Irk nedir bilinmeyen evler yağmalanmış, delikanlılar uzaklarda yaşlanmış, hatıralar uzakta kalmıştır. Ada barbarlığa teslim edilmiştir. Şair uzaktadır.
Artı Gerçek’te yayımlanan “Kıbrıs Şiiri / Kıbrıslıtürk Şiiri Odağında Fikret Demirağ” başlıklı yazımın giriş paragrafı aynen şöyledir: “Doğu Akdeniz’de yer alan, üç milyon yıl önce oluşan, M.Ö. 8. yüzyıl öncesinden bu yana insan yerleşimin olduğu Kıbrıs, tarihsel süreç içinde tam bir halklar coğrafyası / armonisi olmuştur. Bu nedenle çok fazla dilin konuşulduğu ve bu dillerde ürünlerin verildiği bitek bir coğrafyadır.” (1)
Sombahar Şiir Dergisinin Mayıs – Haziran 1996 tarihli sayısı “Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı’dır. Fikret Demirağ “Kıbrıslı Türk Şiirinde Artık Derin Sulara Yol Alma Zamanı” yazısında, yine Demirağ’ın kendi deyimiyle “uzun ve parlak geçmişi olmayan” şiirin tarihine kuşbakışı bakar. Sözlü edebiyattan, bilinen “en eski” şair, Divan şiiri geleneğinden gelen Müftü Hilmi Efendi’den başlayarak, kırklı yıllardan sonra garip, milliyetçi, ikinci yeni, toplumcu gerçekçilik ekseninde yazan Kıbrıslıtürk şairleri yazar, sözü 1974 ret kuşağına getirerek günümüze bağlar.
Şu cümleleri Kıbrıs’ın geçmişine ilişkin olarak önemlidir: “Üstünde yaşadığımız toprak, 8 bin yıllık bir tarihi ve kültürü barındırıyor. Mitolojik, dinsel ve tarihsel kaynakların kökleri Mezopotamya’ya kadar gitmektedir. Bu topraklardan Hititler, Asurlar, Eski Mısırlılar, Fenikeliler, Akhalar, Dorlar, Lusignanlar, Venedikliler, Cenevizliler, Bizanslılar, Osmanlılar, İngilizler, gelip geçmiştir. Ada’ya İsa’nın düşünce âsasının gölgesi düşmüştür. Üstünde İslamiyet’in rüzgârı esmiştir. Pagan bir kültür dipte akıp durmaktadır. Aphrodite ve Diyaonisos kültleri, Zenonculuk… gibi zengin düşsel ve düşünsel kaynaklar ‘kazıbilimcileri’ beklemektedir.” (2)
“Kıbrıs Şiiri / Kıbrıslıtürk Şiiri Odağında Fikret Demirağ” başlıklı yazımda uzun uzun anlattığım için burada tarihsel bir özet geçeceğim. 1571’de Osmanlı egemenliğine giren Kıbrıs, 1878’de İngilizlerin egemenliğine girer. Milliyetçi/ırkçı Rumlar ile Türklerin kan deryasında boğdukları Kıbrıs’ta 1960’ta bağımsızlık ilan edilir. Bu durum uzun sürmez. 15 Temmuz 1974 günü Yunanistan bağlantılı bir darbe yapılır: “Kıbrıs’ta Yunan Alayı’ında görevli Albay Georkitsis’in 15 Temmuz 1974 sabahı saat tam 08.17’de Yunan Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği bir mesajda yer alan üç kelime Kıbrıs tarihinin akışını değiştirecekti: ‘Aleksandros Hastaneye Kaldırıldı.’. ‘Kıbrıs’ta Darbe Başlamıştır’ anlamına gelen bu şifreli mesajın anlamını Yunan Cuntası içinde çok az kişi biliyordu.” (3)
Darbeden kısa süre sonra Türkiye Kıbrıs’a müdahale eder: “Baspiskopos Makarios 19 Temmuz Cuma günü yaptığı ve Cunta’yı Kıbrıs’ı işgal etmekle suçladığı konuşmasını bitirdiğinde, Kıbrıs’ta saatler 22.30’u gösteriyordu. Türkiye’nin adaya müdahalesi ise 20 Temmuz günü sabahın erken saatlerinde başlayacaktı.” (4)
Sonra ada ortadan ikiye bölünür. Adanın güneyine Rumlar; kuzeyine Türkler yerleşir. Yığınla insan yerinden yurdundan edilir. Türkiye’den çok sayıda insan adaya yerleştirilir. Adanın demografik yapısı değiştirilir. Dünya genelinde tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti adanın güneyinde tüzel kişiliğini devam ettirmektedir. Kuzeyde kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye dışında başka hiçbir ülke tarafından tanınmamıştır. Ancak “de facto” olarak varlığını sürdürmektedir.
Niyazi Kızılyürek haklıydı. Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgali, Kıbrıs’ın tüm tarihini değiştirecekti. Bu değişimin sanata ve edebiyata da yansıması kaçınılmazdı. 1974 sonrasının ret kuşağı şairlerinden Hakkı Yücel, Sombahar Şiir Dergisinin Mayıs-Haziran 1996 tarihli sayısı “Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı”nda yer alan “Ulusal–Etnik Kimlik Tartışması İçinde Çağdaş Kıbrıslı Türk Şiirine Bakış” yazısında 1974 sonrası için şunları söyler:
“74 Temmuz’undan sonra adanın değişen siyasal statüsü; federe devletle başlayıp KKTC ile sonlanan gelişmeler, siyasal yaşamda bir hareketlilik başlatırken, buna paralel olarak kültürel yaşamda bir süredir gözlenen tartışmaları da daha farklı platformlara oturtur. ‘ Siyasal – ideolojik temelde gelişen kültür (şiir) hareketleri, kendini ifadede ve tanımlamada artık yetersiz kalmaktadır. Kimlik bu yeni dönemin – biraz da geç kalmış – hâlâ büyük sorunsalıdır ve zorlayıcı bir hüviyet içindedir. Coğrafi ve tarihsel temelde yapılan çözümlemeler, ideolojilerin seçiciliği ve dayatmacılığı ile yapaylığını aşamamaktadır. Kavramlar ya gerçekleri kuşatamaz ya da gerçeklerin önünde gitmektedir. // Bu noktada gerek 74 kuşağı (bence tarihsel sorumluluğu ve işlevselliği asıl buradadır) oluşturduğu yeni tartışma platformları ile (örneğin 1987’de Londra’da düzenlenen ve daha sonra kitaplaştırılan ‘Edebiyatımızda Kıbrıslı Türk Kimliği’ konferansı ve gerekse bu kuşak dışındaki kimi şairler, öncelikle Kıbrıslı Türk kimliğinin siyasal dayanakları yanında objektif tarihi – kültürel dayanaklarını araştırmaya ve ortaya koymaya çalışırlar. Şairlere araştırmacılar da katılırlar. Bu dönemde belirgin farklılık, kimlik olgusunun kültürel dinamik bir süreç olarak (sadece siyasi değil) ele alınması ve bu noktada tarihsel bir sürekliliğin vurgulanmasıdır. Bu süreklilik siyasal – ideolojik seçiciliğin ve dayatmaların ötesinde; sosyal – tarihsel süreklilik olarak ele alır. Kıbrıs’ın farklı sosyal kültürel tarihi, bu sosyal tarih içinde oluşan kültürel değerler toplamı; bir bilgi ve bilinç olarak içselleştirilme ve yeniden yaratılma sürecine girer. Bu aynı zamanda Kıbrıslı Türk kimliğinin kendi farklılığının farkına varış sürecini de oluşturur. İdeolojik dar ve kapalı kimlik arayışları ve tanımlamaları yerini, tarihsel olarak kapsayıcı ve açık, üreten ve süreklilik gösteren bir kimlik tanımlamasına ve ifadesine terk eder. İdeolojik, siyasal ve kültürel merkezlerin belirleyiciliği dışında; farklı kültürel merkezlerle aynı anda kurulabilen sürekli ve karşılıklı dinamik ilişki, bu dönem şairlerinin şiir serüvenlerinde kendini göstermeye başlar. // 74 Kuşağı’nın geç ve önemli şairi Mehmet Yaşın, şiirinin yaşam alanını ve derinliğini çok daha fazla genişleterek şiirinde bir olgunlaşma sürecine girer. Aynı kuşaktan Neşe Yaşın yeni şiirler yazar. ÇKT Şiirinin önemli şairi Fikret Demirağ ‘8000 yıllık köklerimi arıyorum’ diyerek bir anlamda Kıbrıs’ın kültürel tarihini şiirleştirir. Benzer çalışma Mustafa Gökçeoğlu’nun Şu adamız / dediğimiz isimli son şiir kitabında da izlenir. Tamer Öncül şiir çizgisini ‘İ Hora’da bir şehrin (Lefkoşe’nin) tarihsel – sosyal öyküsünü mısralaştırdığı kitabında derinleştirir. Filiz Naldöven, Feriha Altıok, Neriman Cahit kendi özgün şiirlerinin gelişmiş örneklerini sergilemeye devam ederler. Raşit Pertev, Faize Özdemirciler, Gürgenç Korkmazel oluşma (olgunlaşma) dönemi şiirinin dikkat çeken şairleri olurlar. Zeki Ali, şiire yeniden dönen Mehmet Kansu bu şairler grubunun diğer önemli isimleri olmaya devam ederler.“ (5)
Uzun bir alıntıda Faize Özdemirciler’den böyle söz eder Yücel. Mehmet Yaşın, Kıbrıs Şiiri Antolojisinde: “1974 Kuşağıyla, hem bağlantılı biçimde analiz edilebilecek, hem de ayrı ele alınabilecek diğer şairler arasında, … Raşit Pertev ile Faize Özdemirciler de var.” (6) der.
Faize Özdemirciler’in şiirine geçmeden 74 ret kuşağının şiirinin özelliklerine kısaca değinmekte yarar var. Kimlikleri reddetmeden sınırların olmadığı ortak vatanda birlikte yaşama düşleri vardır. Barışçıdırlar. ‘Öteki’leri yoktur. Öldürülen Rum için de şiir yazarlar. ‘Öldürülen Bir Türk Çocuğuna Kaside ‘ şiirini yazan Kıbrıslı Rum Şair Mechanikos’u görür ve ona selam uçururlar. ‘Anavatan’ın değil; Fikret Demirağ’ın deyimiyle 8000 yıllık, kendi kültürel, tarihsel, estetik… geçmişlerine dayanırlar. Şiirleri liriktir. Erotizm şiirlerinin yapıtaşlarındandır. Milliyetçi şiir hariç; Ada’nın sözlü edebiyattan günümüze kadar uzanan tüm birikiminin – Halk şiiri, Divan şiiri, Garipçiler, İkinci Yeniciler, Toplumcu Gerçekçiler… – üzerine şiirlerini, adanın güneyine ve tüm yeryüzüne; barış, kardeşlik… selamı / kelamı yollayan, yeni ve barışçı bir dille inşa ederler.
Artık Faize Özdemirciler’e başlayabiliriz.
Faize Özdemirciler, 1998’de yayımlanan ikinci kitabı “Hüzzam Bozuldu”nun sonunda, özgeçmişine dair: “… Bulutların özgeçmişi yoktur. Şairi’nin özgeçmişe gerek duymaması bundan. Geçmişi ve bugünü üvey olan bir adada doğan bir şair’in nasıl özgeçmişi olabilir sorusu saklı kalsın ama ısrarla bir özgeçmiş aranacaksa şiirlerin satır aralarında aranmalıdır.” (7) dese de, biz yine Faize Özdemirciler kimdir sorusuna şöyle bir yanıt verelim.
Faize Özdemirciler, 1964’te Larnaka – Aytoroto’da dünyaya gelmiştir. Mağusa Cambulat Lisesi’ni 1982’de; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1987’de bitirmiştir. Bir süre İstanbul’da yaşamış, Türkiye’deki pek çok dergide şiirleri yayımlanmış, sonra Kıbrıs’a yerleşmiştir. On yıl kadar Kıbrıs’ın güneyinde yaşamıştır. Şimdi Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamaktadır.
Şiir kitapları, Yitik Manzaralar 1994’te, Hüzzam Bozuldu 1998’de Deli Temmuz 1999’da, Her Aşk Doğduğu Yere Benzer 2001’de, Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım 2007’de yayımlanmıştır.
Metin Turan’dan, Faize Özdemirciler’in şiirini değerlendirdiği iki alıntı yapacağım.
İlki: “Yine genç kuşaktan ise özellikle Faize Özdemirciler’in kendi şiir poetikasını oluşturma konusunda dikkatli ve üretken olduğunu görürüz. Akdenizlilik bağlamında Kıbrıslı kimliğini, Edip Cansever, Cemal Süreya söyleminde belli bir bireşime ulaştırıp; kimi kez ‘suzinak’ kimi kez ‘suzidilâra’ imgeleriyle müzikal göndermeler kadar, tınıları da dizelerine taşıyıp, kendi şiirsel sesini bulan günümüzün en başarılı şairlerinden biridir Özdemirciler.” (8)
İkincisi: ‘’ Özdemirciler’in şiiri, bir itirazlar, karşı koymalar şiiridir. Zorbalığa karşı bir muhalefet de denebilir buna. Bu zorbalık, toplumsal olduğu denli kişisel tarihin de üzerindeki hegemonyaya itiraz biçimindedir. Sokaklar, çiçekler, komşular… Hüzün, bu itirazın ana öbeğini oluşturur. Evden uzak ama eve yakın; dışarıda değil ama dışarıya açık bir pencere.” (9)
Sürdürelim sözü. İlk kitap “Yitik Manzaralar” 1994’te Kıbrıs’ta yayımlanır. İlk kitaptır sonuçta. “Yitik Manzaralar” için Fikret Demirağ ve Bekir Azgın 22/12/1995’te, Kıbrıs Gazetesi’nde şunları söyler: “… Şiirlerinde, İstanbul-Kıbrıs arasında yüreği bölünmüş bir Kıbrıslı Türkün duyarlığını; aşk, yalnızlık, barış, erotizm ağırlıklı temaları lirik bir söylem ve protestocu bir tavırla işlerken, yer yer Edip Cansever, Cemal Süreya gibi şairlerden esintiler taşıdığı gözlemleniyor.” (10)
Yitik Manzaralar, Faize’nin şiir serüveninin zeminin oluştuğu bir ilk kitaptır.
“… // ayda yürüyen sevişmeler yaşanır / gecenin ayrı yalnızlarında /sesler üst – üste, sesler al – alta / öpüşler dolanır dört yanımda // çiçekler dolar kulaklarıma renk renk / nergis uzanır platonik mazilerden ‘gel yanıma başlayalım’ der/ dönemem // yaseminler güller uzanır / yasak denizlerin ötesinden / zincirler vurmuşum yüreğime / sevemem // karanfil! ah karanfil / çağlar sonrasından seslenir de / yetişemem! sesler uzanır renkler uzanır/ uzanır da çiçekler / bir el uzanamaz hiç / yüreğimden uzanan o ele // boyanır durur sözcükler / renklerin farklı tonlarına / altın sarısı kamaştırsa da gecenin gözlerini / ellerime karaların karası kalır / silemem!” (11) derken ilk kitapta, Demirağ ve Azgın’ın imlediği her şeyi – aşkı, erotizmi, yalnızlığı… – işler bu şiirinde.
Faize Özdemircileri’in yolunu bulmaya başladığı şiirsel kimliğinin biçimlendiği asıl kitap, ikinci kitabı “Hüzzam Bozuldu”dur.
Hüzzam bozulmuştur. Ada bölünmüş, doğduğu köy güneyde kalmış, acılar kuzeye taşınmış, hasret güneyde kalmıştır.
“Kar beklentisi dağıttı gecenin seslerini
hüzzam bozuldu!
…
( Beklemek, düş aralarındaki kavşaktan
eski köy’e hiç varamamaktır!)” (12)
Doğduğu ve on yaşına kadar gidemediği “eski köy” uzakta kalmış, hayatın büyüsü bozulmuştur.
Ada ‘yarı(m)’dır. Çocukluğunun yolları uzaktadır. Saçları kıtasıyla anlaşamamaktadır.
“minerva kuşu uğursuzluğuna yanar
çocukluğumun bisikletten düştüğü yollarda
kıtasıyla anlaşamayan haritadır saçlarım
bir yarı/m ada, bir yarı(m) yarim ada
bir horoz öter aziz sergios’un köyünde
uyanır istanbul’un sabahları
bir çilek çıtırtısı, bir diş izi, bir dudak çınlaması
rüya tabirleri kitabı’na hiç bakmadım
annem bilir o kitaplardaki yorumları
ak saçlı ada/m umutlarını yüklenir çıkar balkona
aşılanmaya hazır fidancıktır her manşet
kuşluğa veda ederken silahtan arınır coğrafya
sonrası; tombul bir çocuğun aşı filizini koparması
bir tokat patlaması… bir çocuk ağlaması…
bir pişmanlık… bin pişmanlık… bir kucaklaşma!
(Büyük düşler gören babam
sardunya koklar gibi bakmasını öğretti bana
babamın gözlerinden kopardığım
bir adacıktan başka bir şey değildir sevda)“(13)
“Adacık” sevdasını babasının gözlerinden koparmıştır.
Ada’nın bölünmesine inat ‘devletsiz bir şiir’ yazmaktadır.
“Kar beklentisi soğuttu gecenin rüzgârını, hadi uç!
ütopyaları tüketmeyecek kadar çirkindir yaşam
kız kulesi’ne sarıl, salamis’teki sütunlara, kime ne!
güvercin cesetleri biriktiren milli şiir’e inat, sen uç!
gelmiş geçmiş ne varsa, pütür pütür olsun poyrazla
devletsiz bir şiir yazdım, at imzanı altına
…“(14)
“Barış” da kirletilmiştir.
“…
gün geldi! Bir gemi dayandı iskeleme
soydaşlarımdan bir indi sularıma
aynı yolun yolcusu olduğunu geç anladım
neden bu denli uçarı ve hırçın olduğunu
saçlarını neden at kuyruğu yaptığını
ve neden göçler biriktirdiğini yüreğinde
yollar kapalı, köyler boş, çocuklar kan içinde
yalanını yakaladım ey beyaz güvercin
kimbilir kaç kere” (15)
Aklı geçmişte, güneydeki köyündedir.
“tek isteğim arzularımı geçmişe kaydetmek
sinsice imza çalmak zaman’dan
değil uyumak, şarkı söylemek doğduğum evde
…
hadi ağla! ağlayan gözlerde
daha belirgindir aşkın ayak izleri
ve barış daha iyi yakışır ıslak bir yüze
kuzey’e aldırma, güney’e boş ver
doğu’da, batı’da dur, düşün ve ağla!
kendi yurdunda eskittiğin yüreğine
eskitemediğin ayakkabılarına“ (16)
“şarkısı yok memleketimin, sessizliği bundan” (17) der ve aile tarihiyle Kıbrıs tarihinin nasıl buluştuğunu anlatır.
“…
onbin metre yükseklikte
yurdumdan göçen kuşlarla vedalaşıyorum
utanıyorum!
babamı umutlandırmaya hakkınız yoktu
ve umutlarını parçalamaya
kuytularda oturuyor
yüzüne bakmaya utanıyorum!
o ki silahlı örgütlere yüz vermedi
kurutulmuş kafatasları arasında
çenesi korkudan titreyerek yemin etmedi
babam savaşçı değildi
yüreği kanadı da eli kanamadı” (18) der ve barışçı babasını sevgiyle anar ve şiirin altına, yemin ritüeli için şunları yazar: “60’lı yıllarda TMT’ye (Türk Mukavemet teşkilatı) üye yapılacaklar Hala Sultan Tekkesi’nin mahzenine götürülür, yüzleri maskeli adamların gözetiminde yemin ettirilirlerdi.’’
Burada araya girelim. TMT, MİT tarafından kurulmuş silahlı ırkçı bir örgüttür. Rumlara ve barışçı Türklere suikastlar yapar, adada pek çok silahlı eyleme imza atar. Adanın bölünmense giden taşları döşeyen örgütlerdendir.
Aile barışçıdır. Silahı ve TMT’yi reddeder.
“hey siz! hepiniz! uzak durun babamın umutlarından
şeher’e gider gibi mevziye gitti yıllarca
portakalların kurşunlanmadığı mevsimlerde
şarap içti, hicranlı şarkılar söyledi, çapkınlık yaptı
göçten daha kötü değildi babamın çapkınlık yapması
annem bunu o uzun yaz’dan sonra anladı!
annem temmuz’dan sonra hep ağladı!
hüzündür annemin temmuz sonrası ağlamaları
babamdan başkası anlamadı!’’ (19)
‘Temmuz’dan sonra, Türkiye’den insanlar yerleştirilir, ülkenin demografik yapısı bozulur. Akdeniz’in ortasındaki ‘Akdenizli’, seküler, şiir ve güneş ülkesi gericileştirmek istenir.
Faize susar mı?
“yabancı haritalara yaranmak için yarım kalan
silah sesleri arasında doğmuş çocuklarına
ısrarla savaş ismini verenlerin çocuğuydum
öyle buyurmuşlardı
uzun burunlu kuş anasını uzaklarda arayacak
ağlayacak… ağlayacak… hiç gülmeyecekti
denizler can çekişiyor, mavilerim acılı
adalı kadınlar güneşle
tanıştıramıyor göğüs uçlarını
kim kapattı aphrodite’nin bedenini
öpülesi ada/m/ın yüzünde
bu sakal neyin nesi
…” (20)
Kapatılan aphrodite’nin bedeni ve ada/m/ın yüzündeki sakal ile ‘Sivas’ın bağını kurar.
“gözlerine mektuplar yazınca
utangaç kızıl inerdi yüzüme
şimdi göllerinde boş sayfalar
sandallarımızın kürekleri yok artık
şiir yazsam başkasına olur
ağlasam bunalım
yağmur yağsa çocuk olsam
sözlük anlamı unutmak
ve ikimiz de biliyoruz artık
şairler yakılalıberi
iki temmuzlar aşka uzak…
çook uzak
…” (21)
“Sevdakazıcısı”dır Faize… Sevdakazıcısı ‘müthiş’ bir şiirdir.
“karanlığa kurşun yerine karanfil atmaksa
bu sevmeler… öldürmeler…
bir yanlış var dallarda, güllerde, akıcı ipekte
hey siz… kadınlara şarap sunulan tarihlerde
kızıl karanfiller dağıtanlar
mart saatçıkları hangi zamanı söyler
çocukluğuma mezar olan o köyde
bir zahmet söyler misiniz“
Çocukluğuna mezar olan köy, anayurdudur. Bölünen adanın güneyinde kalmıştır.
“lahi bir şarkıyla
kırk yıl öncesine taşınır annemle babam
peygamber akrabası tekke’nin önünden
aşk ve ıztırab içinde bir otobüs kalkar
ada’nın inceldiği ama kopamadığı yere doğru“
Şiirde ayraç içinde ve italik yazılan bölümler can yakıcıdır.
“(yüreğim yarım kalmış geçmişini
yabancı bir şehrin sokaklarında
arayan ve bulamayan
yaşlı bir çocuk portresidir)”
“(ben yoktum o zamanlar
hakkım var
olmadığım zamanları
yaşamaya)” (22)
Zamansal olarak olanaklı olmasa da elbette hakkı vardır o ‘düşülke’de yaşamaya… Yurdunu yitirmiş hangi çocuğun yoktur ki?
Sonra ölüler; canımızı yakan, bizi bu koca dünyada yalnız bırakan, sevgili ölülerimiz…
“cenazeler aktı çocukluğumun arka sokaklarından
ölülerin toprağa verildiği yerde açan gecetütenler
kimlere ve ne yüzle tütersiniz şimdi?
sorularımıza yanıt veremeyen aptal bir şehirdeyiz
ve ölüm tarihin ta kendisi
tek bir kale kuşatmadık biz, tek bir kale
savaşlardan sıyrılmadık kana bulamadan ellerimizi
bilmiyoruz… dilimden anlayan kuşlar
nerelere yuva yaptılar, nerelerde çoğaldılar,
nerelerde öldüler? bilmiyoruz…
ikimiz de ölüyüz şimdi!” (23)
Geçit yoktur, “Temmuz” kirletmiştir her şeyi; “barış“ı, “sevda“yı bile…
“geçit yok köyün bir yarısından diğerine
…
suyu kuruttular sonra, susuz derede yüzdürdüler bizi
kanadıkça şiirimizin barışı çağıracağını bilemediler
küfürü doldurdular, dillerimizin ucuna
kirli sözcükleri kullanmak zorundayız
barışı ve sevdayı tanımlarken bile” (24)
Gidenleri, gidip de dönmeyenleri kim geri çağıracak, şarkılarını kim söyleyecek, şiirini kim yazacaktır?
Diğerlerini bilmem ama Faize şiirini yazmaktadır.
“Kim söyleyecek babamın yarım kalmış nihavend şarkısını? //…// gidenleri, gidip de dönmeyenleri, yollarını şaşıranları kim çağıracak doğdukları yere? hangi ses? gidenlerin şiirini yazmaya ada/y/ım ve gelenlerin!“
“…
geçit yok ada’nın bir yarısından diğerine
kuş göğünü, insan denizini şaşırdı
böcekler güldüler halimize
haydi! tutuklayın turnayı, balıkçıyı, elmaları
suçlarına ortağım ada/y/ım şimdi
kuşanın bayraklarınızı, tutuklayın şiiri!” (25)
“Deli Temmuz“, Faize Özdemirciler’in üçüncü şiir kitabı olup 1997 ile 1999 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşmaktadır. Deli Temmuz, 1999’da Cep kitapları tarafından yayımlanmıştır. Faize, Kıbrıslı olmasına Kıbrıslıdır da Türkiye şiirinin seksenli yıllarının ikliminde şiirini olgunlaştırmıştır. Bu bağlamda Deli Temmuz, seksen kuşağının neredeyse tüm özelliklerini içerir. İkinci Yeni’nin dil aşkınlığı ile Toplumcu Gerçekçilik’in toplumsal/siyasal/insancıl… duyarlığını şiirinde buluşturmuştur.
Faize “tepeden tırnağa / baştan ayağa” Kıbrıslıdır. Bu hal, bu kitapta da kendini gösterir. Ülkeler de kentler de kasabalar da… insan değil midir zaten? Bundandır ki insanlık halleri, Kıbrıs’ın her hali karşılığını bulur Faize’nin şiirinde.
Kitap: “Bir sevda temmuz’a denk gelirse talihsizdir; / göçle, ateşle, acıyla anılır! / Talihlidir; adı kötüye çıkmış bir ay’a aşkı sunar! / Bir göçmenkuş’un notlarından derlenen bu kitap,/ temmuz’u katlanır kılarken, / sabahsefalarının rengini dayatana, / yani aşk imgesine adanmıştır.” (26) sözleriyle başlar.
Kıbrıs’tan İstanbul’a; İstanbul’dan Kıbrıs’a, hem Kıbrıs’tan hem İstanbul’dan yeryüzüne / gökyüzüne / sonsuzluğa… uçan bir ‘göçmenkuş’tur ki sözcükten sözcüğe; imgeden muhayyilemize… uçar / konar. ‘Sabahsefalarının’ rengini burnumuza sunar, Temmuz’u ‘aşk’a döndürür.
“Temmuz” Kıbrıs’ı 1974’te bölmüştür. 1974’ü anlatır “gül fotoğrafları“nda:
“benden önce doğan erkek kuşlar gittiler, öldüm!
savaş bitti! göç tamam! çekingenliğinden yargılanması
gereken bir çocukluk kaldı bugüne
o kadar yakından çektiler ki fotoğraflarımı
güller dahil olmadı yüzüme
çocukluğu barış gücü askerlerine anı olanların yabancı
olur sevdaları. âşıklarıyla kavgaları: bindokuzyüzyetmişdört
kıbrıs çıkartması, özgürlükleri: turan güneş’in izinsiz
tatile çıkamayan ayşe’si, oyuncakları. ecevit’in güvercini.
tarih’in işiyse aşka burnunu sokmak coğrafyanın nesi?
aşk bitti! oğlak intihar numarası yaparken, kumral bir kadının
saçlarını yoldu yay, ah! elinde olmayan nedenlerden dolayı
bitti aşk! kabahatinden büyük bir şehir, ulaşılmaz bir köy
kaldı geriye
o kadar uzaktan çektiler ki güllerin fotoğraflarını
renkler dahil olmadı yüzüme” (27)
1974’ü anımsayanlar bilir, bilmeyenlere de biz söyleyelim. Kıbrıs’ın işgali sırasında Bülent Ecevit başbakan; Turan Güneş dışişleri bakanıdır. Barış görüşmeleri devam ederken, Turan Güneş: “Ayşe tatile çıksın!” parolasıyla işgal emrini verir, ada bölünür ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Aşklar biter, çocukluk ‘Güney’de kalır, ulaşılmaz olur.
Savaş korkunçtur. “küçük el radyoları”nda “Güney“in “en anneli gününde“n dem vurur. Anneler için “şarkılarla büyüttüler çocuklarını ve küçük el/radyolarıyla beyaz mendilleri aynı dala asarken” (28) der.
Sürdürür sözü:
“havantoplarının gramofonu susturamadığı zamanlar
da yaşandı o uzak evde, unutamıyorum bir muhabbet
kuş’uyla tanıştığımı ilk günü. o, hasret kadar eski moda
bir tınıdır şimdi ve güllerin açtığı vakitlerle
yakından ilgili“(29)
Savaş korkunçtur, tarihi egemenler yazar, yazılan (bu) tarih yalandır:
“anılarını eskitmeyenlerin umutları çok olur, acıları çok.
tarihin dışındaysa karanfil, anıların içindedir. koca bir
yalandır belki, tarihte yalan çok!..
…
kurbanların üstüne kuruldu güllük gülistanlık günler.
karanfili unutturur mu gül ve düşündünüz mü hiç
neden artık komik duruyor şiirde sakıyle bülbül?
…” (30)
Kentler, köyler yağmalanmıştır. 1974 sonrası, ölen öldürülen Türklerin ve Rumların üstüne kurulmuştur. ‘Sakı ile bülbül’ Divan Şiiri’nin arkaik sayfalarında kalmıştır ve yaşanan acılar karşısında yalnızca ‘komik’tir.
Acılar içinde Edip Cansever’e de selam uçurur ve umudu diri tutar:
“…
sardunya küstü, karanfil yandı, sahte duruyor
şarkılarda hüzzam, ey tarih, ne duruyorsun sen de yan!
bak! hep devrim adını vermişler mayıs doğumlu
bebekler. Bilmiyorlar, sapına kadar karanfil
sevdalar gerek bize” (31)
“ağlayan çocuk tabloları”, “Temmuz” sonrasının “ah!”larını anlatır:
“…
ağustos’un alnına silah dayadı temmuz, kanatarak açtı
sonbaharın kapısını, bir damla…bir…bir daha…sonra
çıt sesi. küçük tanecikler dil altına yuvarlanırken söz
nara dönüştü. hıçkırık ayvaya.
çalıkuşu’nu bitiremeden boyunlarına kurşun asan kızlar,
büyüdüler ve kolayca feda ettiler rahimlerini. coğrafyayı
andıran kadınyüzler hüzün ki nasıl boydan boya.
-direnmek mi henüz değil, belki sonra!-
çilingirdir sonbahar, kırarak açtı kışın kapısını. rum
evlerindeki ganimetin en ıslak olanı. şair’in kazılarında
en çok rastladığı ah! o ağlayan… ağlayan çocuk tabloları!“ (32)
Zaten ‘‘şair’in kazı’’larında ‘ah’tan, ‘acı’dan başka ne olur ki?
‘jasminum’da Kıbrıs tarihi ile Faize’nin şiir tarihi iç içe geçer:
“kurtlu bir elmaydı yurdumuz, yarısını görmeye
dayanamadığımız… çamların yabancısı cemaat
ne bilsin! şair yaza yaza tüketirken, insan
kökünü kazımış yaseminin!
…
küçük bir kızın hatıra defteriydi hayat. boşuna
beklemeyin ayırdığınız sayfa için teşekkür
etmeyeceğim. ey adalı şair, sevgililerimi biliyorsun
anlat, durup durup yeniden yeniden anlat, saba’nın şiirim
üzerindeki yan etkilerini
…
şiirim doğu’yla batı’yla aynı gün sevişir şimdi.
faili meçhul cinayetler nasıl ararsa katillerini
imgelerim de öyle arar köklerini.
…” (33)
‘tevekkül’ baştan ayağa sarsar insanı. ‘gül’ rengine yabancılaşmıştır, ‘gözlerinde’ ışıltıdan çok yangın vardır ‘ada’nın:
“‘barış’ tırnak içinde söylenirken yitirdik birbirimizi. biz…
yani zaman bizi, biz zamanı. Ey şair! Tarih
seni de aldattı ama en çok babamı…
sarılmayı unutmuş sarmaşıklar, bizler
çiçeksiz, balkonlar zavallı. Pencerelerimizde
içini göstermeyen bir garip tül…
gül cenazelerinde sessiz sedasız bir çift
kanat, sessiz sedasız suç… bizi unutmayan
biricik kuşsun tevekkül!
hadi kurtar bizi senden, hadi uç!” (34)
Barış uzak bir düştür, herkes konuşur da kimse ‘barış’mak istemez:
“yorulduk barışı konuşmaktan, yalnız
kaldık. neye dayanarak büyüdüğümüzü
bilmeyen çocuklardık.
…
yalancı anıları yalancı cemaatler okur
düşleri de yırtık olur haritası yırtık olanın
araştırılmakta olan hastalık diye yuttururlar
bize barışı…kıtalar…iki parçalı birleşik
ve uzak kıtalar…” (35)
‘kırmızı ruj lekesi’ ‘tar-u-mar’ bir ülkeyi şiire döker:
“kuzey’de mezarlıklar tar-u-mar
evlerin üstüne katlar çıkıldı.
güney’de kerpiç evler yerle bir
narenciye ayakta
-yıkım demektir her ikisi de-
kim yapacak tarihimizin tashihini.
güvenlik içinse güven artırıcı
önlemler, koruma altına alsın
anılarımızı, alsın da görelim hadi!
…” (36)
‘Temmuz’; şiiri de şiire içkin olan ne varsa onu da yok etmiştir. Çiçek adları dahi sokaklardan silinmiştir:
‘’…
dünyanın yeni düzeni bakırla, camla yükselirken
adreslerimizden elini eteğini çeker yasemin, şiir de
yitirir birtakım inceliklerini, erkekler, kadınlar da.
çünkü insan girilir faşist çıkılır Lefkoşa
sokaklarından. Yok mavibeyaz trodoslar’a,
yok kırmızıbeyaz beşparmaklar’a
neyleyim sevgililer de hak etmiyor artık şiiri,
halklar da! hani sevişme vaktiydi kiraz mevsimi
…
sokakları kurbanlara adadınız ya, ölün e mi?
olsa olsa büyük şehirler kârlı çıkar bundan.
çiçek isimli sokaklarınla bir adım önde
hadi gene iyisin İstanbul, iyisin!’’ (37)
İstanbul’dadır artık. ‘Temmuz’ peşini hiç bırakmamış, başına bir de ‘deli’ sıfatı almıştır:
‘’…
yedi tepe üstündeyim ve görünmüyor hayat. benim
doğduğum yerde kimse kimseyi bu kadar
öldürmemişti.’’ (38)
Yeditepe’den bakar ‘ada’ya:
‘’rum çocuğundan kalma bisikletimi türk çocuğu çaldı.
sonra birisi çıktı beni benden çaldı. yıllardır çalıntı
bisiklet gibi yaşıyorum yüreğimi.
…
yıl bindokuzyüzyetmişdört. papaz’ın sahte ölümü
önce çocukları ikiye böldü, sonra toprağı. yalancı
anonslar’la kana bulandı güzelim maki’’(39)
‘Hüzzam’ın yurdudur ‘ada’. ‘Hüzzam’, bozulmuştur. ‘Romantik’ bir hayat sürüp giderken ada’da ‘Temmuz’ kana boyamıştır tüm güzellikleri. Faize Özdemirciler, borcunu şiirle ödemiştir hüzzamını yitiren annesine / kadınlara:
‘’…
Beyaz güllerle vedalaştık önce. romantik ablaların
küçük kızkardeşleriydik nasılsa. öyle öğrenmiştik
muazzez hanım romanları’ndan.
hırçındır sevinçleri kadınların eğer yalansa. gürültülü
patırtılı acıları. ne yaşadığına şükretti annem, ne sevindi
ölmediğine.
anne! sesler biriktirdim senin için… nicedir görmediğin
evinin sesi, ağaçlarının, sabahsefalarının…
nasıl mı… ben susacağım, sen anlayacaksın, çünkü bir
çocuk annesine şiirini susarak anlatabilir sadece…’’ (40)
İstanbul’dadır ya, Kıbrıs’la İstanbul şiirde buluşmaya başlar:
‘’aşk şiirde durduğu gibi durmuyor! gitti! Ardında
ardında bıraktığı küçük özlem balıkpazarı’nda yürüyüşe
çıkan âşıklara mendil satan bir çocuktur şimdi.’’ (41)
‘Hüzzam’ın yurdundan gelmiştir darbeler ülkesine. Çocukluğunun anayurdundan ‘sardunya’lar getirmiştir. Yeni bir kentle / ülkeyle, başka bir ufukla tanışmıştır. Hesaplaşma, sorgulama zamanıdır:
‘’lâvantayı bu şehirde aldım dolabıma, leylâkla
burda tanıştım. nasıl söylersiniz dargın olduğumu
yaseminle
…
yaslanacak duvar arayan yaşlı bir kadındır
adalı şair’in ideolojisi. nereye otursa suya dokunur
ayakları. ama coğrafyaya hapsolmuş şiir
kırsın artık kelepçesini
karla bu şehirde tanıştım, paltoyla. burda anladım
cebin, cüzdanın, pasaportun ve sinir sisteminin
nelere kadir olmadığını
…
yanlış sinyallere mecbur bir yaşam benimkisi.
elimi tutsan dudaklarımda sardunyalar
kuru bir ağrıya dönüşecek ilerleyen saatlerinde
gecenin.
onca yıkımdan sonra, olsa olsa şiir ayakta
tutar bizi desek, otursak, yahya bey’den başlasak’
aramıza girecekler! karşı çıkacaklar şapkalı
sözcüklerimize. bunlar eski diyecekler,
olmaz diyecekler…
sen yabancı anılardan çaldığın kırmızı gül
yapraklarıyla boyarken dudaklarımı, bağrına
basmak zorunda kalacaksın çuhaçiçeği’ni
ve bileceksin ki, onun dışında kalan
cümle çiçekler lâtife.’’ (42)
‘Her Aşk Doğduğu Yere Benzer’ Faize Özdemirciler’in dördüncü şiir kitabıdır. 2001’de İstanbul’da Hera Şiir’den yayımlanmıştır. İstanbul’dadır İstanbul’da olmasına ama kalbi Larnaka’da / Aytorota’dadır:
‘’zarın yırtılması gibi yırtılır nar
ilktir ve sondur, dökülür yapraklar
üşümek olur gitme demenin
ve mektup yazmanın adı
…
gülüşlerimde yanıp sönen yıldızlar
dudaklarımda ayrı düşmüş kasabalar
her kasabada şairini bekleyen lavinia
nasıl postacı dersiniz
larnaka’dan mektup getirmeyen postacıya’’ (43)
Larnaka’dan değil ama, Atina’dan mektup alır Faize: “Atina’dan gelen zarfı açtım. Bütün zarfları nasıl açarsam öyle. Hayır, tam öyle değil, ağır ağır, beklediğim an geldi anlamında heyecanla. Ne bekliyordum, bilmiyorum. Ne gördüm, portrenin ihaneti ve yokoluşu, manzaranın hüznü, zangalak ağacının güller karşısındaki zaferi, kerpicin kırgınlığı, insanını kaybeden bir evin öfkesi ve nihayette Panikos’un güzelliği… Gitti, aradı, buldu ve tam yirmibeş yıldır göremediğim doğduğum evin fotoğraflarını bana ulaştırdı, az şey değil bu! /…/ Yirmibeş yıl aradan sonra gerçekleşen bu karşılaşma nedir, sorarsanız şimdi ben anlatamam. Çünkü ben anlamam evlerden. Evlerden anlamamayı Seferis’ten öğrendim, kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacın dayanılmaz acısını Yahya Kemal’den, İtaki’den fazla fazla bir şey beklemek yerine yaptırdığı yolculukları sevmeyi Kavafis’ten…“ (44)
Fotoğrafa bakıp geçmişe yolculuklarla yazılır bu düzyazışiir. Faize’nin doğumu, narenciye ağaçları, güller, Kerime Nadir, Kemalettin Tuğcu, Zeki Müren, Hamiyet, Safiye, Vasilis Titsanis, Kazancidis, cümbüş, barış gücü askerleri…
Sonra: “… Artık odaları dolaşabiliyorum. Duvarda çalınmayan Zeynel Abidin Cümbüş, İstanbul’dan getirmişler babama. Amcamdan kalma bir keman, ilk göçen abimin bağlaması, gramafon, taş plaklar… Beyaz mermerlerin üstünde turuncu saten bir yorgan, annem ve ablam… ısrarla aşağıda oynamak istiyorum. Annemle ablam aşağıya iniyor beni yalnız bırakmamak için. Sonra bir havan topu düşüyor yorganın tam ortasına, bir tane daha gramofonun ve taş plakların üstüne… İyi ki ısrar ettin diyor annem yıllar sonra, iyi ki…” (45)
Sonra: “…Karar verilmişti, ada bir elma gibi ortasından bölünecekti ve ikiye bölünmüş bu ada kimseye doğru düzgün yurt olmayacaktı bir daha. Atadan kalma her şey harabeye dönüşmek üzere terk edilirken hesaba katılmayan bir şey vardı, yaşananların şiire ve yazıya dönüşeceği, bunun hep böyle olduğu…” (46)
Doğru söylüyor Faize, bu hep böyle oluyor, yaşanan yaşandığıyla kalmıyor. Yazılıyor:
“zaman ilk kanadığı yerden başlatır
bir kadının yolculuklarını, unutmaz
unutamam ben, unutun beni…” (47)
“…
haritanın yırtıldığı günü
bayram sanarak büyüyor bebekler
…
tarih yalan söyledi coğrafyanın burnu uzadı
yeşil çizgiye kadar sevebildik birbirimizi
dışarıda geçen zamanlar çook uzadı
…“ (48)
Sonra anımsama ile anımsamama arasında gidip gelir:
“…
gül, sabahın hangi sularında açardı
kadifeyle buluşturan düşler hatırına sormadım
sabırlı çocukluğum aceleci bir kadına dönüştü
gülün kokusunu işitmek arzusunda her şey bitti
sade bir yorgunluk, yazılmamış onlarca kitap kaldı
hayat koca bir ağrıya dönüştü zamanla
…” (49)
Tarihin tahrip edilmesi de siner şiirine:
“…
darbeye barış, göçe zafer dendiği zamandı
deliydi ada olduğunu unutan coğrafya
yüreğini larnaka’da bırakmış adam
allahım beni beyaz güllerime kavuştur diye
dua eden bir kadın hatırlıyorum sarıova’da
…” (50)
Ve İstanbul! İstanbul’da yaşasa ne olur, yüreği oralardadır:
“…
hiçbir şey olmamış gibi yaşıyorum bu yerde
pendaşino deresi’ne selamlarımı ulaştırıyorum
nasılsa buralara yolu düşmüş bir panikos’la
her şeye rağmen bu şehir
nâzım’ın yedi tepe üzerine kurulmuş
istanbul’u sayılmakta hâlâ
…“(51)
“kürt şivesiyle satılan çürük elmaları alırken
bir devrik şive de biz ekledik marmara’ya
insanın doğduğu evi koklamak arzusuyla
yanıp tutuşabileceği
çoktan unutulmuştu nasılsa
şimdi istanbullarda çocukluğumuzun
dilini arıyoruz. bal ve alkol kokulu odaların
hatıratını yazacak yüreği toparlamaya
çalışıyoruz martıegemen sahillerde
…” (52)
“Rumca Küstüm – Türkçe Kırıldım” Faize Özdemirciler’in dördüncü şiir kitabıdır. Kitap Artshop Yayınevi tarafından 2007’de İstanbul’da yayımlanmıştır. Ahmet Günbaş, “Sepetimde Şiir Var” kitabına aldığı, Özdemirciler’in bu kitabını irdelediği yazısında Kıbrıs’ın yalnızlığından söz ettikten sonra şöyle der:
“… Ama biri var derinliğine çırpınan, deyim yerindeyse kendini yiyen. Faize Özdemirciler bu duyarlık topunun adı. Kıbrıs doğumlu. Kısacası Kıbrıslı şair. Her yanıyla bir ada çocuğu. Onun için yalnızlığını ‘ada’yla özdeşleştirdim. Oturup tüm kirleri yıkıyor bir başına. Görünen o ki kirler temizlenmek bilmiyor, üst üste yığılıyor kan lekeleriyle. // Artık sabır taşı çatlamış olmalı Özdemirciler’in. Damarına basılmış her haliyle. Verip veriştiriyor sevgili adasına…” (53)
Sürdürür sözü: “…Özdemirciler, küllerinden yepyeni bir Kıbrıs destanı yaratarak, şiirin barışçıl ışığını dünyanın karanlık yüzüne tutmuş görünüyor. Kütükten kafaları yontmayı hedefleyen Mayakovski gibi, Özdemirciler’in yapıtından öğrenilecek çok şey var. Şiirin safındaysanız eğer!..” (54)
Elbette şiirin safındayız ve Faize’den öğrenecek çok şey var!
“Rumca Küstüm – Türkçe Kırıldım” adanın tarihinin/coğrafyasının; Faize’nin geçmişinin ada şiirinin ve Türkçe şiirin birikimi üzerine inşa edilmiştir. Hüzzam bozulmuş, taş plakların üstüne havan mermileri düşmüş, ada bölünmüş, şairler adanın hangi yarısını sevmeli derdine düşmüş, hayat büyüsünü yitirmiştir.
Adanın kuzeyine Anadolu’dan insan göçü olmuş, adanın demografik yapısı değişmiş, ada muhafazakârlaşmış, Kontrgerilla faaliyetlerini adaya taşımış, gazeteler bombalanmış, Kutlu Adalı katledilmiş, ada kontrgerillanın üssüne dönüştürülmüştür. Annan planı da dahil olmak üzere bütün barışçıl görüşmeler sonuçsuz kalmış, barış da anlamını yitirmiş, içi boş bir kavrama dönüşmüştür.
‘‘muhteşem bir romanın başkahramanı olabilirdik
‘mutlu musun’ diye sormasaydık eğer viran kasabalara’’ (55)
Şair, başkahraman olma şansını ‘viran kasabalara’ soru sormaya başladığında yitirmiştir.
“…
hasretle aşina olmayan bir nesil gibi geçti zaman…
yılbaşı ekmeğindeki altını ilk bulan gitti önce
mahrem bir mahlep kokusu kaldı geriye
turuncuyu güney aldı, çocukluğu ve tatlı suyu
sarı bir ova kaldı kuzeye, sivrisinekler ve yaz sıcağı…
üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum
yıllar önce de böyle üşümüştüm bir yaz ortasında
yıllar çok yıllar önce, kerpice alışmış kadınlar
nasıl üşürse beton odalarda…” (56)
Ada bölünmüş, çocukluk güneyde kalmış, kuzeyin payına sarı sıcaklar düşmüştür. Şair yaz ortasına üşümüştür / üşümektedir.
‘’…
üveydi o fasıllar cuntanın dağıttığı odalarda
gittiler! ne aşkı bulabildiler gittikleri yerde
ne boyacı girebildi o eve bir daha
-o ev ki ırk nedir bilmeden yaşadı yıllarca-
üveydi o sevişme cesareti apansız gülortasında’’ (57)
Irk nedir bilinmeyen evler yağmalanmış, delikanlılar uzaklarda yaşlanmış, hatıralar uzakta kalmıştır. Ada barbarlığa teslim edilmiştir.
Şair uzaktadır.
‘’…
tarih diyorsunuz allahın coğrafyası kırılıyor
şive diyorsunuz rumca küsüyor, güceniyor türkçe
biter diyorsunuz şiir gide gele çocukluğa
vay haline doğduğu yere uğramayan şiirin diyorum.” (58)
Kıbrıslıdır, kadındır, hüzünlüdür Faize.
“… ben’dim yanık portakal kabuğu kokan odalardan, sıcak ekmek kokulu toprak avlulara muazzam bir şefkatle eşgeren anne. benimdi o takati kalmamış ihtilâl, o ıstırap, o gece. tedavülden kalkmış şapkalı sözcükler benimdi. ben’dim ömrünce o saf aşkı kalbinde yaşatan, aslen suzidilâra olan hüzzam… dert dinlemeyen şehirlerde, lüzumundan fazla seven kadınlar bilirim, lüzumundan fazla hatırlayan…” (59)
“…
hazırsınız âşık’a bağdat’ı değil lefkoşa’yı sormaya
bir tahkir dava devrime götürür sizi
bir tezyif hava halkların kalleşliğine
biraz barut kokusu biraz da rayiha
yeter de artar kum torbalarını patlatmaya
…
ne zaman bayrak tıksalar yaramaz çocukların ağzına
giderler, mahsur kalırız tarihin absürd meyhanesinde
…
kimse engel olamaz ağustos’a, çekilir silâh, çekilir ah!
dağlar da yıkılır, ben de!” (60)
İçsel hesaplaşmadır yazılan, kan revan ülkede.
“…
ada olduğumuzu kanıtlayacak şahitler şehitti
hayata iltica etmek için yasımız geç, yaş’ımız geçti
deniz kokmayan bir annenin çocuğuydum
memelerine kadar adalıydı oysa
kanıt için belge değil, hüzün değil, melal gerekti” (61)
Her evden ölen vardır nerdeyse, bunun için belgeye gerek yoktur zaten. Şiir yeter da artar bile.
Her şey gibi ‘barış’ da kirletilmiştir. Bütün çözüm denemeleri anlamını yitirmiş, ‘milliyetçilik’ baskın gelmiştir. Ama susmayan bir şair vardır. Ona da ‘kahpe’ muamelesi yapılmaktadır.
“…
yırttıkları yere bir bayrak daha dikecekler
adanın bir gözü ayşe
annemin iki gözü çeşme
tatbik edilmeyen ihanetin yoktur tarifi
tarif edilmeyen ihanete ayrılık süsü verilir nasılsa filmin sonunda
haritanın burun kıvırdığı manastırda ada/y/dım
sembolik karanfil intiharlarında sylvia olmaya
anonimdim, ıtrî’ydim, nevekâr’dım hatta
bayraklardan bayrak beğenmeyen
alçak bir coğrafyaya tutulmuştum da
pis bir tarih ‘vurun kahpeye’ diye
haykırıyordu kayalıkların orda!” (62)
Temmuz’dan sonra toplumsal çürüme alıp başını gitmiştir. Her şey herkes çürümüştür. Kuşkusuz en ağır olanı insanın çürümesidir.
“bunlar mayalarında kan yerine inkâr taşıyan ruhlar
bunların koynunda yılan değil yalan
bunlar çiçekhırsızları; sevgili yastıklarına
gül iliştirmekten aşka mahkûm oldular
vicdanlar ölmeseydi, merhamet savmasaydı sırasını
kirlenmezdi mahkûmiyetlerin suları
bulanık çıkmazdı fotoğraflar
…
Yanlış hedeflere yönelmiş birer silâhız
Barış bezirgânında
Tanıdık hiçbir yüz yok artık bu meyhanelerde
Ağaçlar firar ediyor birer birer
…” (63)
“kaptan”ını kaybetmiş bir gemidir şiir’e, Kıbrıs’ın ezeli ve ebedi acısını dile getiren şu dizelerle başlar:
“bayraklarla bağlanmıştır basiretimiz, mazeretimiz gül
doğumuz yok, batımız yok, hep kuzey, hep güney
mezar değil ev olsun diye inşa edilen kerpiç metinler ey
ey torbalarda denizi özleyen kum
…” (64)
Kirlenme ve “barış”ın da anlamsızlaşması nedeniyle “aşiyan’a/Tevfik Fikret”e sığınır Faize. Adorno’dan yardım umar, Attila İlhan’a “ayrılık sevdaya dahil” der, bu dizelerle yurt sevgisini dile getirir.
“bayraklarla bağlanmıştır basiretimiz
Mazeretimiz ya istiklâl ya kir…
…
gel barınağın imkânsızlığını anlat bize
gel evin geçmişte kaldığını söyle
evsizliği sevmeyi öğret bize
vaktimiz daraldı adorno
taşlarımız kül tutmadan gel
edward’ı da al yanına
ya intihar başlasın, ya intifada…
ölüme bağlanmıştır güz’ün basireti
mazeretimiz ısrarla attilâ
‘kaptan’ını kaybetmiş bir gemidir şiir
mecburi seferimiz var aşiyan’a
istikbalimiz ayrılık, ah ayrılık
ki dahildir sevdaya” (65)
Bunalmıştır, her şeyden bıkmıştır, İstanbul’a kaçma vaktidir.
“…
ben’dim o nihavent şarkının tam orasında
fukara huysuzluğunla baş başa
ben’dim o gizli özne imlâsı bozuk odalarda
benimdi o kıbrıs’ın yüzünden düşen yüz, bin parça
annemi güllerden ayrı koyan tarihe restimi çekerken
barış gücü askerleri resmimi çekiyordu
yırtık bir bahçenin şarabî boşluğunda
milli hisleri kasten kabarık tutulan viranelerin bekçileri
alın pis sularınızı çekilin derelerimin yatağından.
parti merkezlerinde pinekleyen umut efendi
al beyaz güvercinlerini uç git sen de başımdan
defol ihanete mani olmayan uçurum…
sol, sonra öl!” (66)
İstanbul’a kaçmıştır; ama İstanbul’da o eski İstanbul değildir. Lefkoşa’nın sabahlarına ‘yüz geri’ geri dönmüştür.
“…
üvercinka’nın kanat izleri duvarlardaymış
sürmekteymiş ölüm oruçları hâlâ
…
cemaatimi tanıma gayretleriyle çıktığım yollardan
yoldaş kurşunlarla vurulmuş devrim hevesleriyle dönüyorum
…” (67)
Yüz geri dönmüştür. Ada bildiğiniz adadır işte…
“temmuz ikindileriyle başlayan yazılar
çoktan karıştılar eski yazların hatıra defterlerine
ey ada! neden kapına dayandığımı sorma
neden ada’ya döndüğümü sorma İstanbul
…
ucunda diriliş olan ölümlerden korkmayan yazılar
çoktan karıştılar eski yazların hatıralarına
rita çoktan bitirdi şarkısını
çoktan sahneden çekildi roza
çok oldu havantopları taş plakların üstüne düşeli
temmuz’da yollara düşenler yaşlandılar
doğdukları yerde yaşayamadılar
doğdukları yerde ölmeyecekler
doğdukları gömülemeyecekler
biz susacağız avazı çıktığı kadar bağıracak belgeseller
bunlar yerinden yurdundan edilenler
bunlar yerinden yurdundan edilenler
…
yurdumda ters düştüğüm kendi ruhumdur
benim midemdir bulanan bakarken kendi yurduna
inzivaya geçemedim, öldüm ben, elveda!
müneccim olsam bayrak kusacağım
hatırlamanın ipine tutunsam
unutmaların ipiyle asacaklar beni
…” (68)
Nasıl bir yaradır ülke yarası? Faize her dem hemhaldir bu yarayla…
“…
taşlar yağdı yaralarımın kıyısındaki kumtorbalarından
dipsiz ve suzidil kuyularımdan su yerine ah’lar çekildi.
kokularından yaralanmış feslikânlar
korkularından yaralanmış kahramanlar gibiydik!
serde erkeklik vardı, ağlayamadık!
serde kadınlık vardı, atlayamadık hiçbir hisardan!
ne yara izin verdi buna, ne yaradan!
Ölümü bekleyen gecelerin dehşeti
‘ya istiklâl ya ölüm’ şiddetindeyken bile
aşklarımızdan vurduk birbirimizi
yaraladık çocukluk fotoğraflarımızdan.
açtılar kapıları, gitmedik, kaldık!” (69)
‘hiç kimse affetiremez kendini bu şehre’ şiirini irdelemeye başlamadan Niyazi Kızılyürek’ten alıntı yapmakta yarar var:
“Kıbrıs Türk toplumu siyasal şiddetle 1958 yılında tanıştı. 22 Mayıs 1958 tarihinde solcu Kıbrıslı Türkler kurşunlara hedef olmaya başladı. Peş peşe işlenen cinayetlerle Kıbrıslı Türkler korkunun hükmettiği bir ortama sürüklendiler ve Kıbrıslı Rumlar ile her türlü birliktelik ve işbirliğine son vermeye zorlandılar. Katledilen Kıbrıslı Türkler ‘vatan haini’ olarak damgalandılar. 1962 yılında da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne inanan, cumhuriyetin yaşaması için mücadele eden aydın gazetecilerden Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet öldürüldü. Bu cinayetler Kıbrıs Rum tarafının üzerine yıkılmak istendi ve iki gazeteci en resmi ağızlardan ‘Yorgacis’in casusları’ ilan edildi.” (70)
Bu şiir sanki Faize’nin hayatının, bozulan hüzzamın, güneyde kalan köylerinin, kokusu yiten rayihaların, bozulan mahleplerin / şarapların, anlamını yitiren barışın, İstanbul – Lefkoşa sarmalının, faili meçhul (olmayan) cinayetlerin, aşkların… özetidir sanki
“…
doğduğu yere benzeyen aşklar bir yere kadar
ama hayatlarını asena’ya yaltaklanarak geçirenler
affetiremezler kendilerini asla!
işgal edilenlerin bağrındaki dalgalar yükselene kadar
ihmal edilmiş gözler önbaharla sevişene kadar
kurumayacak bir hınç lazımdır bize!
küf tutmuş öfkeyi sokaklara
hepten susuz bırakılmış gövdeler lâzımdır bize!
kutlu adalı’yı vuranları gören
ama sesini çıkarmayan pis sokaklar
ahmet gürkan’ı vuranları gören
ama dut yemiş bülbüle dönen alçak pencereler
ayhan hikmet’i vuranları gören
ama dilini yutan adi kapılar…
affetiremezler kendilerini bu şehre!
Afrika’dan fobi, avrupa’dan hobi yaratanlar
Kapılar da affetiremez
Kapıları birlikte açmayan âşıklar gibi
…” (71)
Afrika ve Avrupa; Kıbrıs’ta yayımlanan gazeteler olup Kontrgerilla tarafından bombalanmıştır. Kutlu Adalı ise Kıbrıslı solcu bir gazeteci olup Kontrgerilla tarafından 1996’da Lefkoşa’da katledilmiştir.
Sondan bir önceki alıntı da Faize’nin düzyazı şiiri ‘kıbrıs’tan: “ben çok sıkıldım kıbrıs… Rumca küstüm, Türkçe kırıldım. Sağcılarına da solcularına da tahammülüm kalmadı, bunu bil! Küflü dillerden bunaldım, bıktım yeninin bayatlığından… ne iki dili kaldırabildin, ne bağrında yaşatabildin iki dini…” (72)
Bu acı sarmalından nasıl mı çıkılır? Yine Faize’ye verelim sözü, şiire verelim.
“…
tabular değil tabuları koyacak tabutlar
çizmeyi aşan generaller değil, çizmeler değil
yalınayak sokrates’ler lâzımdır bu şehre” (73)
Bu yazı için son söz: “yalnız bu şehre değil, tüm şehirlere / yeryüzüne gereklidir yalınayak sokrates’ler“.
Sağ olasın Faize!
Var olasın Faize!
Şiirin daim olsun!
Mayıs – 2021 / Şubat – 2022
Antalya
D İ P N O T L A R
- Nusret Gürgöz, Kıbrıs Şiiri – Kıbrıslıtürk Şiiri Odağında Fikret Demirağ Şiiri, https: // www.artigerçek.com ( erişim tarihi:20.05.2021)
- Fikret Demirağ, Sombahar Şiir Dergisi, Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı Mayıs – Haziran 1996
- Niyazi Kızılyürek Bir Hınç ve Şiddet Tarihi – Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Temmuz – 2016
- Niyazi Kızılyürek Bir Hınç ve Şiddet Tarihi – Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Temmuz – 2016
- Hakkı Yücel, Sombahar Şiir Dergisi, Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı Mayıs – Haziran 1996
- Mehmet Yaşın, Kıbrıs Şiiri Antolojisi Adam Yayınları Ekim – 2005
- Faize Özdemirciler, Hüzzam Bozuldu, Işık Kitapevi Yayınları Haziran – 1998
- Metin Turan, http://turkoloji.cu.edu.tr ( erişim tarihi. 10.06.2021)
- Metin Turan, Varlık Dergisi, Şubat – 2019 ( İtirazlar Sarmalında Faize Özdemirciler Şiiri)
- Fikret Demirağ – Bekir Azgın, Kıbrıs Gazetesi 22.12.1995
- Fikret Demirağ – Bekir Azgın, Kıbrıs Gazetesi 22.12.1995
- Faize Özdemirciler, Hüzzam Bozuldu, Işık Kitapevi Yayınları Haziran – 1998 (Beklemek)
- age ( Uzak ada/m)
- age ( Beklemek)
- age ( Yalnızlık)
- age ( Yalnızlık)
- age (Yaz Buluşçusu)
- age ( Pul Çağrışımları)
- age ( Pul Çağrışımları
- age ( O Yer)
- age ( Yıldönümü)
- age (Sevdakazıcısı)
- age ( Huzur )
- age ( Göçmenkuşlar I )
- age ( Göçmenkuşlar II )
- Faize Özdemirciler, Deli Temmuz, Cep Şiir – 1999 ( Kitabın giriş yazısı)
- age ( gül fotoğrafları)
- age ( küçük el radyoları)
- age ( küçük el radyoları)
- age ( karanfile iki şiir birden – birinci şiir)
- age ( karanfile iki şiir birden – ikinci şiir)
- age ( ağlayan çocuk tabloları )
- age ( jasminum)
- age ( tevekkül )
- age ( düşleri de yırtık olur haritası yırtık olanın)
- age ( kırmızı ruj)
- age ( iki kişilik kırmızı)
- age ( deli temmuz)
- age ( deli temmuz)
- age ( deli temmuz)
- age (bir ayrılık)
- age (çuha çiçeğinin zaferi)
- Faize Özdemirciler, Her Aşk Doğduğu Yere Benzer, Hera Şiir Kitaplığı – 2001 ( ayrı düştüğümüz kasabalar)
- age ( kırgın bir evin fotoğraflarını okurken)
- age ( kırgın bir evin fotoğraflarını okurken)
- age ( kırgın bir evin fotoğraflarını okurken)
- age ( yıllanmış öykümüzün en güzel yerinde manzara )
- age ( tarih yalan söyler coğrafyanın burnunu uzatır göçler )
- age ( gülün kokusunu işitmek arzusunda )
- age ( sarıova )
- age ( tiyatro çıkışı durgun düşüncem )
- age ( martı egemen sahillerde )
- Ahmet Günbaş, Sepetimde Şiir Var, Hayal Yayınları, Nisan – 2009
- age
- Rumca Küstüm / Türkçe Kırıldım artshop yayıncılık, Kasım – 2007 ( romanlardan kovuluşumuzun şiiridir)
- age ( kerpice alışmış kadınlar nasıl üşürse betonda )
- age ( babasının kızı)
- age ( vay haline doğduğu yere uğramayan şiirin)
- age ( hayat; aşkın öteki kıyısına akan ırmak )
- age ( bir paltoya iki kişi )
- age ( sultanîyegâh )
- age ( sembolik karanfil intiharlarında sylvia )
- age (kimi sevsem sen değilsin diyen suzidilara)
- age (kaptan’ını kaybetmiş bir gemidir şiir)
- age (kaptan’ını kaybetmiş bir gemidir şiir)
- age ( gregor samsa )
- age ( gregor samsa )
- age ( yaz ikindilerinde angarya )
- age ( ölü/m/ü öpüp alnına koyan geceler )
- Niyazi Kızılyürek Bir Hınç ve Şiddet Tarihi – Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Temmuz – 2016
- Rumca Küstüm / Türkçe Kırıldım artshop yayıncılık, Kasım – 2007 ( hiç kimse affetiremez kendini bu şehre )
- age (kıbrıs)
- age ( hiç kimse affetiremez kendini bu şehre )
Nusret Gürgöz, 1962 Elazığ doğumlu. 1984’te Dicle Üniversitesi – Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü; 1997’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptı. Bu aralar avukatlık yapıyor. 2009 – 2016 arasında Çağdaş Hukukçular Derneği Antalya Şubesi Başkanlığı yaptı. 1990’dan bu yana şiir, öykü ve deneme ağırlıklı olmak üzere ürünleri sanat – edebiyat ve meslek dergileri ile internet sitelerinde yayımlanıyor. Düşbilgisi ( Çocuklar için şiirler, Kora yayın – 1998), Ağıdım Kuşlara Kalır ( Şiirler , Kora Yayın – 1999), En Hakiki Hayat Hikâyeleri ( Deneme / Anlatı, Berfîn Yayınları – 2004), Okuntu ( Şiirler , Kora Yayın – 2006, Dünyanın En Güzel Suçu ( Anlatı, Kora Yayın – 2021 ) adlı yapıtları var. Antalya’da yaşıyor. Yazıyor.