“Dünya ihtiyarladı.” dermiş dedem, babamdan duyardım çocukluğumda. Farklı zamanlarda kullanırdı, belki kendi de tam bilemiyordu ne demek diye. Bu yüzden uzun yıllar bir anlam verememiştim. Şimdi şimdi anlıyorum ne demek istediğini. Hatıran önünde saygıyla eğiliyorum Edip Ağabeyim, ustam…
Bu dünyadan bir usta daha göçüp gitti aramızdan. Sesini, şarkılarını bırakıp gitti. Yaşarken, hastayken ve göçtükten sonraki aklımızda kalanlar ise zamanenin adeta bir özeti, bir anlamda sızısıdır benim için. O’nu 18 yaşında tanımış, sonra bestecisi olmuş bir müzisyen olarak söyleyeceklerim var. Neye yarar, neyi değiştirir bunun hiç önemi yok. Lakin yaşadığımız şu çağda tanık olduğumuz çok şeyi içimize ata ata zehirlenir olduk. Ben kendi adıma içimi dökerken ustamı saygıyla anmak, o’na olan görevimi yerine getirmek isterim.
Gülten Akın’ın “kimse” isimli bir şiiri var, çok severim. Der ki;
“itip beni
Balıma dadanan bu çağı sevmedim hiç”
Sanatçı dediğin çağının tanığıdır, eyvallah. Hiçbir çağda da “ne güzel bir çağ bu, her şey yolunda, insanlar özgür, umutlar yeşil, önümüz aydınlık” diyeni görmedim. Tabii diyenler olmuştur ama onlara da sanatçı denir mi, bu aşırı iyimserlik onlara nasıl bir paye kazandırır bilemem. Demek ki her daim kötüye gitmiş insanlık. Demek ki her daim muhalif olmak gerekirmiş olanın bitenin sorumluluğunu duyup yerine getirmek için.
Edip ağabey böyle bir duruştan, kendini sorumlu hissetmekten gelen biriydi. Sesini, müziğini bir kenara koyarsak sırf bu hali bile onun kıymetli biri olmasına yeter. Çünkü ödün vermedi hiç. Eli kolu bağlandığında sessiz kaldı, para kazanamıyorum diye ağlamadı, biat etmedi, nerde kaldıysa oradan devam etti. Sahnesinde, şarkılarında ve kendi yaşamında muhalif olmayı devam ettirdi. Bir örnek olduğunun bilinciyle buna hiç leke sürdürmedi. Bunlar onun muhalif duruşuyla, toplumcu bir sanatçı olmasıyla ilgili söylenebilecek şeyler. İşin bir de sanat, kültür kısmı var. Edip ağabeyin sesi kültürümüzün bir parçasıdır. O sese duyduğumuz aşinalık bizi biz yapan unsurlardan biridir. ” aldırma gönül” derken, “ince ince bir kar yağar” derken o ses rengi, o aranjeler, dinlediğimizde damağımızda bıraktığı o tat, bu toprakların kültürünün bir nüvesidir. Kaç dönem geçmiş üzerinden, kaç kuşak büyümüş bugünlere gelmiş. Akıllarda, kulaklarda, kalplerde o sesin yankısı nasıl kalmasın?
Kendini halka karşı sorumlu hisseden, ahlaklı birkaç devlet adamını saymazsak siyasetçilere hiçbir şey borçlu değiliz. Onların sanata, kültüre, hayatın iyileştirilmesine, üretimin adilce paylaşılmasına falan kattıkları bir nane yok. Tam tersine sistemin birer parçası olmuşlardır tarih boyu ve onun devam etmesine katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramadılar, yaramayacaklar da.
Aylar önce hastaneye kaldırıldığında telefonum çaldı art arda, meselenin aslını öğrenmek isteyenlerin yanında başsağlığı dileyenler de vardı. Hemen telefona sarıldım, hastaneden ve oraya giden bir dostumdan olanları öğrendim. Belki bilgi veren bir şeyler yazarım diye açtım sosyal medya mecralarını. Sağda solda paylaşımlar gördüm, telaşlandım. Sinirlendim. İnsanlığımdan utandım. Yalan yanlış bilgilerle öyle paylaşımlar vardı ki sanırsın ağabey ölmüş. Sonra da evimin salonunda sinirden voltalar atmaya başladım. Her zaman aynı şey oluyordu, her zaman aynı şey! Gerçekte ne oldu diye öğrenip bilgilenmeden, internette acilen, en hızlısından, üstelik onunla çekilmiş bir fotoğrafını da yükleyerek paylaşma derdine şahit oluyorduk yine! Bu neyin telaşıydı acep?
Aylar geçti ve Edip Ağabey’i kaybettik. Gelen telefonun üzüntüsüyle kalakaldım. Bir devir bitmişti. Çocukluğum, gençliğim geride kalmıştı. Artık öyle olduğunu ziyadesiyle anlamıştım. Bir acıyı insan gibi yaşamanın ne olduğunu neden hâlâ bilmiyor ekseriyetimiz? Telefonlara cevap vermedim o ilk gün. Ustamın sesini açtım. Dinledim saatler boyu. İlk gençliğime gittim. Onu tanıdığım ilk ana, sonrasında ilk albüm, ilk şarkılar, konserler…”güzel günler göreceğiz” in bir Türkiye kupası maçında fener tribünlerinde marş olarak ilk söylendiği dakikalarda “Murat televizyonu aç, Fener maçında şarkımız söyleniyor.” diye gelen o telefon… Dünya hâllerine tepkisiz kaldığımı, içimin kuruduğunu, sadece içki içtiğimde gözyaşlarımın aktığını sanırken ben, bunları hatırlarken birden başladı yağmur. Öyle bir yağdı, öyle bir yağdı ki…
Kaybının üstünden günler geçti. Bir şeyler yazayım istedim ustam için. Yazacaklarımı paylaşırken O’nunla olan bir fotoğrafımızı aradım, taradım, lakin bulamadım ilk başta. Oldum olası hiç sevmedim fotoğraf çektirmeyi. Neden sonra bir yerde buldum. O fotoğrafın da hikayesi ilginçtir. Gaziantep ile ilgili bir belgesel çekmek isteyen bir dostum ile gitmiştik ağabeyin yanına yıllar önce. Moda’da bir yerde buluşmuş, sohbet ediyorduk. Bir ara Edip Ağabey dedi ki dostuma; “Yan yana duralım da bir fotoğrafımızı çek Murat ile. Sen bilmezsin, o taraklarda bezi yoktur bu acayip çocuğun, hiç anlamadım gitti.” demişti de öyle aynı kareye girmiştik. İşte o fotoğrafın altına şunları yazmıştım;
“Her şey akar, her şey geçer. Pencerelerden bakıp da geçeriz. Yerimize birileri gelir; aynı pencerelerden başkaları bakar bu sefer. Bu dünya böyle. Bir anlam ya da anlamlar peşinden koşmanın gereği var mı bilemiyorum. Ama iz bırakmak, bir yaşam çizgisinin içini doldurmak gerek en azından. Ölüm denen gerçeği unutmadan yaşamak ve geride kalanlara bir şeyler bırakmak. Boşuna yaşamamalı. Bence her şeyin özeti bu. Öbür tarafı bilemem. Ama bu tarafta yapmamız gereken bu. İçini doldurmadığınız egoların dünyasında nafiledir her şey, nafile. Benim 17 yaşımı gören, üzerimde emeğini hissettiğim ağabeyim için sessizce ağlıyorum. Bir şeye daha üzülüyorum; çünkü tek değerin para olduğu bir zamanedeyiz ama o bir değerdi. Görüşmek üzere ağabeyim…”
Bir ağaçsa eğer bu dünya, yaşam bir ağaçsa; elbet yapraklarını dökecek, yerine yenileri yeşerecek. Sonra sıra bize de gelecek bir gün. Düşeceğiz toprağa. Kuruyacak ve karışacağız o ağacın dibine. Her şeye rağmen iz bırakanlar hatırlanacak, onurlu yaşayanlar anılacak.
“Dünya ihtiyarladı.” dermiş dedem, babamdan duyardım çocukluğumda. Farklı zamanlarda kullanırdı, belki kendi de tam bilemiyordu ne demek diye. Bu yüzden uzun yıllar bir anlam verememiştim. Şimdi şimdi anlıyorum ne demek istediğini. Hatıran önünde saygıyla eğiliyorum Edip Ağabeyim, ustam…
Alp Murat ALPER