Sesini Arayan Şair: Ülkü Tamer

Toplum kendisini yansıtmayan sanatı zamanla kusar. Çünkü her şey yaşayana döner yüzünü. Tamer, bu sınanmadan güçlü şekilde çıkmıştır. Sesine varmıştır. Unutmayalım ki bülbül kendi ötüşüyle güzeldir, bülbüldür.

Ülkü Tamer’in Güneş Topla Benim İçin (Islık Yay. 2014)toplu şiirlerini okurken, farklı soru(n)larda gezindiğimi gördüm. Anlaşılması için açıklama yapmalıyım. Tamer’in değişken, esnek ve arayışı bitimsiz şiiri var: II. Yeni ile başlayıp halk şiirine geçiyor ve toplumcu gerçekçi şiirle sonlanıyor. Elbette bunun şair kadar ülke ve dünya gerçekliğiyle bağları var. Yazının ilgi alanı edebi akımlar da bu gerçeklikleri sanatla yansıtmak için doğarlar. Dönemseldirler. Sanat için akım zorunlu mudur? Sanatın akımları aşan gücü nerededir? diye sorulabilir. Biz farklı akımlardan geçen bir şairi değerlendirmeye çalışacağız. Böylece içeriden, akımlar kadar şiirdeki yansımaları görülecek. Sanatın subjektif doğası her türlü görüye ve eleştiriye açıktır ne de olsa!

Edebi akımın tanımlanması işimize yarayacak: “Bir sanatkar grubunun belli bir dönemde, ortak dünya görüşü, estetik, sanat ve edebiyat çerçevesinde oluşturdukları edebiyat hareketi; bu anlayış ve hareket çevresinde kaleme alınan eserlerin oluşturduğu bütündür.” Demek ki sanatsal akımlar yalnız sanatın içindeki devinimle yaratılmıyor. Doğdukları çağın kültürel, ekonomik, sosyal kısacası ideolojisine göre şekilleniyorlar. Yani soyutlama değiller. “Sanat akımları toplumsal koşullardan bağımsızdır.” diyen, dogmatizme saplanıp kalmıştır. Sanat(akımı) yaşamsal olana göbeğinden bağlıdır. Bu nesnel bağlaşmayı en iyi kuran ve estetize eden, kalıcılaşır. Bu, sanatın akımsız da yapabileceğini gösterir. Yeter ki yaşam, sanatın öznesi olsun! Somutlamaya çalışalım: Sanatçılar sorunlar veya baskılar karşısında yakınlaşıyor ve benzer tepkiler veriyor. Bu, tasarlanmış olmayabilir. Haliyle çağın sanat ve siyaseti iç içe geçer. Birbirlerine olanak yarattıkları gibi birbirlerini ezebilirler de! Sanat soyutlama değildir, derken buna işaret ettik. Tamer’in şiiri de çağcıl etkileşimin hamurundan yoğrulmadır. II. Yeni ile başlayan şiir döneminde Demokrat Parti’nin baskıcı havası vardı. Halk edebiyatı etkisinde yazdığı 60 ve 70’li yıllarda gençlik hareketleri… Halk, devrim yapma uyanıklığında! Halkın arzusu darbe ve baskılarla sönümlenince Tamer de halk şiiri tarzında ısrarcı olmuyor. Modern şiiri bilen ve çeviriler yapan biri için bu nostaljiden öteye geçemezdi. Üstelik halk şiiri modern insanın estetik beğenisine de seslenemezken! Tamer’in yaptığı, ezilse de taleplerini sürdüren halkın gidişatını görmesi durumudur. Gördü de: Şiirin ufkunu toplumculuğa yöneltti. Ve fark etti ki ne halk şiiri ne de 1940 Kuşağı toplumculuğu kompleks topluma seslenebilir. II. Yeni’de bu zaten yoktu. II. Yeni’nin imge duyarlığı, dilsel esnekliğini halk şiirinin özüyle harmanlayıp toplumcu gerçekçi sanatında yuğurdu. Burada toplumcu gerçekçiliğin şairlerdeki görünümü ve çizgilerinin de aynı koyulukta olmayacağını vurgulayıp geçelim. Şiir yolu sert çizgilerle belirlenmeyen Tamer’in toplumcu gerçekçi anlayışını, örneğin Nazım’da görüldüğünce beklemek yanılgıya düşürür. Kaldı ki toplumcu gerçekçi şiir de imgenin olanaklarıyla kendisini sürekli aşarken. Sözünü edeceğim Tamer’deki toplumcu gerçekçi çizgi bu şekilde anlaşılmazsa yazımın doğası sakatlanmış olur. Tamer yan yana gelmez iki akımı da kullandı. İlk kitabı II. Yeni, son kitabı toplumcu gerçekçi eksende oluştu. Karşılaştırma bunlar arasında yapılacaktır. Mekanik bir geçiş olmadığı için diğer eserlere de değineceğiz. Karşılaştırmayı yaparken, aynı şairle yol almak gereksiz tartışmaların önüne geçeceği gibi, nesnele yakın sonuçlara ulaştırıp, akımların içeriden anlaşılmasına da olanak verecektir. Yazı asıl ve ayrıca, karşılaştıracağı kitaplarda sıkça kullanılan kelimelerin tespitiyle akımların düşünsel ağırlıklarını saptamayı umuyor.

İlk kitap Soğuk Otların Altında (1. Basım, 1959, A Dergisi Yay.) ile başlayalım: Karşılaştırma için kitabın yazıldığı dönem, ülke koşulları, baskın sanat görüşü(akım) ve şiirlerde en çok hangi sözcükleri kullandığını göstermeliyiz. Tamer bu kitabını 22 yaşında çıkarmış. Kitap II. Yeni ortamına doğduğu için tercihten çok akışa/akıma kapılma var. II. Yeni de Demokrat Parti’nin baskıcı yıllarının ürünü. Siyasi baskı sanatın kapanmasına; anlamdan uzaklaşırken biçim’i yüceltmesine yol açar. Mehmet Yaşar Bilen, İkinci Yeni Olayı’ndaki Dersler yazısında; “Yaşanılan belli dönemlerin dayattığı toplumsal ve siyasal koşullar, kimi aydınlarımızın tavrında nasıl geriye doğru ivme yaratıp, onları ‘eski’nin fosil düşünceleri içinde bir arayışa itiyorsa; edebiyatımızda özellikle şiirimizde, yaşamları gereği kolaycı, uzlaşmacı bir ortam bulan kentsoylu veya küçük kentsoylu gençler; kendilerini toplumsal ve siyasal olgulardan arındırarak geriye dönüşümcü bir tavırla ‘eski’nin veya kendilerine göre oluşturdukları adlar üzerinde bir ‘ana damar’ yaratıp, bu uzantıların bağlamında, ‘yeni biçime, soyuta, benmerkezci bunalıma prim veren’ bir arayışın içine giriyorlar veya itiliyorlar.” (Karşı Edebiyat Dergisi, kasım- aralık, 1986) şeklinde bir tespit yapıyor. Aynı yazıda II. Yeni’nin toplumcu sanatı yadsımasına değiniliyor ki, birbirini bütünler. Baskının biçimsel dışavurum hali, yerçekimsiz/obez imge bolluğuna, dilsel oyun ve bozumlara dönüşür. Şiirlerde insan apolitik, yalnız ve (kendisine bile) yabancı haliyle “insan silueti” görünümündedir. II. Yeni’nin gerçeküstücülük, dadacılık, simgecilik ve insanı kendisine mahkum ettiği için çıkmaza sürükleyen varoluşçuluk akımlarından beslendiğini ve de belirgin bir felsefi/ideolojik duruşunun olmadığını da söylersek yabancılaşmanın boyutlarını açıkça görebiliriz. Ayrıca hızlı geçiş ve çalkantılı dönemlerde sanatçılar yabancılaşmayı bilinç düzeyine çekmekte daha çok zorlanırlar. Baskın öğeyi siyasi ortamla ilişkilendirdiğimize göre sanat içi durumu da kuşbakışı görelim: Garip şiirinin giderek ayağa düşmesi, şiirin “yalnız küçük olayların, insan hallerinin ‘sanatsız’ dille” anlatılması derekesine düşürülmesi rahatsız ediyor. Şiirin anlamsızlık/kapalılık kadar basitleştirilmesi (yalın değil) de yabancılaşma demektir. Garip ve II. Yeni bu uçların şiiri oldukları için, içeriden dağıldılar. Şiir iç dinamiklerini doğru kuramadığından, kendisine alan açacak topluma da kök salamadı. Burada duralım. Tamer’in II. Yeni’nin hatırı sayılır isimlerinden olduğunu biliyoruz. “Cemal Süreya ile birlikte II. Yeni Hareketiyle Türk şiirine yeni bir soluk getirdi” denilir, biyografisinde. Soluğu sanat için düşündüğümüzde, yaşamdan kaçan II. Yeni bunu yaptı mı? Soğuk Otların Altında’ya başvuralım: Kitap erken yaşlarda çıkarıldığı için baskın karamsarlık, ölüm gibi öğeler gençliğin etkisine bağlanabilir. Kabul etsek bile, toplumsal karşılığını sormalıyız. Çocuklar ve gençler ilkin taklit etme ve model alma yoluyla öğrenirler. Bilinç ve tercih sonradan kazanılır. Tamer’in soluduğu hava Demokrat Parti’nin baskıcı yıllarıdır. Sanatsal ortam ise bu baskıyla şekillenen ve kabul de gören II. Yeni’dir. Haliyle karamsarlık, ölüm, yabancılaşma vd akım ekseninde incelenmelidir. Bu, II. Yeni’nin görünümünü de verir. Soğuk Otların Altında da baskın kelime/duygu/düşünce “ölüm” dür. Kelime dizelere ağırlığını dayatır: “Çiçek yüklü ölümler taşınır İstanbul’a”, “Her gece yeniden ölen annesi”, “Her gördüğü insanla yaşadığı/ Değişik ölümleri deneyen” sadece birkaçı! Büyücü şiirinde ölüm daha görünür kılınmaya çalışılır: “Ölüm kuşları iniyor, o her zaman aklımda dolanıp duran…/ Görüyorum ölen sensin. (…)/ Ölüm. En uygun durumu yaşamanın” Ayrıca “Silahlar andın; kendi günlerine çevirecektin galiba” da yaşama duyulan nefretin yansıması. Büyücü şiirinde ölüm/ölen/öldürmek şeklinde 13 kere kullanılmış. Tabut, cenaze, çürüme ve silah kelimeleriyle pekiştirilmesi dikkat çekicidir. Ölüm, tekrarındaki ritimle verilmiş. Tek şiire özgü olsa, geçerdik. Gök Onları Yanıltmaz(1960, Kendi yayını), Ezra ile Gary (1962, Kendi yayını), Virgülün Başından Geçenler (1965, De yayınevi) ve İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür (1966, De Yayınevi) kitapları da ilk kitap gibi ölüm, yaşamdan kopuş ve yabancılaşmanın tarafınızca onaylanmasını beklemektedir. II. Yeni’nin aksesuarlarıyla!

Soğuk Otların Altında 52 sayfa ve 43 şiirden oluşuyor. Baskın kelimeleri sayılarıyla vermeye çalışalım: Ölüm/ölen/öldürmek şeklinde toplamda 98 kere kullanılmış. Ölümün dolaylı verildiği “gömmeye geldiler, kömür olmuş zavallılar, yaşamaya vakit bulamadılar, çürümüş, ceset, intihar, darağacı, cenaze, mermi, asmak, boğulmak” ile dopdolu kitap! Aynı kelime ve aynı anlama gelen farklı kelimelerin çok kullanılması, divan edebiyatındaki tekrir ve tenasüp sanatlarını da hatırlatmıyor değil! Bu kapı komşusu kelimeler silah 18, kan 20 kere kullanılmış. Sadece bireysel serzenişler için kullanıldıklarından daha da itici geliyorlar. Şair başka akımla yazsaydı kuşkusuz farklı olacaktı. Sözcüklerle kuruyorsunuz poetik ve politik bağlamı! Toplumsal koşullar bir politika, politika da poetika (sanat) yaratır. “II. Yeni, cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında 1950’li yıllarda ortaya çıkmış bir şiir hareketidir. Hareketin çıkış tarihiyle ilgili(…) eğer mutlaka bir tarih vermek gerekiyorsa II. Yeni’yi 1956 yılından başlatmak daha uygun görünmektedir. (…) Ancak bir edebi dönemi veya hareketi kesin bir tarihle başlatmak edebiyat tarihçileri için bir kolaylık sağlasa da, edebi değişimler birdenbire ortaya çıkmazlar; aksine bir tarihsel akış içinde, etki veya tepki bağlamında kendinden önceki edebi zevklere bağlı olarak derece derece oluşurlar. Bunun gibi her edebi değişim, doğduğu toplumsal çevrenin ve koşulların da ürünüdür. Dolayısıyla bir edebi hareketi, yeniliği, bıçakla keser gibi ‘tarihsel süreç’ten ve doğduğu ‘çevre’den kopararak, belli başlangıç ve bitiş tarihleri içinde açıklamaya çalışmak, araştırmacıyı yanıltabilir. Yukarıdaki ölçütler doğrultusunda, II. Yeni’nin, kendinden önceki İnönü dönemi (1938- 1950) ile, çıktığı DP dönemi (1950- 1960)’ndeki toplumsal/siyasal ve edebi koşullar içinde değerlendirilmesi gerekir.” (Alaattin Karaca, II. Yeni Poetikası, s.59-60) Bu saptamalar Tamer’in şiir evreninde belirleyicidir. Edebi akımların tarihlerinin esnek tutulması da şairimiz için geçerli: II. Yeni etkisi ilk kitaplarında baskın, sonrakilerde gel-git’lidir. II. Yeni’nin sözünü ettiğimiz yaşamdan kopma ve yabancılaşma halini Soğuk Otların Altında’n örnekleyelim: “Silahlarımı severdim, güvercini de,/ İnsanları da severdim, hiç görmemiştim oysa,” (s. 13 Dize sonlarındaki gereksiz virgüllerden kitapta bolca var. Şiire katkı!) “Gidip evlerinde otursalar ya, okula bile başlamamış ölü çocukların gezindiği büyük sokaklarda.” (s.16) Veya: “Neden, anlamıyorum bir türlü, neden bu ormanı istedim ve neden anlamıyorum bir türlü, neden beni istiyor bu kaçtığım atlılar? Gizliden gizliye onları istediğim için mi? (s. 17) II. Yeni buna şiir mi diyor? Devam edelim: “Ölümdü adı onu ilk gördüğümde, /Sonraları hiç değişmedi; /Kalesinden gösterdiler bir şehrin onu,/ Onu gördüm ve ormanı gördüm uzakta/ Ne yapsam değişmeyecekti adı.” (s. 22) Özellikle ilk iki dizenin olumsuz şartlara direnemeyen II. Yeni’nin künyesi olduğunu düşünüyorum. Bu arada ölümü salt biyolojik almak yanlıştır. Ölüm duygusu, düşüncesi veya kültürel etkinlik içindeki felsefesiyle, yaşam üzerindeki bağlarını farklı şekillerde kurar. Ölüm, maskelidir. İnsanlara gizemli gelmesindendir ki, gerçekleri çarpıtmaktan tutun da uygarlık kurdurtmaya kadar gider. Göçebelikten toprağa yerleşme gerekçelerinden biri, ata mezarlarına yakın olma isteğidir. Firavunlar ölüm itkisiyle piramitleri yaptırmışlardır. Peygamberler yoksulları, ölüm ötesi kurtuluşun düşüyle avutarak, sistemlerini kurdular. İktidarlar için ölüm işlevsel, kullanışlı ve denetleyicidir: Kişi ve toplumlar ölüm almaşığı ekseninde örülen dinle içsel denetimi sağladıkları için yöneticilere çoğunlukla yapacak bir şey kalmaz. Bu işlevselliği, yaşamı yönlendiren gölgesi yüzünden ölümün ölmesini istemeyen tek güç bu nedenle iktidarlardır. Bu kadar kabuk değiştiren ölümün, sanata olduğu gibi gireceğini söyleyebilir misiniz? Mekanik ve yavan olacağı için sırıtır. Sanata konu olması veya kurgusallığından da söz etmiyorum: Dante de İlahi Komedya’da ölümü arka fon gibi kullanarak yaşam ilişkilerini yansıttı. Yaşamı önceledi. Ve eseri okuduğunuzda yaşamdan soğumazsınız. Sözünü ettiğim, sanatta, gerçeklikten ve anlamdan/mücadeleden kopma hali olarak ölüm! Pekiştirmek için: “Adı ölümdü çünkü yarattığımız zaman” (s.22) “Ölümü yaratmak…” Tam sermaye işi! Sanat buna uygun (bilinçli/bilinçsiz) konu(m) ve biçim alınca dönüşüm gerçekleşir. Sanatın araçlaştırılması devreye girer ki şimdilik boyutlandırmayalım. Yoksa ölümü böylesine işlemenin mantığı nedir? “Durmadan ama durmadan ölecek” (s. 27) dizesindeki gelecek zaman eki… Art arda gelen şu iki dize: “En kötü alışkanlığım benim galiba yaşamaktı/ En kötü alışkanlığım benim ölmekti durmadan” da eleştiri var sanmayın. Bilinç dışı akışla çıkan ayrıksı birkaç dize durumu kurtarmadığı gibi arabeskleştiriyor. Arabesktir (bitişik bezemedir) çünkü almış, dağıtmış, bozmuş, kontrol edemediği gibi karşısına ‘yapı’ da koymamıştır. Var mıdır II. Yeni’nin manifestosu? Kervan yolda düzülür, mantığıyla hareket etmiştir. Bu haliyle II. Yeni ara form, piyasa ‘divan edebiyatı’ görünümünde. Bu dağınıklığı yüzünden II. Yeni’yi bir akım olmaktan öte şiirimizde bir hareket veya dönemeç olarak alanlar da vardır. “Bu hareket içinde yer alan şairlerin bağlandıkları ortak bir manifesto, hepsinin paylaştığı ortak şiir ilkeleri olmadığı için, İkinci Yeni bir ‘akım’ niteliği taşımaz. Bu sebeple de ‘hareket’, ‘atılım’, ‘topluluk’ gibi adlarla anılması daha doğrudur.” (Turan Karataş, İkinci Yeni yazısından.) Yazımda, tüm eksiklerine rağmen oluşturduğu etki, manifesto olmasa bile yaratılmış anlayış birliği ve yaratılan ruh bakımından, akım gözüyle işlemeye ağırlık verdim. Tamer’in ilk kitabı için yeterli, sonrası…

Sonrası, Bir Adın Yolculuktu. Buraya gelmeden, Sıragöller’e (Cem Yay. 1974) değinmeli ki taşlar yerine otursun. İçinde her şey var: II. Yeni, halk ve toplumcu gerçekçilik! Biçimsel açıdan dağınık. Zayıf halk şiirlerinin, toplumcu gerçekçi şiire geçiş için arınma yolu açtığını söyleyebiliriz. Biçim ve konudaki afallamaların E. Ayhan, İ. Berk, E. Cansever ve T. Uyar’da da görülmesi sorgulanmaya değerdir. II. Yeni’nin manifestosunun olmadığını aklımızda tutarak, toplumsalla bağlarının zayıflığına yorabiliriz. Buna yenilmiş, siyaset ve ekonomi elinde çökelti haline dönüşmüş insanı tam da hayatı içinde göstermek yani olanı yansıtmak şeklinde yaklaşanlar da olabilir. Salt olanı yansıtmak bize göre sanatın yetersizliğidir ki II. Yeni’nin çıkmazı da burasıdır. Çünkü sonradan ona bürünmüştür. II. Yeni’de toplum içsel kabul görmüyor; soluklanma unsuru olarak kullanılıyor. Toplumu küçümsediklerini veya bağnaz olduklarını söylemiyoruz. Sanatsal tavır diyelim. Bunu II. Yeni ekseninde açmakta fayda var. Dünya ve ülke koşullarıyla biçimlenen sanat, II. Yeni’ye (Ü. Tamer’e) nasıl yansıdı? Türkiye özelinde sınıfların mücadelesinden dökülen faşizm, darbeler, yobazlık… Bunların karşısında devrimci gençlik ve etkilediği kitleler! Bu gençlik Köy Enstitüleri, Halkevleri, Tercüme Büroları, sosyalist sanat ve siyaset, dünyada yükselen sol ile beslenen bilinçli öncülüktür. Sanatçı bu enerjiden etkilenmez mi? Sanat ve sınıfını gözden geçirmez mi? İşte burada tercih belirir: Sanatçı nerede duracaktır? Mehmet H. Doğan’ın II. Yeni Şiir kitabındaki şu tespiti duruma ışık tutabilir: “1960 politik hareketi, II. Yeni’yi, toplumsal olaylar karşısında, umutsuzluğu, dağılmışlığı, yıkılmış değerler düzeninin sonucu bir inançsızlığı şaşkınlık içinde arayışı dile getirir bir durumda bulur. Yıllardır, politik hareketin içine girmeden, bir politika dergisinin (Pazar Postası) iç sayfalarında ya da sanat edebiyat eklerinde yaşayıp durmuştur. Sanıldığı kadar da uzak değildir toplumsaldan. Bir bildiri şiiri olmamışsa, toplumsal olana uzak olduğu için değil, bildiri şiirine karşı olduğu içindir. Toplumca içinde bulunduğumuz bunalımdır onun alanı” (s. 27) Mehmet H. Doğan II. Yeni’nin şiirsel gücünü (?) ve siyasetle şekillenmediğini savunadursun… II. Yeni dönemin bunalımlarını onaylamanın dışına taşamamıştır. Ayrıca toplumcu gerçekçi şiirin gelişimini, imgeyi kullanmasını vb. görmemek de Mehmet H. Doğan’ın cepheden bakmasıdır. Fikrimce, II. Yeni şairleri tıpkı E. Cansever’in Ruhi Bey’i gibi arada kafalarını kaldırıp baktıklarında, topluma sırt çevirmekle sanatın kaynağını kuruttuklarını; toplumcu gerçekçi şiirinse 1940’lı yılların anlayışını aştığını gördüklerinde… ‘ne yardan ne serden’ tavrıyla, biraz vicdan biraz da şiirlerini soluklandırmak amacıyla toplumcu şiirler yazmışlardır. Yineleme pahasına söylemeli bunları. Bu afallama Tamer’in Antep Neresi (Can yay. 1986) nasıl yansıyor, görmeli! Halk şiirine öz ve biçimsel yöneliş var. II. Yeni’den kopuşun ayak sesleridir. Halk şiirine yönelişini vurgulamak istercesine, o şiirin ustalarına şiirler sunulmuş: Selam olsun (Yunus’a), Güneş Topla Benim İçin (Karacaoğlan’a). Şair halk şiirinde durmaz, toplumcu gerçekçi şiire yönelir. Kitaptaki Fevzipaşa, Bir Bakırcının Ardından, Türkü Söyleyen Adam, İhtiyar, Hünerimiz (Yaşar Kemal’e) ve Avlu şiirleri böyledir. Bu biçimsel dağınıklıkla ilgili şairin: “Şiir yazarken, o şiiri yazmaktan başka bir şey düşünmedim hiç. Ne kuramlar ne bir takım endişeler, ne de başka bir şey… Beni hiç ilgilendirmedi. Şiirimin geldiği yolu da hiç düşünmedim. Sadece yazdım. Ben değişirken şiirim de değişti.” (Salihli Şiir İkindileri, 39) şeklindeki açıklaması şiir adına özgürlük gibi algılansa da sağlıklı değildir. Yöntemsizliktir. Tamer’in arada ve başarısız halk şiirleri bu tavrından doğmuştur. Sanatsal kriterlerin gerisine düşmeyen eser verme yolu dünyadaki sanat yörüngesinin dışına çıkmamaktır. Bu, popüler olana kapılanmak değildir, asla!

Bir Adın Yolculuktu’ya şimdi rahatça gelebiliriz… İlk kitabıyla karşılaştıracağız. Bir Adın Yolculuktu (Islık Yay. 2014) şairin şiirsel yolculuğunun dökümü. “Nereden Geliyorsun” şiirinin bir dizesi “yalın bir şiirin güzelliğinden”dir. Aslında bir adı yolculuk yaşam/ı yalın şiire varmak içindir. Bu, şiirin yüklerini( dilsel bozumlar, anlamsızlık, yabancılaşma… kısaca II. Yeni’yi) attığını gösterir. Arınmış şiir yalın söyler ama basitleşmez. Yaşam da yalın değil midir? Onu karmaşık gösteren bilincimizin bulanıklığıdır. “Mesele” isimli kısa şiirimde; “Kedinin kafası karışık/ Bir suçu yoktur ipin” şeklinde bunu yansıtmıştım. II. Yeni veya post modernizm böyle anlaşılabilir. Tamer bu kitabında eski alışkanlıklarına yol vermemeye çalışıyor. Toplumcu gerçekçi şiire varıyor, biçemiyle! Sanat anlayışıyla hesaplaşma, diyebiliriz. Böylece II. Yenici ilk kitabıyla toplumcu gerçekçi son kitabı arasındaki farklılıklar açıkça görünür. İlk kitap konuşulduğuna göre… Bir Adın Yolculuktu modern, şiirsel öğelerin birbirini ezmediği, dil kurgu ve anlamca yalın şiirlerden oluşma. Yalın ama katmansal yapısı var. Şiirler yaşamı estetize ederler. Şairin ilk kitabı ölüm’e yatarken son kitabı yaşam’a oynar. Enerjisi ve devingenliğiyle, karanlığa tavır alarak! “Aşklaşan yaşam” şeklinde özetlenebilir. Neslihan’a şiirler bölümü buna yeterlidir. Yine de örnekleyelim: “Seni seviyorum/ Benim için dünyanın en taze sözü bu/ Yalın, aydınlık sözü/ Sana her söylediğimde de hep taze kalacak böyle/ Yalın, aydınlık olacak/ Seni seviyorum.” Diğer şiirler de böyle yalın ve aydınlık! İlginç (midir), kitapta “ölüm”, Kavaklıkta Bir Akşam şiirinde kullanılır yalnız ve onda da olumsuzluğu aşılır ölümün; “Buradan Kırkayak’a varmaz ölümün hükmü” gibi dizelerle. Sorunlar işlense de baskın duygu mücadeledir. Yaşamla sevişen bu şiirlerin şairi yaşatacağını düşünüyorum. Şairin şiiri yaşamlaştığında ölümsüzlüğü başlar. Dikkat ederseniz, burada baskın kelimelerden söz açmıyoruz. Diyalektik mantıkla söylersek; yaşam bütünlüğünden beslenip katmanlaşan şiirin “öncelikli” konuları yoktur. Şair, şiirin bu özgürlüğünü de keşfetmiştir.

Son söz… A. İlhan “Toplumsal çevresiyle bağını yitirmiş sanatçılar çokluk kötümserdir” der, Gerçekçilik Savaşı kitabında. II. Yeni’nin karamsarlığı ve yabancılaşmasının kökleri buradadır. Toplum da kendisini yansıtmayan sanatı zamanla kusar. Çünkü her şey yaşayana döner yüzünü. Tamer, bu sınanmadan güçlü şekilde çıkmıştır. Sesine varmıştır. Unutmayalım ki bülbül kendi ötüşüyle güzeldir, bülbüldür.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Sanatta Mit ve Ütopya" dosya konulu onuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar