ödüllere Neden Hayır Demeliyiz…”, İnsancıl Dergisi, Yıl:31, No:374, Eylül 2021, s.26-28.
[13] “Sanat yapıtları çileci ve utanmazdır. Kültür endüstrisi ise pornografik ve iffetli.” (Theodor W. Adorno)
[14] T. W. Adorno-M. Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, çev: Nihat Ünler-Elif Öztarhan Karadoğan, Kabalcı Yayınevi, 2010, s.189-190.
[15] aktaran: Zeynep Oral, “Yerli, Milli, Dini, Sanat”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2022, s.11.
[16] Don Thompson, “Sanat Mezat”, Yeni Yaşam, 21 Haziran 2020, s.10.
[17] Hicri İzgören, “Sanatçı ve Aydın Duruşu”, Yeni Yaşam, 14 Ekim 2021, s.15.