Karanlıkta Açan Çiçek, Haiku

Haiku gündüz gezenin düşlerinden daha çok rüyalarına benzer. Bir sayıklama, anılara küçük tortularına gömülme hali. En önemlisi hızlı yaşama bu küçük duraksamalarla, rüyalarla yavaşlatma ve kendini kaybetmemek için yola ekmek bırakma çabası diyebiliriz.

Ne zamandır haiku’ya dair yazmayı düşünüyordum. Oruç Aruoba’nın vefatı ile bu istek bir zorunluluğa dönüştü. Kendim de haiku denemelerinde bulunduğum için haiku gereksinmesinin nedenlerini irdelemek istedim.

Haiku 12. yüzyıldan beri süregelen geleneksel Japon şiiridir. 5-7-5 hece ölçümüyle yazılır. Şiir 17 heceden oluşur. Ülke edebiyatında ilk haiku denemesini Orhan Veli’de görürüz.

Gemliğe doğru
Denizi göreceksin
Sakın şaşırma

Garip Akımı’nın kurucularından Orhan Veli’nin haiku denemesinden sonra edebiyat alanında haiku denemeleri hızla artmıştır. Garip’in kurucuları Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Cemal Süreya, Oruç Aruoba haiku denemelerinde bulunmuştur. Hele de 90’lardan sonra Haiku denemeleri öyle artmıştır ki, sorma. Ülkemizden Yelda Karataş katıldığı Haiku yarışmasında

Ölüme ne kadar yakın
unutulmaz çocukluğumun
ağır çiçekli ıhlamur ağacı

şiiriyle birincilik kazanır.

Ahmet Necdet’in şiir denemeleri içinde haiku’lar olduğu kadar Japon şiir geleneği içinden tanka’lar da var. 5+7+5/ 7+7 = 31 hecelik şiir formuyla yazılır. Ahmet Necdet’in Tanka’ları tanıtan Tanka’sı aşağıda.

Ey şair! Nice
Hauki’ler döktürdün sen,
Çoğu bilgece,
Şimdiyse tanka denen
Bir aşk: Otuz bir hece

Ahmet Necdet’in çağrısına rağmen haiku yazan çok olduğu halde pek tanka yazan olmadı. Bunun yanında ülke şiir geleneğinden neden faydalanmazsınız, diyenler de çok. Gerçekten de divan şiir geleneğinin ikili dize yapısında olan beyitlerden pek faydalanan yok. Bunun yanında Ömer Hayyam’ın dörtlük tarzından da pek faydalanan göremiyoruz. En önemlisi halk şiir geleneği içinde hece ölçüsüyle yazılmış dolu dörtlük örneği var. Buna rağmen haiku’lar ülkemizde yaygınlaşmış. Nazım Hikmet’le başlayan modern şiirin önemli yanı kalıpları kırmak iken neden kendisi de bir kalıp olan haiku denemesi artmıştır)? Üzerine düşünülmesi gereken bu. Yine de çoğu haiku yazanın bu kalıplara pek uymadığını söyleyelim.

İlk haiku denemesinde bulunan Orhan Veli’nin, haiku denemesinin nedenlerini Orhan Veli’ye dair yazdığım yazıda biraz değinmiştim. Orhan Veli’nin haiku denemesi bana göre modern şiirin olanaklarını genişletmek olduğu gibi dize yapısı üzerine daha geniş çalışma olanağı yaratmaktır. Yoksa bazı şairler gibi haiku yazımını bir şiirsel oyuna çevirmek değildir ya da bir moda yaratmak veya bir modanın içinde olma gereksinmesi değil. Bilakis dizenin daha anlam yüklü olarak yaratma çabasıdır bu. Böylece modern şiirin kurucu ögesi dizenin yoğunlaşmış anlam ile yeniden yaratma isteği veya şiirdeki resim algısını netleştirmek olarak da görebiliriz. Orhan Veli’nin bu süreçte şiire dair böyle bir yönelim de bulunması olağan.

Günümüzde haiku gereksinmesine ve nedenlerine ilişkin birkaç yazı var. Bunları paylaşırken bu gereksinme ve nedenlere ilişkin bir şeyler söylemeye çalışacağım. Önce bakalım Oruç Aruoba ne diyor.

Haiku yazdığımı -yani, yazdıklarımın haiku olduğunu- başlangıçta fark etmedim. Başo’yla tanışmam
Mayıs’93’de oldu; oysa çok önceleri, ancak haiku sayılabilecek metinler yazmıştım -yani, sonradan
farkettim ki, yazmışım…(tümceler’e aldığım metinlerin birçoğu, ilk kavranış açısından da, kâğıda
dökülüş açısından da -bazısı biçimsel olarak bile-, haiku sayılabilir.)

(…)

Belki, çekici olan, sınırlandırılmışlıktı: ‘Pekâlâ, söyle bakalım ne söyleyeceksen; ama yalnızca onyedi
nefesin var – ona göre!..’ gibi bir kısıt, sanki rahatlatıcıydı bile: Yalnızca ‘söyle, hızla; ve geç…’ gibi
bir anlamda da değil -imbiklemek gibi birşey: ‘Özü bul -çok söyleme: tam yeterince…’ gibi…

(…)

sezinlemeye başladım haiku’nun anlamını:-
Anlık bir anlam: gözüküp geçivereren bir görünüm -göze çarpıveren bir kavrama- daracık kavrayış
aralığından görülüveren kocaman dünya…
Geçiciliğin kalıcılığı –
kalıcı bir geçicilik…

Aslında son söylediği bu gereksinmenin nedenini anlatır gibi. ‘Geçiciliğin kalıcılığı- kalıcı bir geçicilik’. Bu söylem hızlı bir pratiği içinde önümüzden gecen çoğu olgunun, kalıcılığını isteme gayreti diyebiliriz. Günümüz dünyasının hızlılığına karşı anekdotlar, fragmanlar o anı işaretleyecek resimler zorunlu hale gelmiştir. Bu unutmamak için parmağınıza ip bağlamak gibi bir şey. Tabii ki ip olgunun düşünsel nedenlerini ortaya koymaz. Haiku hem resmi çizmeye yarar hem çağrışımı yüksek anlam yüklü dizeyi açığa çıkarmaya yarar. Böylece geçiciliğin, kalıcılığı sağlanmış olur.

17 soluğun var, diyor. Özü bul, çok söyleme: tam yeterince. İmbiklemek gibi bir şey.

Tabii ki çoğu kişi 17 soluğa göre hareket etmiyor. Haiku yazanların temel dayanağı daha çok “imbiklemek” ve “özü bulmak” daha çok. Bunu arta kalan diye görebiliriz. Aslında pasaj yazanın gereksinmesi de bu. Bu durumu işaret etmek, belirlemek, gevezelikten kaçmak olarak da görmek lazım. Artakalan dediğimizde yaşadığımız olay ve olgulardan kalan tortular diyebiliriz. İnsanın sadece şiir sanatını değil, kendini de anlamlandırma çabasıdır haiku.

Enver Topaloğlu haiku’lara dair yazısında şöyle bir durum belirliyor:

Enis Batur’un, ‘kişinin iyi bir haiku yazabilmesi için; oturduğu evden dinlediği müziğe, kullandığı silahtan yüzyılların doğurduğu ekonomiye kadar neredeyse her şeyde Japon olması gerektiği’ tezine Yelda Karataş haiku’nun Nobel’i olarak tanımlanan 10. Mainichi Şiir Yarışması’nda uluslararası katılım dalında büyük ödülü alarak karşılık verir adeta Yelda Karataş.”

Yine aynı yazısında şunları diyor Enver Topaloğlu.

Duygunun ve düşüncenin göz kırpma anı olarak da tanımlanabilir. Haiku, yazanı olduğu kadar aslında okuyanı da şair yapan bir şiirdir diyebiliriz. Ya da okuyanla tamamlanan bir şiir… Aynı zamanda duygusal ve düşünsel eğitim de söz konusudur. Şiir için yaşamdan yana, etik ve estetik yeni duyarlılıklar oluşturmayı gerçekleştirmesinden daha önemli ne olabilir ki.

Bu iki belirlenim haiku’ya dair önemli. Bir şiir eğitimi olarak da görüyor haiku’yu.

Kadir Aydemir’in şiirinde ses/sizlik yazısında şöyle diyor Cemil Okyay:

Şair ressam ee. cummings’le şiirin bir sessizlik kompozisyonu olduğu görüşünü paylaşan Isabella Alfandary ‘ses’ ve ‘sessizlik’le ilgili şöyle bir açıklama yapar. Sesle sessizlik vardır, sessizlikte ses yeniden duyulur. Sessizlik duygunun bir niteliği, kendisi, duyuların algıladığı bir niteliktir. Bir fenomen duygunun oluşması için gerekli bir biçimdir. ‘Sessizlik’ ve ‘ses’ sözcükleri şiirler boyunca tekrarlanması ve yinelenen bir motif, edebi bir ritonella oluşturmaya yönelirse, sessizlik ve ses yalnızca sözcükler ve değerler halinde uyandırılmakla kalmaz peotik olaylar halinde canlandırılır.” Sonra şöyle devam eder. “Bazen fırtına diner ‘sessizlik’le bütünleşen şair. ‘Gökyüzüyle toprak arasına sıkışan tüm sesler. Metamorfoza uğrar, yankılanan boşluğu delip geçen şiir’ olur.

Şiiri ses ve sessizlik içinde gören bu yazı haiku’lara dair bir bakış veriyor. Bana göre de haiku bir sessizliği dinleme, sessizliği sesle doldurma, ışıklandırma eylemidir. İnsanlar anılar, duygusal yığınaklar, doğanın, nesnelerin yarattığı izlekler yığınıdır. Bu durumlar şairlerde sürekli bir notlandırma, resmetme ihtiyacını ortaya çıkartır. Şiir yazmak sürekli şiiri yakalama isteği ile iç içe gelişir. Bu çaba ister istemez şiirin done taşı bu üçlüklerle (haiku) bizim şiire katılımımızı sağlar. Mustafa Köz hatırladığım kadarıyla kendi şiirinin bir özelliğini deneysel şiir derken, yararlandığı haiku geleneğini de işaret ediyordu. Haiku’nun deneysel şiire çok şeyler unutmamak lazım. Bu çalışmanın diğer yanını ise imge çalışması olarak görmek lazım. Şiirin alt parçası imgelerle simgenin oluşturulması olarak görmek lazım. Şiirin yazılımı sırasında bazen takılıp kalınabiliniyor, şiir ilerlemiyor. İlk çıkan şiirin işlenme sürecinde bu tarz imgesel haiku’lar gerekli oluyor. İşte şiirin bu gereksinmesini de karşılar bazen haiku’lar.

Bütün bunların ötesinde haiku beynin kategorik düşünmesine yakın bir tarz. Bunu tez-antitez-sentez olarak görmek lazım. 5+7+5 ilkesi bir kalıp gibi dursa da, bu dar kalıp bazen aşılabiliyor da. Roman ve öykü de gördüğümüz başlangıç hikâye sonuç denklemine de uyar haiku. Zaten yapının üçgen olması da haiku’nun bu farklı yanını daraltılmış şekliyle çağrıştırıyor gibi.

Son olarak haiku gündüz gezenin düşlerinden daha çok rüyalarına benzer. Bir sayıklama, anılara küçük tortularına gömülme hali. En önemlisi hızlı yaşama bu küçük duraksamalarla, rüyalarla yavaşlatma ve kendini kaybetmemek için yola ekmek bırakma çabası diyebiliriz.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

“Cinsellik, Aşk ve Sanat” başlıklı MayaDergi Dokuz için eserlerinizi “editor@mayakultur.com” adresine gönderebilirsiniz.
This is default text for notification bar