Evreni kavrayan kişi; özelin, özel olayların genelin birer parçası olduğunu unutamaz. Hele direnç; bir direnci de yedeğinde götürüyorsa, Asım Bezirci’nin dediği gibi, “Direnenler yaşadığı sürece onun şiiri de yaşayacaktır.”
Sanatçı çağını yansıttığı ölçüde görevini yapmış sayılır; çağını yansıtan kişi, ilerideki kuşaklara o çağın panoramasını ve sosyal yapısını öğrenme ve irdeleme olanağı verir. Türk şiirinin geçmişten bugüne kadar gelen yapısı irdelenirse görülür ki, her dönemdeki toplumsal yapı ne ise, şiir de bu sosyoekonomik özelliklere koşut bir içerik kazanır.
Tanzimat’la birlikte toplumsal kıpırdanmalar, Batı’ya yöneliş, şiirde genel olarak toplumsal konuların ağırlık kazanması ve biçimde de daha az sınırlayıcı etkenlerin ortaya çıkması şeklinde görülür. Daha sonra da Kurtuluş Savaşı sonrasındaki çağdaş şiirin yapısal durumuna özgü gelişmeler… “Demek oluyor ki toplumsal değişimle birlikte şiir de değişmiştir. Divan şiiri Tanzimat şiirinin, Tanzimat şiiri Meşrutiyet şiirinin, Meşrutiyet şiiri Cumhuriyet şiirinin, şiirde başlı başına bir zirve olan Nazım da 1940 devrimci kuşağının, bu kuşak da kendinden sonraki kuşakların yaratılmasına etken olmuştur.” (*)
Yeni Türk şiirinin giderek kıpır kıpır gelişimi ve günümüze kadar boyutlanışı iyi yöndedir. Cumhuriyet sonrasında toplumcu çizgi Nazım Hikmet’le güçlü bir sıçrama yapar; onun oluşturduğu engin, geniş soluklu çizgide yepyeni bir toplumcu gerçekçi gelenek oluşur. Garip akımı ve İkinci Yeni boyunca da toplumcu şiir bir yandan gelişimini sürdürür. Birinci Yeni ve İkinci Yeni şairlerinin, Türk şiirinin biçimsel gelişimindeki ve şiirdeki sınırlayıcı etkenlerin kaldırılmasındaki payları yadsınamaz. İçerik olarak da küçük kent insanına yönelik, onun geçici duyarlıkları, umutları, aşkları, yaşama özgü düşünceleri toplamında bir temayı yansıtmışlardır ki önemli yanları da budur; ancak bir genele varamayıp çevrelerindeki olaylara değerlendirici, çözümleyici gözle bakamamışlardır. Oysa 1940 Kuşağı’nın toplumcu şairleri, yalın bir anlatımla insanı, toplumu ve onun kurtuluşunu anlatmışlardır.
1940 Kuşağı’nın toplumcu şairleri olan: A. Kadir, Arif Damar, Cahit Irgat, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Şükran Kurdakul, Hasan İzzettin Dinamo, Niyazi Akıncıoğlu, Ömer Faruk Toprak, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, genellikle Nazım’ın ustalık yaptığı bir kuşaktır ve sosyalist bir çizginin şairleridir. Bazıları Nazım Hikmet öykünmeciliğini sürdürürken, bazıları bu toplumsal savda kendi şiirlerini kurabilmişlerdir. Bu dönem şiiri güçlü toplumsal ögeler taşır.
1940 Toplumcu Şiiri’nin yanında, “Garip” şiirinin ve “Anlamsızlar”ın popülist anlayışı da sürgit devam etmektedir. 1940 döneminin toplumcu şairleri, başta Enver Gökçe olmak üzere, dünyada faşizm olgusuna ve sermayenin en bağnaz gücüne karşı şiiri bir silah gibi kullanırken, şiirin bu gücünü ve olanağını görmezden gelen popülist şairler; bol içkili, bol sevdalı şiirler yazarak yollarına devam etmişlerdir.
Sanatçı, salt geçici günceli işlediği sürece güncelde kalmasına kalır da güncelin bitimiyle kendisinin de yitip gitmesine neden olur. Oysa sanatçı sanatında evrensel olana varmak, genel geçer şeylere ulaşmak zorundadır. Elbette bu durum, güncel olayların sanattan dışlanması anlamında değil, evrensele açık olan güncelin işlenmesi anlamındadır. Sanatçı günceli evrenselin potasında eritmesini bilmelidir.
Evreni kavrayan kişi; özelin, özel olayların genelin birer parçası olduğunu unutamaz. Hele direnç; bir direnci de yedeğinde götürüyorsa, Asım Bezirci’nin dediği gibi, “Direnenler yaşadığı sürece onun şiiri de yaşayacaktır.”
N O T L A R
(*) Adil, Gülvahapoğlu, Güney dergisi, sayı 7, Temmuz 1978.
Yalçın DUMAN