Binlerce yılın umudu inşa etti seni, nice geleceksiz tasarı. Karanlık yüzümüz, zalim yanımız, yaban hüzünlerimiz; hep orada, en zayıf, kırılgan [bir çocuk gibi] bekleriz [zalimi], derin kederler içinde evcilleşiriz. Ezilenleri ite kaka bir yandan, iki yüzlü insanlığımızla, erdem timsali kesilen ucubeliklerimizle.
Canım kardeşim, dostum, üstadım
Mehmet Necati Güven’in
o güzel insanlığının anısına saygıyla…
Yorgunluğa yürürsün; zalim akışın en başına. Tutamazsın, o yılan kıvrılışında hayatın son sürat akışını, tutamazsın… Yalnızlığa yürürsün, ıslak orman kokusu çınar yapraklarının, öyle renkli kızıl, bakır ve yeşil; öyle güzel ki hayat, ince buğusunda yaylaların, kalem gibi meşelerin ve neşenin peşrevinde. Hep yaşamak istersin, hep koşmak, kıpır kıpır akmak insanların yüreğine sımsıcak. Ah benim çelebi kardeşim, senin güzel insanlığının derinliğine biz, bir kuyuya bakar gibi bakıyoruz şimdi; öyle durup kalıyoruz… sonra, sora sora, “nasıl insan oluruz?” diye aranarak birbirimizi kör karanlıkta. Ne yöne çevirsek geminin dümenini, kötülüğün kayalığına çarpıyoruz. Keşke bilebilsek diyoruz, karanlığın o bitimsiz gücünü, o zaman insanlığın hiçsizliğine meydan okuyarak, biraz müsekkin olurduk belki. Ah güzel kardeşim benim, belli belirsiz gezer ölüm, bir gölge gibi günlerin, saatlerin içine sızar usul usul. Ne yitip gidenler bir şey anlar yaşadıklarından ne de yaşayıp kalanlar yitirdiklerinden…
Issızlığa yürürsün, köy yerinde ocakların yanığı gibi kokar yüreğinin içi… hep bir koşturmaca, hep bir telaş; yalnızlığın sürer durur, bir türlü çoğalamayışın bir de. O korkak, o kararsız, o leş gibi bir ruhun karanlığı seni çepeçevre sarar, o kucaklaşamadığın kardeşlerin ayrılır bir bir hayattan. Şimdi yırtıp atabilsen keşke bütün bunları… hep aynı sözcüklerle kurulu gündüzler kendi karanlığına kapanırken, “hayat devam ediyor” masalları… sen aydınlığa hasret, gözün açık gidersin. Güneş olup parıldamak istersin de…
Kıyılarda çakıldayan dalgalar, yükseklerde uğuldayan rüzgâr, güzelim toprağın kokusu, hepsi bu kahrolası elektromanyetik fırtınada sürüklenen kederler şimdi. Mesajlardan mesajlara zıplayan bitimsiz bir sürükleniş; bilirsin önce duygularının yaşadığı dünyayı öldürür insan, sonra insanlığını yavaş yavaş… hiçbir kanıt bırakmadan geriye, duygularından soyuna soyuna, [hep] daha çok yaşamak için çırpınarak, çırılçıplak…
Bak! Yemyeşil çayırların ardında [neyi hayal edebiliyorsan artık] hayat… Bak! Suda parıldayan ışık, yüreğinde atan umut, karıncanın taşıdığı damlacık… sen ne ruhsun ne madde artık, belki hepsi bilincine yapışık… boşver, gerisi hep retorik…
KUŞADASI KEŞİŞLEME
Keşke bilebilseydik, her şeyi bilemeyeceğimizi. İnsanın serinliğine sığınıp, her şeyi düzeltemeyeceğimizi. O, binlerce yılın zehrini, kinini, kibrini bir anda söküp atamayacağımızı, ah bir bilebilseydik, umudu paylaşmak için hayatın zorluklarını da paylaşmak gerektiğini; yoksa daracık odalarda, tık nefes kimselere yararımızın olmayacağını… Yaşamak, sürekli maske değiştirmek [belki]; bir inip bir çıkan duygu baskınlarına set çekerek. Kimi zaman sel gibi akıp sürükleyen, yüreğin tüm molozunu, kimi zaman öykünme; ama hep yalnız yürüye yürüye öğrendiğimiz karanlık yollarda. patikalarda. Denizin kiri, güneşin sıcağı; sineğin iğnesinin ucunda şu koca dünya, rüzgârın sürüklediği kumun akışında, oradan oraya…
Yakılan orman, çürüyen bilinç; işte cehennemin kapısı, insanın müthiş paradoksu! Belki de zekâ mutluluk getirmiyor kim bilir… bilimden ayrılan düzelmiyor, belki de… Oysa ne çaresizdir insan ne zalim durur, kendinden emin, küstahça. Herkes [belki de hiç] bilemez huzuru, dingin bir dünyayı hayal [bile] edemez, kabul edemez belki, hep beraber, korkusuzca, bir arada yaşamayı, istemez, hiç içinden gelmez. İnsanlığı kadar sınırlıdır insana dünya, [bunu] hiç mi hiç bilemez…
Hepimiz kendi zulmümüzle malulüz, yaralıyız. En çok kendimizi hırpalar, en iyi bildiğimizi sandığımız her şeyde çuvallar dururuz. En çok hatırladıklarımız, en çok unuttuklarımızdır belki, [ama] bunu hiç hatırlamayız…
YALNIZLIĞIN KIŞI
Sonra bütün hayat kayıp gider ellerinden, yıkıldığın yerden asla kalkamayacağını düşünürsün nedense. Bilirsin [ki], her şey önce yüreğinde imbiklenir, damla damla akar bilincine. Nasıl davrandığını düşünmez, düşündüğün gibi de davranamazsın. Hep bu yüzdendir, içinin tıklım tıklım, dışınınsa yapayalnız oluşu… hep bundandır uzun uzun, doya doya ağaçları, karın usulca yağışını izleyememen; kedilerin binbir dirençle kurdukları hayata içten içe imrenmen…
Hep unuttuklarını düşün, bir de uykulu gün dönümlerinde hiç hatırlamadıklarını… Söyle, “ne işe yarar şiir?”, belki biraz kuru gürültü, biraz sızlanma, hüzün, biraz sevinç [belki]. Sözcükler hayata bir boy büyük gelir kimi zaman; hayat o bedeni taşıyamaz, ruhun ağırlığını kaldıramaz. Ama şiir ne yapar ne eder kaldırır o yükü, sırtında taşır [o koca hayatı]. Kaç hayatın yükünü almıştır şimdiye değin ne çok hüzün ne çok neşe yüklemiştir heybesine…
UMUDU BIRAKMA[MA]K
Hep baktığın yerde değildir belki aradıkların. Bıraktığın gibi değildir hiçbir şey… Her şey, sana ne bıraktıklarını hiç bilmeden, yaşadıklarını çıkararak karşına, şaşırtarak seni kuşatır durur… Belli ki “ne de çok yanılmışım [meğer]” diyerek yaşlandıracak seni bu hayat. Göz pınarlarını kurutan çaresizliğinle…. Ama diren sen yine… seni yaratan içindeki coşku, bunu bil güzel kardeşim; hayata diklenen, seni capcanlı tutan, [o her ne ise]…
Bilmediğimizi itiraf edemeyen bil[e]meyişimiz; en azından bunu bilebilseydik keşke… Her çığlığın içimizde patlayışı bu, her heyecanda bir kükreyişin beklentisi. Oysa hayat hep kaybettirir insana, kazandıklarını mislisiyle ala ala…
İnsan en önce, insana inanabileceği hayaline inanmalı hem de hiç umudunu kesmeden ondan, hep kendinden bilerek bütün hatalarını…
Sis çökmüş derinlerimize belli ki, göz gözü, bilinç bilinci görmüyor. Olsun, aramalı, aranmalı umut dolu bugünü, yarını, dünden başlayarak, umutsuzca adeta…
“EN”İ BOYU KONU
Eksik çocukluk, bozuk hayat, gürültülü bir izdiham yorgunluğu bu içine akan. Nasıl bilebilir [ki] insan, neyle, hangi günahlarla yüklü olduğunu ve nasıl döndürebilir tersine kör talihini? En güzel akşamların, en güzel sözlerini saklar hem de en sona, en tedarikçi bilinciyle, [ama] en sonunda bin pişman. Kendini en anladığını sandığında, en uzaktaki ihtimale kapılarak hep…
TARİHE DİRENEN
Binlerce yılın umudu inşa etti seni, nice geleceksiz tasarı. Karanlık yüzümüz, zalim yanımız, yaban hüzünlerimiz; hep orada, en zayıf, kırılgan [bir çocuk gibi] bekleriz [zalimi], derin kederler içinde evcilleşiriz. Ezilenleri ite kaka bir yandan, iki yüzlü insanlığımızla, erdem timsali kesilen ucubeliklerimizle.
Ey insan, unutma! Tarihi yapan biz olmadıkça, hep onun kurbanı olacağız. Öldür öldür bitiremediğimiz umudumuz, rehber olacak bize, yeter ki inan buna! Zalimin derdi kendi zulmü [asıl]; hezeyandan hezeyana girip de çıkamayışı. Zalimin o yılan dilinde zehir saçan, siyasetin yatağı.
En çok kendine direnir insan, insanlığını eksilte eksilte siyasetin rahlesinde, her şerrin döl yatağında… şimdi sen kalk ayağa, elinden tut da kaldır, tarih[in]e küsmüş bütün çocukların neşesini…
İÇİNDE YÜZEN HEYECAN
Denize dönersin, sonsuz bir mavi içinde sevincin kubbesine, midyeler, rengarenk balıklar, suya düşen ışık… yitik neşen, sensiz bir türlü geçmek bilmeyen zaman… durup bir an bakarsın, dalgalar köpüklenir, güneşte pırıl pırıl, süt beyazı… sonra düşünürsün “dünyada olan dünyada kalır”ı. Belki bir teselli belki bir yalan…
Şimdi yaylalarda ocaklar yanar buram buram, çınar yaprakları ıslanır birden bastıran ikindi sağanağında, bir bahar tazeliği kaplar içini… yaylanın sisi de isi de koymaz insana. Çamların derin bilgeliği, hep yürüdüğün patikalar, keçi yolları, orman gibi genişler yüreğin [oh mis gibi hava tertemiz!]. Bir bıraksalar [ah keşke!] dünyayı sığdıracak kadar bilincine…
Yalan dolan peşinde dünya, hem şiir kimin neyine! Derde, tasaya boğulmuş bir sürü hayat, hem şairden sana ne! Bekleme güneşten, yeni bir günden bir şey, şiirde diren sen, kulak asma hayata…
Kim bu dünyayı hüznün haracına kesen, kim yaşamı ikide bir ölüme boğduran? Daracık kaldık görmüyor musun, sıkı sıkı sarılıp birbirimize…daracık kaldık, şu koskoca dünyada…
Not: Bu yazının adı, sevgili Uğur Biryol’un izniyle, onun Hemşin yaylalarını bir masal ülkesi gibi anlattığı, birbirinden güzel fotoğraflarla bezediği, aynı adlı muhteşem kitabından alınmıştır. Kendisine şükranlarımı sunarım.