Edebiyat Ödülleri Sorunu

Cuma günü hayatını kaybeden Afşar Timuçin'in, 1972 yılında Soyut Dergisi'nde yayımlanan ve günün koşullarının izlerini taşıyan, edebiyatta ödül işleyişini konu aldığı yazısını yeniden yayınlıyoruz.

Zaman zaman “Biz neden Nobel Edebiyat Ödülü’nü alamıyoruz?” diye sorarız kendimize; bu soruya doğru dürüst bir karşılık bulamayız. Nobel ödüllerine siyaset karışıyor. İhtiyar sömürgeci Avrupa’nın düşünce çizgisine uymak gerekiyor belki de Nobel Edebiyat Ödülü’nü, Barış Ödülü’nü, bilim ödüllerini alabilmek için. Sartre, almam dedi çıktı. Nobel almak bir yana, biz daha yerli ödüllerimizi bir yoluna koyamadık. Gecekondu ödüllerimiz var, kazanana maddi ve manevi açıdan pek bir şey getirmeyen. Hoş, bu ödüllerin maddi değeri büyük olsa iyice yeriz birbirimizi, böylesi daha iyi belki de. Düşünün, yüz bin liralık bir ödül dağıtılıyor, biri yetmiş bin, öbürü otuz bin alacak. Oh, siz seyredin o zaman gürültüyü! Ne ayak oyunları dönmez o zaman, ne dedikodular patlamaz! Böylesi gerçekten daha iyi. Biz dürüstlüğün ne demek olduğunu öğrenene kadar böyle gitsin bu, küçük ölçüde bir alışveriş değeri taşıyarak. Bugün “Şu adama ödül verelim de kış ortası kömürsüz kalmasın.” gibilerden gerekçeler sıralayan seçici üyeler, yüz binler konu olduğu zaman “Evsiz zavallı, bir ev alsın kendine.” diye çıkmayacaklar mı? Zararı yok, bizler dürüst olmayı öğrenene kadar böyle gitsin bu.

Bir ödülden sonra kıyametler kopar. Eskiden okurlara pek yansıtmazdı yazarlar bu kıyameti. Şimdi açığa çıktı. Şimdi dedikodu sokağa düştü. Haksız mı dedikodular? Değil elbet. Gerçekten, ateş yanmayan yerden duman çıkmıyor. Bizde de bu ateş bir türlü kesilmez. Bu dedikoduların başlıca nedeni, Türkiye’de seçici olabilecek otoriteye sahip edebiyat adamı bulunmaması. Seçicileri daha çok eleştiriciler arasından seçerler. Bizde de her anlamda güvenilir eleştiriciler yoktur. Adamın ya bilgisi aksar ya ahlakı aksar; bir eleştirmen, hiç değilse bir kliğin adamıdır. Edebiyat adamlarımız nedense çokluk toplu gezerler. Falanca şair salı ve cuma günleri falanca meyhanede içiyorsa falan eleştirmeni, falanca hikayeciyi de hemen onun yanı başında bulabilirsiniz. Bizde her sanatçının büyüklüğü arkadaşından menkuldür. Sözünü ettiğimiz ortak yaşama, bir düşünce ortaklığından gelse neyse. Hayır, bu ortaklık tam bir yârân ortaklığıdır. Bu ortaklıklara neler karışmaz ki. O benim şiirlerimi Fransızcaya çevirdi, ona büyük ödül verdirmek zorundayım, diye düşünebilir bir seçici. Bir başka seçici, bu adama büyük ödül verelim, benim arkadaşımdır, diyebilir. Her işte olduğu gibi. Önce torpilliler girer. Zorda kalanlar, al takke ver külah gitmeyenlerdir. İş bu kadarla kalır mı? Kalmaz. Müptezelliğin sınırı yoktur. Seçiciler, ellerinde imkân varsa dostları gücendirmemek için on kişiye birden ödül verdirmenin yolunu ararlar. Bir de bakarsınız hezeyanlar kusan bir romancı bir ödül alarak büyük romancı durumuna gelivermiştir. Sonra siz onu ölseniz edebiyatın sırtından atamazsınız. Edebiyata yapışmış birçok kene dergicilerin iyiliğiyle kendini sürdürürken, birçok kene de ödülün verdiği ölümsüz haktan yararlanmaktadır.

“Haksızlık oldu!” diye bar bar bağıranlara da inanmayın pek. Onlar da çokluk aynı oyunun içindedirler. Ancak ortamı iyi düzenleyemedikleri için avı başkasına kaptırmışlardır. Bu yüzden sinirli olurlar. Ama, diyeceksiniz, hiç mi hakkıyla ödül alan olmadı? Olmuştur. Olur da, neden olmasın! Her zaman olduğu gibi: Hatırlının sıra beklemediği yerde hatırsız muzafferdir. Ha, bir de zorunluluklar var. Canını dişine takıp kendini okura kabul ettirmiş bir adamı yiyemeyeceklerini anlayınca dize gelirler. Bu da adaletin bir başka zaferidir.

*

Bunları önlemek için ne yapmalı? Devrime inanlar, her şeyden önce evrime inanırlar. Nitelikli düşünürler, nitelikli sanatçılar yetiştikçe bu kepazelik ortadan kalkacak. Kendine karmaşık yollardan ödül verilmesini onuruna yediremeyecek namuslu sanatçılar, düşünürler yetiştikçe bu kepazelik ortadan kalkacak. Kafaların mide gibi çalıştığı, cahilliğin bilgelik yerine geçtiği ülkelerde her işin altından bir çapanoğlu çıkacaktır.

Ama daha şimdiden, ödülü ulufe olmaktan çıkarmanın yollarını aramak zorundayız. Bunun için de sanırım, temelli seçici anlayışını bırakmak ve ödül verilecek kişilerde belli bir yaşa varmış olmak gibi, çok eser vermiş olmak gibi nitelikler aramak yolunu tutmamız gerekiyor. Her şeyden önce şu gecekondu armağanlarının bir ya da iki büyük armağanda toplanması şart. Temelli seçici anlayışını bırakmasak bile ne yapıp yapıp bir seçici sınıfı bilincini kırmalıyız. Adam bu armağanı verirken de seçici üye, öbür armağanı verirken de, daha öbür armağanı verirken de. Bir bakıyorsunuz aynı armağanın bir dalında ödül alan biri, öbür dalında seçici olmuş. Elbette, bu durumda iş çığırından çıkıyor ve ortalıkta astığı astık kestiği kestik seçiciler kol gezmeye başlıyor. Siz, ödül verdikleri kişiye “Sana ödül verdik, gözlerinden öperiz.” diye telgraf çeken seçicileri Türkiye’den başka bir yerde bulabileceğinizi sanır mısınız? Siz, bundan sonra çıkacak eserler burnuma kadar, ben oyumu falancaya veriyorum gibilerinden şaklabanlıklar yapan seçicileri şu çilekeş ülkeden başka nerden bulabilirsiniz?

Bir ülkede düşünce adamları bu tür çapraşık yollara girmekten çekinmezlerse o ülkede karmaşa düzeni evrime baskın çıkar. Bir ülkede fikir namusunu düşünürler ve sanatçılar görüşleriyle ve eylemleriyle korurlar. Örnek insanlar kötü örnekler durumuna girerse olur mu? Eleştirmenin yağcı, sanatçının yardakçı, seçicinin oyuncu, yayımcının üçkâğıtçı olduğu topraklarda kölelik salgını büyür. Sait Faik “Bu şehre vebalar, bu şehre koleralar gelecek yakında.” demişti. Kolerayı da atlattık. Ama her kişinin ayrı ayrı yargılandığı bir tarih mahkemesi var. Bu mahkeme bizi aldığımız ödüllere bakarak değil, eserlerimizin değerine bakarak, eylemlerimizin değerine bakarak yargılayacak. Gelecek kuşaklar oyunlarınızı anlarsa sizi tepetaklak yere indirir. Yevtuçenko, otobiyografisinin bir yerinde şöyle der, Stalin Ödülü’nden bahsederken: “O akşam lokantada, adaylığı ‘geçmeyen’ bir başka şairi gördüm. Kafayı çekmiş, bağırıyordu: ‘Aday gösterdikleri herif öldü be! Ölüye ne faydası var bunun? Ben yaşıyorum, benim ihtiyacım var o ödüle.’ (…) Onları ilgilendiren, ödüldü. Herkesi böyle bir tutumla suçlamam yersiz olur tabii. Namusuyla yazıp ödül mödül düşünmeyen şairler de vardı. Ona rağmen kazandılar ödülü. Dediğim bu işi meslek edinenler çoktu. – Yazarlar birliğinde altın, gümüş, madalya curcunası sürüp giderken o güne dek, o da taa 1940’ta tek bir şiirini yayınlatabilen soylu şair Boris Slutsk, Moskova sokaklarında kendine özgü sert, asker adımlarıyla dolaşıyordu.

Kitabının bir başka yerinde şöyle der Yevtuçenko: “Örnek kişi geçinenlerin işledikleri suçlar bir sayılsa!


Afşar TİMUÇİN

Soyut Aylık Edebiyat Dergisi sayı:48, 1972

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Cinsellik, Aşk ve Sanat" dosya konulu dokuzuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar