“Bizim Şiarımız Sızlanmak Değil Koşulları Değiştirebilmek İçin Bir İrade Ortaya Koyabilmektir”

Geçtiğimiz günlerde “Vedadır Belki” isimli altıncı şiir kitabı, Mayko Kültür Yayınları etiketiyle yayımlanan Mustafa Güçlü ile şiir kitabı ve sanat anlayışı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

-MayaKültür Kolektifi ve Mayko Kültür Yayınları ile başlamak istiyorum. MayaKültür’ün 2022 yılında sanattaki ödül sistemine karşı yayınladığı bildiri ve kolektif olarak çıkışını gerçekleştirdiği manifestodan bu yana dergi ve şimdi de yayıneviyle devam eden bir yolculuğu, mücadelesi var.

Derginin ilk sayısı için kaleme aldığınız yazıda; faşizmin sanatta görünüm kazanmış cücelerine karşı “Bütünleşik Dayanışma Ağları”nı (1) kurmayı, daha açık bir ifadeyle diyalektik gerçeklikle uyumlu, birbirine yatay örgütlenmeyle bağlı adacıklar inşa etmeyi öneriyor, böylelikle her yönüyle çürümüş, aksak bir kültürün karşısında yeni insanı temel alan, devrimci bir kültürün yaratım sürecini işaretliyorsunuz.

Mayko Kültür Yayınları’nın yayın politikasını bu çerçevede detaylandırabilir misiniz? Bir parçası olduğunuz MayaKültür Kolektifi’nin “yeni insan” yaratımındaki mücadelesi, devlet aygıtının ve sermayenin farklı görünümlerde karşımıza çıktığı yayıncılık alanında nasıl devam edecek?

-“MayaKültür Kolektifi” bir dizi tartışmanın sonunda oluşan bir platform. Kültür endüstrisinin bir parçası(aparatı) olarak sisteme eklemlenmek istemeyen bir grup sanatçının alana ilişkin boşluğu görerek bir müdahale birlikteliği ihtiyacından doğdu. Senin de bahsettiğin “Bütünleşik Dayanışma Ağları” kurmak fikri kültürel alanı boş bırakmamak için ta başından beri aklımdaydı.  Yola çıktığımızda elimizde geniş olanaklar yoktu, bir nevi klasik olacak ama; “kervan yolda denklenir” anlayışıyla hareket ettik. Az olanı diri olanı bir araya getirerek postmodern sanatın karşısında mücadele hattı örme umuduyla yol aldık. Grup içindeki arkadaşlarla kesiştiğimiz noktalar olduğu gibi ayrıştığımız şeyler de var. Bunu çok sesliliği kakofoniye dönüştürmemek şartıyla normal karşılıyoruz. Farklılıklardan önce birlikte yol alabileceğimiz dostlarımızla mücadele hattını tahkim etmek için ortaklaştığımız şeylere ilişkin sağlam adımlar atmak düşüncesiyle hareket ediyoruz.

Sosyal medyada pek çok insanın sadece sızlandığını ve popüler kültüre karşı yanımızda konumlanmakta tereddüt ettiğini biliyoruz. Bizim şiarımız sızlanmak değil koşulları değiştirebilmek için bir irade ortaya koyabilmektir. Mayko yayınları ve şimdiye kadar yaptıklarımızın hepsi bu iradenin bir ürünüdür. Az bütçeyle dayanışmanın verdiği güçle Mayko Kültür Yayınları devasa tekellerin karşısında bizi hiçleştirip yok etmek isteyen kültür politikalarına inat bir kültür adacığı yaratmayı, yakılacak başka çoban ateşleriyle, bu tutumu sürekli kılmayı hedefliyor. Günümüzde toplumcu sanatın sesi kısılmak isteniyor, isteniyor ki eşitlikçi güzel bir dünya kurma düşü yara alsın ve onların pompaladığı kültüre tabi olalım. Zaten sürekli büyük anlatılar çağının bittiğini, kaderimize katlanmamız gerektiği vaaz etmeleri hep bu yüzden. İşte tüm bunlara karşı teorik olarak bir itirazın merkezine kendimizi konumlandırmak istiyoruz. Olanaklarımız oldukça kısıtlı ama el birliği ile tüm olumsuzluklara karşı durabilmek inancıyla üretmeye, paylaşmaya devam edeceğiz. İlk başta belirttiğimiz gibi kolektif içinde yer alan yazarların kitaplarının basımına, tanıtımına öncelik vereceğiz. Kendimizi yayıncılık alanında geliştirdiğimize inandığımızda, edebiyatımıza telifli eser basarak katkı sunmaya çalışmak önceliğimiz olacak. Bir sürü, fahiş fiyata parayla kitap basan yazar adaylarını sömüren yamyam aramızda dolanıyor. Amacımız onlara rağmen sanatçıyı sahiplenerek popüler kültürün, yarışmacı zihniyetin karşısında bir seçenek olduğunu göstererek üretimlerine destek sunmaktır. Bu bağlamda Mayko iddialı olmakla birlikte adımlarını sağlam atarak yol almaya devam edecektir.

-“kıta sahanlığından Akdeniz’e uzak / mayınsız sözcükler diledim ellerine” dizeleriyle açılan “Vedadır Belki”, yayın hayatına yeni başlayan Mayko Kültür Yayınları’nın okuyucularıyla buluşturduğu ikinci şiir kitabı.

Daha önceki şiir kitaplarınızı da incelikle okumuş biri olarak 1992’de yayımlanan ilk şiir kitabınız “Asi Yakılsın Dağlara”dan bu yana şiir dilinizdeki diyalektik gelişimin izlerini Vedadır Belki’de yakaladım diyebilirim. Önceki şiir kitaplarınızın dil havuzundaki seçili kelimeler, her bir kitapta farklı örüntüler içerisinde ele alınarak aynı evrenin özgün parçalarını oluşturuyor; bir başka deyişle her bir eseriniz, kendi çeperini yırtıp yeni şiirin mayası olacak nüvelerini barındırıyor.

Eserleriniz arasındaki bu bütünlüğü nasıl yorumlarsınız? Kitapta, 2020’de yayımlanan “Sizden Önce Geçtim” ile başladığınız beyit kullanımının yanı sıra farklı dize yerleşimleriyle kaleme aldığınız şiirlere de yer vermeniz bu doğrultuda bir tercih miydi?

-İnsan düşüncesini yaşamında görünür kılabildiği bunu davranışa dönüştürebildiği zaman kendi varoluşunu gerçekleştirmiş demektir. Uzun yıllar tekrara düşmeden yeni biçim ve estetik tutum arayışı içinde olduğumu söyleyebilirim. Yaşam durağanlığı kabul etmez hep ileriye doğru hamleler içerir. Eskinin yeninin içindeki varlığı farklı örüntüler içinde ancak anlamlıdır. Yoksa kendi imge havuzunu yaratmış bir şair olarak yeni biçim ve içerikte geçişler yapmadan tekrardan ibaret sıkıcı bir şair olur çıkarsın. Şairin şiir serüveninde sözcük dağarcığında elbette kesişen noktalar olacaktır. Senin de belirttiğin gibi asıl olan söz dizimsel ve imgesel kesişmelerin farklı örüntüler içinde özgün ve yaratıcı bir şekilde okuyucuya yansıtılmasıdır.

Dörtlük, beyit, bent bizim şiirimizde çok sık kullanılan nazım birimleridir. “Sizden Önce Geçtim” şiir kitabıyla birlikte şiirde, aradığım ses ve ritme uygun beyit formatında yazılmış gibi görünen şiirler aslında birbirine sıkı sıkıya bir zincirin halkaları gibi bağlanmış, bir dizenin ya da sözcüğün yerinin değiştirilmesi hâlinde oluşturulan formun yıkılacağı bir yapıdır. Yaptığım iş bütünselliği bozmadan, beyit formunda ses ve anlam geçişlerini sağlamaya çalışmaktı. Bir bendin aralarının ikişerli dizeler hâlinde açılarak okuyucuya sunulması algısal açıdan bir derinlik sağlanması için olanak olarak düşünülmüştür. (Tabii bunun yansımalarını okuyuculara sormak daha doğru olacaktır.)

Dizelerde aradan bir sözcüğü çıkarsan ya da dizenin yerini değiştirsen kurgulanan şiir yapısı yıkılır ve şiir bambaşka hâle dönüşür. Bunun tam tersi de geçerlidir, beyitleri alt alta dizip bütünlüğü olan bir bent oluşturulabilecek bir forma da sahiptir.

O yüzden görünüşe bakarak ya da dize sıralanışına bakarak benim şiirimi beyitlerle yazılmış gibi değerlendiremeyiz. Yani çoğu zaman görünen ikili dize ama örüntülerle akışkanlığı ve sıçramaları içeren bir bütünü ifade eder. Bu bütüncül yaklaşımlar metaforların ve yaratılmaya çalışılan geçişlerin biçimsel örüntüsü olarak şiirde aradığım ses, ritim ve lirik çınlamaya işaret eder. Demin yukarıda da vurguladığım gibi şiirlerimi şiir ırmağındaki bütünselliği yakalamış farklı formların diyalektik birlikteliğinden oluştuğunu ifade edebiliriz. İsteyen dediklerimi şiirler üzerin kendisi uygulamalı şekilde yaparak bozarak oluşturulan yapının geçişkenliğini deneyimleyebilir.

-“Sanat, ilkel tapınma törenlerinden doğar. Bu tapınma törenlerinin biçimi, bilinçli sanatçının elinde geliştirilerek sanat biçimine dönüşür. Eski biçim, halkın yabancısı olmadığı ve kolayca benimseyebileceği geleneksel bir yapı sağlar sanatçıya. Sanatçı, bu geleneksel yapıya yeni bir katkıda bulunarak onu değiştirir, geliştirir. Böylece özle biçim arasında yeni bir birlik yaratır. Sanatsal gelişmenin diyalektiğidir bu.” (2)

G.Thomson’un bu alıntıda işaretlediği gibi şiirin başlangıcı, insanlığın komün örgütlenmesi şeklinde hayat sürdüğü ilkel çağlara rastlar. Tarihin diyalektik akımı, şiiri de beraberinde sürükler ve büyüden modern şiire doğru bir gelişime tanık oluruz. Modernist-postmodernist şiire değin müzikalite şiirin bir parçası, hatta şiirin bir halk hafızası yaratması yolunda en önemli niteliğidir.

“Vedadır Belki” de dahil olmak üzere şiir, öykü veya anı anlatı türünde olması fark etmeksizin tüm eserleriniz yüksek bir müzikaliteye, akışa sahip. Bu doğrultuda şiir ile müzik arasındaki bağı kendi sanat anlayışınız ve Marksizm bağlamında değerlendirebilir misiniz?

-Evet, müzikalite ilk çağlardan beri şiirin önemli bileşenidir. İlk başlarda müzik ve şiir birlikteydi, zamanla üretim ilişkilerinden kaynaklı bir ayrışma yaşandı. Sözlü dönemde kısa dizelerle ya da kendi edebiyatımızı baz alacak olursak 7’li hece ölçüsü, uyak, aliterasyon, asonans gibi söz sanatlarıyla zihinde daha kalıcı bir şiir olarak toplumsal belleğe aktarılması gerekmiştir. Tanzimat edebiyatıyla birlikte Batı edebiyatına ilişkin çeviriler yoluyla Doğu geleneğinden kopuş başlamıştır. Önceleri Arap edebiyatı nazım biçimleri Fars üzerinden bir dizi değişim ve dönüşüme uğrayarak bize ulaşmıştır. Divan edebiyatı kalıpları gerektiren ve müzikaliteye önem veren bir edebiyat olmakla birlikte tekrarları çok içeriyordu. 600 yılda oluşan imge havuzunu aşabilen şair sayısı sınırlıdır. Zaten tekrara düştüğünden ortak mazmunların çoğalmasıyla yaratıcı gücünü yitirmiştir. Tekrar Batı edebiyatına dönersek özellikle Fransız şiiri ve sembolistleri bizim şiirimizi güçlü bir şekilde etkisi altına almıştır. Özellikle yaşayan günümüz şairleri de dahil dil bilenler Fransız şiirinin etkisinde bir nevi çeviri şiir yazmaya yazmaya devam etmiştir.

-Bir yazımda “Gerçekliğin eritildiği bir postmodern edebiyat delüzyonuna karşı yaratılacak cephe; geçmiş kuşak devrimci şairlerin ruhunu gasp etmekle oluşturulamaz.” (3) ifadelerini kullanmıştım. Tam da bu yazının eleştiri konusu olan, toplumcu gerçekçi şiirde ısrarcı kitle tarafından “Vedadır Belki”nin henüz yaratılma sürecinde, şiir diliniz üzerinden bir sosyal medya linçine uğradınız.

“Devrimci gerçekçilik” kavramıyla ilk kez MayaKültür Kolektifi tarafından 2022 yılında yayınlanan manifestoda (4) karşılaştık. Bu anlayışa göre sanat eserinin yaratım sürecinde özün (Marksist felsefenin) ve biçimin bir araya gelmesi aşaması önem arz ediyor. Şiiri meydana getiren Marksist öz, şairin bilinç düzeyiyle ilişik şekilde soyutlama yoluyla estetize edilerek sanat eserine işleniyor. Kavram, manifestoda tüm yönleriyle ele alınarak irdelendiğinden yalnızca bu kısa tanımlamayla yetiniyoruz.

Özellikle son kitabınız çerçevesinde devrimci gerçeklik üzerine düşüncelerinizi merak ediyorum. Dinamik toplumsal dokuların yüksek eylemlilik pratiğini kaybetmesi gerçekliği karşısında diyalektiğin reddolunarak slogancı şiir olarak da tanımlayabileceğimiz toplumcu şiirin sürdürülmesi hakkında neler söylersiniz?

-Alışılmış ezberin dışında bir şeyler söyleme kaygısı taşıyan her insan önce garipsenir. Orhan Veli ve arkadaşları o zamana kadar gelen şairane şiirin biçim ve içeriğinin dışında uyaksız, ölçüsüz şiir yazdıkları için sanat çevrelerinde getirmek istedikleri yenilik ilk başta pek anlaşılmamıştır.

Toplumcu şiiri 40 kuşağının biçim ve öz özelliklerine göre yazmamızı isteyen bekleyen aslında okumayan üretmeyen bir kitle var. Bu arkadaşlar geçmişte ülkeyi terk ederek yurtdışına ricat etmişler. Artık eskisi gibi politik mücadelenin içinde değiller, hobi bahçesi kıvamında sahiplendikleri kültür sanat platformlarında boy gösteriyorlar. Katıldığım çevrimiçi bir etkinlikte anlam ve duygu üzerinden yazdığımız şiire karşı işi hakaret düzeyine vardıracak kadar anlam ve anlamsızlık suçlamasında bulundular.

Oysa anlam ararken anlamdırma yapacak öznenin şiir birikimi, algılama kapasitesi gibi öznel durumlar da araya girer. Şiiri sadece anlam olarak düşüneceksek düzyazı ihtiyacımıza, beklentilerimize cevap verebilir. Şiir, gelinen noktada imge ve soyutlamanın varlığını gerektirir. Şiir anlama kapılarını tamamen kapatmaz, açacağı kapıdan giren okuyucunun estetik anlamda değişim ve dönüşümünü savlar. Burada sanatın ortalama insana birikime seslenerek kendini tekrar etmesi değil, alımlayıcıyı farklı boyutlara taşıyarak estetik beğeni düzeyinin arttırılmasıdır.

Divan şiirinin daha önce de bahsettiğim 600 yıllık geçmişinden günümüze gelen bir anlayış şiiri belagatle söyleyişe adeta mahkûm etmiştir. Şiiri boğan özünden uzaklaştıran şairanelik üzerinden kendilerini konumlandıran Garipçiler tarafından şiirin ayak bağlarından kurtarılması elbette önemlidir. Fakat Garipçiler şiirlerinde sade bir dille küçük insanın sevinçlerini, üzüntülerini anlatırken şiire sınıfsal bir bakış açısı getirmekten uzaktırlar.

Nazım Hikmet’in Resimli Ay’ın Haziran ve Temmuz 1929 sayılarında “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında imzasız yayımladığı bildiri Şair-i Azam olarak nitelendirilen eski şiirin temsilcilerinden Abdülhak Hâmid Tarhan’ı hedef almıştır. Aslında genç bir şairin eskimiş biçimlerle sanat dünyasını yönlendiren ve etkileyen rüştünü ispat etmiş bir şaire yönelmesi boşuna değildir. Eski şiirin putlarının yıkılışını sınıf perspektifiyle şekillendirdiği şiiriyle müjdelemiştir.

Toplumcu şiirin toplumsal dönüşüm dönemlerinde görünür olduğunu günümüzde ise manipülasyon ve engellemelerin sonucunda okuyucusuyla buluşamadığını görüyoruz. Senin de bahsettiğin Devrimci Gerçeklik bildirgesi olmuş bitmiş bir şey değildir, tartışmaya ve geliştirilmeye açık bir metindir.

Yaklaşımımız; SSCB’de parti edebiyatı olarak lanse edilen toplumcu anlayışın kazanımlarını da içeren, yeni insanın inşasını içeren bir anlayışa denk düşer. Ülkemizde de toplumcu gerçekçilik Kemalizm’in etkisi altında köycülük ve halkçılık gibi dönemin siyasal öğretilerinin etkisine açık bir şekilde gelişim göstermiştir. Bu anlamda her ne kadar sisteme eleştiri yöneltir gibi olduysa da Kemalizm üzerinden yine de sistem içi konuma düşmekten kendini kurtaramamıştır. Kısacası antikapitalist bir hüviyete hiçbir zaman sahip olmadığından kendi göbek bağını kendi elleriyle kesememiştir.

Geçmişimizi inkâr edecek kadar haramzade değiliz ama değişen koşullarda, geçmişi birebir taklit ve tekrar etmeden toplumcu gerçekliği yeniden yaşama katmak için farklı bir yaklaşımın gerekliliğine inanıyoruz. Bu da yaşama ilişkin olay ve olguları ele alırken yeni dinamikleri de hesaba katarak sınıf bakış açısıyla hareket etmemizin zorunlu olduğunu bize öğütler.

Biz gerçekliği olduğu gibi yansıtmacı bir şekilde sadece görünen yüzdeki hâliyle değil, daha derindeki diyalektik bağıntılarıyla ele alıyoruz. Sanatçının tarafı bellidir. Emekten ve ezilenden yana tavrını koyarken gerçekliği ham hâliyle değil derinliğiyle yorumlarken estetize edilmiş, ağır işçilik gerektiren bir sanattan bahsediyoruz. Ortalama algıya seslenen anlam üzerinden yola çıkmıyoruz. Sanatın ve sanatçının özerkliği çerçevesinde yeni insana estetik bir katkı yapmanın derdindeyiz. Verili dili zorlamak ve aşmak çabasına girişmiş olmamız hep bu yüzdendir.

Bu bağlamda “Devrimci Gerçeklik” anlayışı sanatçının yaratım süreçlerinde çok yönlü ve zorlu bir çabasını gerektirirken toplumsal belleğin diri tutulması için üzerine düşen görevi yapmasının önemine vurgu yapıyor.

-“Newroz ateşleri yakılıyordu tepede / alevlendikçe puslanıyordu doruklar” (5), “bozlak çağırıyor, telli turnam son yüzde / ayın üstünde kıvrılıyor, çekimli sahraya” (6), “semah dönelim dinsin yangınımız / susalım ayın çemberinde sakalarla” (7)

Ülkemizdeki farklı kültürlerin devlet aygıtı tarafından asimile edilmesi, hegemonya altına alınması veya sermaye tarafından “cultural appropriation” (kültür yağmacılığı) yoluyla karikatürleştirilerek bir meta hâline getirilmesine karşı bir cephe açan devrimci gerçekçiliğe göre farklı halkların kültürel ögeleri sömürü ilişkileri içinde, anlam kaybına uğratılmadan işleniyor.

Bir yazınızda, devrimci gerçekçiliğin bu tutumunu “Şiir yazarken Abdalların coğrafyanın acılarından devşirdiği çığlık dolaşır, dolanır durur yıkık bahçemde. Dadaloğlu ile dirence dönüşür, üç telli ezgisiyle yürür, yokluğu dayatanların üstüne bir sabah vakti Toroslardan.” (8) şeklinde somutlaştırıyorsunuz.

Yukarıdaki dizelerde de görüyoruz ki yerel yaşanmışlık hâlleri, şiirlerinizi oluştururken beslendiğiniz önemli kaynaklardan biri. Kişisel şiir yolculuğuna kıl çadırlarda başlayan bir sanatçı olarak sanat ile yerel yaşanmışlık hâlleri arasındaki ilişkiyi hafızalaştırma veya toplumsal adalet bakımından nasıl okursunuz?

-Yaşadığımız coğrafya büyük yıkımların yaşandığı kültürel altüst oluşların dinamiklerinin hâlâ attığı bir yer. Bu yaşanmışlıkların toplumsal bellekte diri tutulması halkların ortaklaştığı tarihsel gerçeklik açısından önem arz ediyor. Egemen kültürün ötekini baskılayarak asimilasyona uğrattığı yerde sanatçının biraz önce bahsettiğim hafızanın bir taşıyıcısı olarak çağına ve insanlığa karşı görevlerini yerine getirmesi için neoliberalizme karşı sanatıyla takınacağı tutum onun duruşunu ve tutumunu belirleyecektir.

İçinden çıktığım sanatımı ve özümü şekillendiren Yörük/Türkmen kültürü de son yıllarda ağır bir kültürel asimilasyona uğramıştır. Özellikle milliyetçi çevrelerin çabasıyla insancıl ve doğacı bir kültüre sahip Yörüklerin kültürel hafızası ırkçı ve faşist ideolojinin saldırısı altında baskılanmıştır. Bunun bir sürü dernek ve Yörük-Türkmen şenlikleri üzerinden yapılıyor olması üzücüdür. Osmanlı tarafından kırıma uğratılarak sürgün edilen Avşarların genellikle egemen kültürün etkisinden kurtulamadıklarını özüne yabancılaştıklarını biliyoruz.

Egemen kültür yaşadığımız coğrafyadaki halkları değil kendine kâğıt üzerinde kurucu saydığı unsurları da tarihselliğinden koparıp faşist ideolojinin bir aparatı hâline getirmeye çalışıyor.

Tüm bu olup bitenlere rağmen kardeşlik ormanına bir serçe gibi su taşımak, halayda, zeybekte, horonda bir olmak için her türlü kültürel yıkıma karşı mücadele etmek bizim açımızdan bir zorunluluktur.

-Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

Popüler kültürün etkisi altında aslında kendine karşı bir siyasal hareketin gizli özneleri olan sanatı/sanatçıları sorgulamaya çalışsınlar. Farklı yerlerde yakılmaya çalışılan çoban ateşlerinin ışıkları cılız olabilir. Fakat bakış açılarını durdukları yeri değiştirirlerse mutlaka o ışıkların huzmesi yüzlerine vuracaktır. Sermaye yayınevleri, yazarları şairleri, çok basanlar, satanlar kitap fuarlarında önünde kuyruklar oluşanlar, şimdilik gündemi belirliyor olabilir. Kültürel alandaki mücadele genel anlamda sol tarafından postmodern sanata yataklık etmekle sonuçlanmıştır. Bu yardım ve yataklık çeşitli kisveler altında sürdürülmeye devam ediyor. Nazım’ın dediği gibi çağdaş putları yıkmaya var gücümüzle çalışacağız. Duyarlı okuyucu bizi bu çabamızda yalnız bırakmasın. Eleştiri ve önerilerinin bizim için çok kıymetli olduğunun bilinciyle hareket etsin.

Herkese sevgi ve selamlar.

N O T L A R

Bu söyleşi, MayaDergi On’da yayınlanmıştır. Derginin ilgili sayısına buradan ulaşılabilirsiniz.

(1) mayakultur.com/1-sol-ve-kultur-politikalari

(2) İnsanın Özü, THOMSON, G., Payel Yayınları, s. 106

(3) mayakultur.com/5152

(4) mayakultur.com/166

(5) Vedadır Belki, GÜÇLÜ, M., Mayko Kültür Yayınları, s. 11

(6) a.g.e., s. 37

(7) a.g.e., s. 71

(8) mayakultur.com/2788

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Sanatta Mit ve Ütopya" dosya konulu onuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar