Çocuğun yaratıcı zekası, gerçek ile gerçeğin gölgesi arasında bir yerdedir. Onu ezmeden, sömürmeden, gölgeye basmasına karışmadan, gerçeğe doğru yürümesine engel olmadan ona sanatsal bir dünya kurmanın yollarını açabiliriz.
“Karşı durduğumuz yer tam da burasıdır. İktidarın selameti için çocuklara dayatılan sömürüyü değil, çocuğun sanatsal ve bilimsel yönünü ortaya çıkaran nesnelerle oynamasını istiyoruz.”
Sanatın ortaya çıkışına dair kesin bir cevap verilemese de ilk insandan günümüze kadar insanın kendini ifade edebilmesi adına yaptığı her şeyi sanat olarak adlandırabiliriz. İnsan zekasını geliştirdikçe, doğaya bakış açısını ve doğayı taklit etmeyi, sonra da onu mükemmel hale getirme duygusunu büyüttü. Önce kendini güvenceye aldı, sonra da yaşamının daha konforlu olmasının yollarını aradı ve buldu. İşte bunların hepsinde de sanattan parçalar bulmak mümkün.
Tam da burada çocukları inceleyerek sanatın doğuşuna dair de fikirler edinebiliriz. Çocuklar farkında olmadan tüm potansiyellerini kullanarak sarılırlar yaptıklarına. Bu yanıyla sanatçı tavrına benzetirim onların bu hallerini. Buna var olmanın ağırlığını hissetme de diyebiliriz. Çocuklar bir çok hareketi çevrenin ilgisini çekebilmek için bilerek yaparlar. Sanatçının eseri karşısında duyduğu haz gibi, çocuklar da yaptıklarının takdir edilmesini beklerler.
Sanatın en büyük iletişim yollarından biri olduğunu biliriz. Betimleme gücü, iletişim, yazı ve konuşma diline mahsus değildir sadece. Sanatçı eserini ortaya koyarken; konuştuğu ya da yazdığı dilden öte, iç diliyle konuştuğunda, daha derin ve anlamlı bir ürün ortaya koymuş olur. Bunu söylerken elbette dilin gücünü yadsıdığımdan değil, sanatçının belleğindeki acıdan, aşktan, sevinçten biriken o derin mayalanmadan söz ediyorum ve bana göre bu dil sanatın kendisidir.
İnsan her çağda kendi benliğini ve kimliğini dışa vurma isteğiyle var oldu. Mağara duvarlarına çizilenleri bu kapsamda düşünmek gerekiyor. Çizdikleriyle kendini anlattı insan. Bilerek ya da bilmeden geleceğe bir miras bıraktı. O mağara duvarlarından onun izlenimlerini, yaşamını, el hünerini öğrendik. Nasıl avlandığını, nasıl yaşadığını anlattı böylece. Devamında daha iyisini çizerek, geliştirerek iletişim kurmak için güzel bir araç olarak kullandı. Zamanla bulduğu ve geliştirdiği teknolojilerle yeni iletişim dilleri geliştirdi. Sanatı sadece bu şekliyle tanımlanın, buralara sığdırmanın yanlış olacağını düşünüyorum. Taşa kazıdıklarına, ağaca yonttuklarına, mağara duvarlarına çizdiklerine verdiği ruh ve onları bir biçime sokmasıyla sanata yaklaştı insan. O biçemdir ki doğadaki varlığa ortak oldu ve doğayı işledi. Yani zekanın ve sesin ortaklaşması ile sanat ortaya çıktı.
Şimdi konumuza geçiş yapabiliriz. Çocukken oynanan oyunların uzantısı olmayan hiç bir yaratıcı düşünce yetişkin insan zihninde belirmez. Çünkü insanın yaşamı süresince düşün dünyasında sınırların olmadığı tek dönem çocuklukta oyun oynadığı dönemleridir. Çocuğun zihinsel gelişimi, el-göz koordinasyonunun artması, sosyal hayata adaptasyonu bu dönemdeki oyun eğilimleriyle anlaşılır aslında. Tam da bu yüzden hayal gücüyle doğru orantılı olarak çocuğun yaşamındaki her şey potansiyel sanat aracıdır. Onlar yetişkinler gibi hayallerini kişiliksizleştirme yerine onu konuşturur, ona hikayeler anlatır, ona sarılır. Bir çakıl taşı bile onun hikayesini anlatmak için yeterlidir. Çakıl taşını boyayabilir, suya atabilir, avucunda yuvarlayabilir, onunla konuşabilir.
Burada Hitler örneğini vermek yerinde olacaktır. Hitler 1933’de iktidara geldiğinde piyasaya asker üniformalı onlarca oyuncak sürmekle işe başlar. Yine Amerika’nın uzay temalı oyuncaklar üretmesi buna başka bir örnek olabilir. Yani iktidarlar, çocuğun geleceğini şekillendirmesindeki etken olabilecek eşyalarla iktidarlarının geleceklerini de şekillendirmiş olurlar. Karşı durduğumuz yer tam da burasıdır. İktidarın selameti için çocuklara dayatılan sömürüyü değil, çocuğun sanatsal ve bilimsel yönünü ortaya çıkaran nesnelerle oynamasını istiyoruz.
Özellikle yaşlarının ilk dönemlerinde çocuklar çok daha fazla üretken ve ürettiklerinde özgündürler. Önüne kağıt ve boya bıraktığımız çocukları izlerken onlarla hayal dünyalarına girmiş bulurum kendimi. O yaratıcılığa ortak olmak muazzam bir şey. Kafalarının içinde ne hikayeler kurar, yıkar ve onu çizimlerine aktarırlar. Bize anlamsız gibi gelen, gelişigüzel çizilmiş gibi görünen bu üretkenliğe onların tablosu gibi baktığımızda, adeta bir sergideymişiz gibi davrandığımızda kendilerine inanan, güvenen, eserinden gurur duyan çocuklar görürüz. Tam tersi olduğunda ise güvensiz ve üretme duygusundan uzak çocuklar bırakırız orta yerde.
Çocuk ve sanat denildiğinde genelde çocuk edebiyatı akla gelir. Oysa sanat, çocuğun tüm gelişim evrelerinde vardır. Önemli olan onları eğitenlerin bunun farkında olmalarıdır. Üreten çocuk mutlu olan çocuktur. Ebeveynlerin ve eğitimcinin de bu mutluluğu yaşaması, çocuğun yeteneklerini kavraması, onu yönlendirmesi, çocuğun gelişimi için çok önemli etkenlerden biridir. Yine gözlemlerimden aktarabileceğim diğer bir husus da konuşma zorluğu çeken çocukların farklı hal ve tutum takınarak, kendilerini böyle kabul ettirmeye çalışmaları onların farklı bir alanda gelişmeye yakın yetenekleriyle bağlantılı olabileceği izlenimidir. Çünkü konuşma zorluğu çeken çocuklar, çok güzel şarkı söyler, taklit yetenekleri oldukça fazladır ve rol yapabilmeyi üst seviyede başarırlar. Bu da onları tanımayla ve zamanla yönlendirilebilecek alanlarıyla uzmanlaşmaları demek olabilir.
Yine çocuklar için en önemli duygu dokunma duygusudur. Onlar dokunarak severler, dokunarak oynarlar, dokunarak ifade ederler. Dokunmanın önemini onların bilinçaltına işleyen, sanatsal anlam yüklediği eserde aramak gerekir. Oyuncağı elinden fırlatıp atan çocuk çok görürüz. Bunu yadırgama yerine çocuğa sorduğumuzda orada, bilinçaltında, geçmişinde yaşadığı bir hikaye çıkacaktır. Ya da hayal gücünün sınırsızlığında, onu atmasını gerektiren bir başka hikaye. Keşke o dönemde elleri kalem tutup yazabilseler, çizimleri daha ileri seviyede olsa, karşılaşacağımız sanatsal ve edebi metinlerin tadına doyamayacağımızı tahmin etmek güç olmasa gerek.
Çocuğa sanat kavramını yerleştirmek, onun sanatla tanıştırmak kuramsal formüllerle olmaz. Oyunla, gözlemle, onun sevebileceği, sıkılmayacağı oyunları sunmakla, sevdiği hayvanları taklit etmeyle, çizmelerini sağlamayla olur düşüncesindeyim. Çünkü çocuk zihni uyanıktır ve verilen her şeyi alır. Yeter ki ona verilmesi gerekeni doğru aktarmanın yolları bulunsun. Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ı, Vasconcelos’un Şeker Portakalı, Antoine de Saint-Exupéry’in Küçük Prens’i böyle kitaplardır. Bunlar en bilinenleri olduğu için örnekledim.
Sanat anlayışı ve eserleri toplumdan topluma ve kişiden kişiye farklılık gösterdiği gibi, nesnel ve öznel yaklaşımlara göre de farklı açıklanabilir. Ancak nesnel yaklaşım toplumsal, öznel yaklaşım ise bireyseldir. Sanat sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da kendini ifade etme aracıdır. Sanattan uzak bir toplum kendini geliştiremez. Hegel “sanat insan aklının ve hayal gücünün ürünüdür” diyerek sanatın sanatçıdan ruh almasını önemsemiştir. Bana göre bu yaklaşım sanatsal yaratıcılık, sanatsal biçimleniş süreciyle açıklanabilir. Sanatçının içinde yaşadığı dünyayla ilişkisi onun sanatsal duruşunu ve zenginliğini belirler. Başta çocuğun kendini ifade etme bağlantısında açıklamaya çalıştığım gibi, insan duymaya ve düşünmeye başladığı andan itibaren duyguları büyür, düşünceleri şekillenir ve zamanla sesler, çizgiler, renkler gibi canlı cansız imgelere bürünür. Aslında böylece sanat birçok öğreti, mantık, gerçek gibi insanı günlük hayatın dar kalıplarından kurtarır. Daha geniş bakabilmenin, daha çok üretebilmenin, daha çok hayal dünyasının uçsuzluğunda çözüm üretebilmenin yolu olur. O nedenle çocuğun gelişiminde zihin dünyasındaki yaratıcı tetiklemeleri iyi kavrarsak onun sanatla olan ilişkisini de kavramış oluruz.
Çocuğun yaratıcı zekası, gerçek ile gerçeğin gölgesi arasında bir yerdedir. Onu ezmeden, sömürmeden, gölgeye basmasına karışmadan, gerçeğe doğru yürümesine engel olmadan ona sanatsal bir dünya kurmanın yollarını açabiliriz. Işıltı ve gerçek ondadır artık.
Gerçek ile gerçeğin gölgesi arasında dolaşan çocukları baskılamadan onları konuşturabilmek mümkün. Büyükler bunu beceremese de mümkün. Çocuk ve sanat ilişkisini ilgiyle okudum. Umarım okuyan bir kez daha düşünür.
Sanat, kişinin içindekileri ruh, zeka, duygu ve beden harmonisiyle dışarıya yansıtmasıdır bir nevi. Çocukluk bunun ortaya çıkarılması için en özgür dönemdir. Yeterki oralara dokunabilelim. Dediğin gibi okuyanı bir kez daha düşündürebilirsem, ne mutlu.
Günlük koşuşturmalardan çocukları unutmuşuz açıkçası. Hatırlatıcı ve değer katan bir yazı olmuş.
Sanat, yaratıcı insanların kendini ifade tarzıdır.. Kişinin kendiyle uğraşısı da diyebiliriz. Böylece insan kendini aşar. Çocukları da katarak kendimizi unutmadan kendimizi aşmaya, hatırlamaya..sevgiler.
Yazılarınız çok değerli çocuk ve sanat ilişkisini irdeliyor. Yeni yazılarınızı dört gözle bekliyorum
Çok teşekkür ederim. Sevgi ve saygımla.
Yaratıcı zekaya saygı duymak ve o zekayı köreltmemenin önemini bir kez daha anladım.
Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim, yüreğinize sağlık, sevgiler.
Güzel bir yazı olmuş, devamını bekleriz. Başarılar.