Alevilikte ocak, bir ermişin yaşayıp öldüğü mekandır. Ziyaretçisine bir çeşit arınmayı yaşatır. Reşat Nuri Güntekin’in Akşam Güneşi romanı da bir ocak gibi. İnsanı arındırıyor…

Alevilikte ocak, bir ermişin yaşayıp öldüğü mekandır. Ziyaretçisine bir çeşit arınmayı yaşatır. Reşat Nuri Güntekin’in Akşam Güneşi romanı da bir ocak gibi. İnsanı arındırıyor… Romanın özel olduğunu düşünüyorum. “Acabalarla” karşılaşabilirim ama hiç üzülmem.

Bir sıralama yapacağım. Önce romanın adı çekici, özenle seçilmiş. Çünkü bir “şiiriyet” taşıyor. Sonra romana can veren Nazmi ile Jülide, aralarındaki sırrın ıstırabına dayanabilen insanlar. Yani aşklarıyla ilgili olarak konuştukları bir cümle bile yok. Yazar, o ikiliyi de titizlikle aramış gibi… Evet, Nazmi ile Jülide, toplumsal yapı içinde bir hayli farklı yerdeler. Nazmi Harp Okulunu bitirdikten sonra, Fransa’nın ünlü askeri kurumu Sensir’de de eğitim görür. Yurda parlak bir Erkan-ı Harp olarak döner. Değişik yerlerde görev yapar. Bir müddet sonra Paris’e askeri ataşe olarak atanır. Yola çıkar ama trenle ancak Edirne’ye kadar varabilir. Tren, Bulgar ve öteki Balkan çeteleri nedeniyle bekletilmektedir. Nazmi orada, Harbiye’den arkadaşı İbrahim’le karşılaşır. Hayret! İbrahim bir çeşit “komitacı” kıyafeti içindedir. Nazmi’yi küçük bir savaşçı grubun olduğu başka bir yere götürür. Nazmi gruptaki vatanseverlerle tanışır. Ve serüvenler yaşamış, bu gözü pek kurmay Paris’e gitmekten vazgeçip gruba katılmaya karar verir. Ve Balkanlarda dokuz ay savaşır. Cihet-i Askeriyede bir hayli ünlenir ve onurlu bir bedel öder: Ağır yaralanır. Tedavi gördükten sonra emekli olur.

Nazmi ile Şükran aynı köşkün insanları, kardeş çocukları. Nazmi, Şükran ile evleniyor ve babasından kalma M. adasındaki Ayazma Çiftliğine yerleşiyor. Burada gene yazarın özeniyle karşılaşıyoruz. Çünkü, “ada” bir mekân olarak farklı algılanır. Bir romantizmi vardır. Sait Faik’in “Haritada Bir Yer” adlı öyküsünün bir yeri, o romantizmin dizeleri gibidir…

Nazmi artık kendi deyişiyle, toprak adamıdır. Ayrıca, ilgi ve iyilikleri nedeniyle, adada “baba adam” konumundadır. Jülide mi? Jülide bir hariciyecinin kızıdır. Annesinin ölümünü zor hatırlıyor. Genç kızlığın eşiğinde iken babası onu, teyzesi Şükran’ın yanına gönderiyor. Babası da çok geçmeden ölüyor.

Jülide, önceleri, Nazmi ile çiftliği yabancılar. Ayrıca Nazmi’nin sunduğu saygı da pek umurunda olmaz. Ama zaman ve küçük nedenler aileyi bütünleştirir. Nazmi ile Jülide yürüyüşler yaparlar. Atlara binerler. Evet, bir “hatırlı” ortamda yaşarlar. Heyhat! Ayşe evin manevi kızıdır. Evlendiriliyor. Görkemli bir düğün yapılmaktadır.

Jülide, Ayşe’yi kendine dost edinmiştir. Düğün gecesi onu odasına çağırır. Kendisine annesinden kalma bir yüzük hediye eder. Bir de kapalı bir zarf verir. Herhangi bir nedenle ölürse, zarfı eniştesine vermesini ister. Ardından denize iner, bağlı bir kayık çözüp açılır. Kayık devrilir. Suyla boğuşma halindeyken, yöredeki balıkçılar tarafından kurtarılır. Aynı gece Ayşe, Nazmi’nin yalnız bir anını fırsat bilip, üzüntü ve acılardan söz eder. Şaşkınlık nedeniyle olacak, zarf o an elindedir, onu Nazmi’ye vermek zorunda kalır.

Jülide uzun mektubunda, eniştesine karşı duyduğu aşkın hıçkırıklarını duyurur. Nazmi, zarfı eski halindeki gibi kapatıp Ayşe’ye geri verir. Jülide intihar etmek istemiştir. Nazmi tüm olup bitenleri, misafiri olduğu bir müfettiş doktora anlatır ve bazı şeyleri itiraf eder:

– Jülide’yi seviyorum, der.

Bitmedi. Jülide, bir aile dostunun mühendis oğlu İhsan ile evlenir. Ve çift iyi bir iş vesilesiyle Bakü’ye gider. Nazmi, Bakü’deyken Fransız İhtilali’nin yıldönümü nedeniyle konsolosluğa gider. Özel bir odada dinlenir. Odayla ilgilenen konsolosun kızından bir vals rica eder. Jülide’yle yaptığı valsin anısını yaşamak istemiştir. Ne yazık ki vals sırasında kalp krizinden ölür. Ve roman da böyle biter…

Ek: Romanın yapısını doğru sezinlemişim. Yazar eserini eşine şu ifadeyle ithaf etmiş: “Romanın hakiki kahramanı olan sevgili zevcem Hediye’ye” 8 Teşrinievvel 1927.

Rıza CAN


NOT: Yazılarının ilk kez bir edebiyat dergisinde yayımlanmasına tanık olduğu MayaDergi’yi heyecanla takip eden bir aydındı Rıza Can. Fikirleriyle, yaşamıyla bize hep kılavuz olmuş koca bir yürek. Onu maalesef 6 Nisan 2024’te kaybettik. Anısı, bu son yazısı ile baki kalsın.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Cinsellik, Aşk ve Sanat" dosya konulu dokuzuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar