Direniş bir kültürdür, bunu besleyecek rafine haline getirecek olan sanattır. Piyasa koşullarında kitlelerin direniş kültürünün estetiği ile buluşturulması devrimci gerçekçi sanatın/sanatçılarının görevidir.
Kültür endüstrisinin karşısında ayakları yere basan bir kültür politikan yoksa adının önünde ne olursa olsun sınıf hareketinin bakış açısına sahip olduğunu söylemek ham bir hayaldir.
Kapitalizmin gelişim seyriyle birlikte kültürün kendisi bir “endüstri” niteliğine kavuşmuş ve ürünleri de doğal olarak “meta” hâline gelmiştir.
Bu endüstrinin ürünleri, tıpkı fabrikaların üretim bantlarındaki ürüne benzer bir şekilde seri üretim mantığına dayalı olarak piyasada dolaşıma sokulur.
“Kapitalizm, etkinliğini sadece ekonomik düzeyde kabul ettirmekle yetinmez; aynı zamanda yaşamın tüm alanını da rasyonelleştirerek, metalaştırarak ve şeyleştirerek bünyesine dahil etme çabası içindedir. Bu amaçla duyguların ve arzuların sistemin içinde kontrol altına alınması ve yönlendirilmesi modernizmin öngördüğü toplumsallaştırmanın kaçınılmaz bir gerekliliğidir.” (1)
Kapitalizm, duyguları ve arzuları kontrol etmeyi ve yönlendirmeyi bir siyasal toplumsallaşma aracı olarak görür. Sistemin devamlılığı için bütün gücünü kültür alanına yığarak kültür endüstrisinin krizlere rağmen etkisini tüm toplumsal katmanlara yayar.
Kapitalizmin biricik hedefi vardır, o da çok kutsadığı her gün kafamıza medya aracılığıyla bolca boca ettiği piyasa ve buna bağlı olarak meta üretimidir.
Meta üretimi planlanırken arz-talep dengesinin de gözetildiğini varsaydığımız bir ihtiyaçlar hiyerarşisinin yaratılabilmesi için tüketim toplumunun da kurgulanmasını gerektirir.
Tüketim toplumlarında ürünlerin hızlıca tüketilip yerine yeni ihtiyaçların da aynı hızla konulabilmesi gerekir. Kentler, makineleşmeyle birlikte hızı temsil ettiği gibi tüketim çılgınlığı da akıl almaz bir tüketme hızını temsil eder.
Tüketim hızının doyumsuz bir hazza çevrilmesinde medya üzerinden reklamları vb. araçları zorunlu kılar. Potansiyel müşteriler üzerinde, medyanın özelikle bireylerde ihtiyaç algısının oluşturulmasındaki gücü ortadadır. Ülkemizde medya kuruluşlarının siyasal iktidar destekli seve seve ya da zorla el değiştirmesi alanın sermaye için önemini gösterir.
Kültür endüstrisi, kuşattığı insanların beğeni ve algılarını yönlendirirken ortaya çıkan gereksinimlerini karşılayabilme ve onları memnun edebilme çabasını müşteri memnuniyeti kavramı üzerinden yürütür. Yıllarca okullarda, işletmelerde toplam kalite yönetimi (TKY) diye bir işleyişi oturmaya çalışmaları müşteri memnuniyeti dedikleri saçmalıklar yüzündendir.
Teknolojinin baş döndürücü gelişimi ve hızı, kültür endüstrisinin kullandığı araçları da çeşitlendirmiştir. Hitap edilen kitlelerin sosyokültürel yapısındaki farklılıklarına rağmen, tekleştirme, insanın varoluşunu tek boyutlu düzleme çıkararak orada sabit tutmak, araçlardaki çeşitlilikle tezat gibi görünse de aslında bu doğasından kaynaklı yalın bir gerçekliktir.
Kapitalizm kitleleri tekleştirip sürü algısını zihinlere işlerken kendi elini zenginleştirecek çok boyutlu kültür politikalarını ve bununla uyumlu araçları hayata geçirmek için bütün gücünü bu alana yığmaktadır.
Kapitalizmin bütün gücü yığdığı, denetim ve gözetim altında tuttuğu kültür alanında muhalif olduğunu söyleyen yapılar, örgütler ne yapıyor?
Kendi programlarında, yaldızlı basmakalıp sözcüklerle kültür-sanat alanına ilişkin ana bir çerçeve çizdiğini zanneden partiler, kitle örgütleri vb. sistemin saldırılarına karşı koyabilecek yetkinliği ve çevikliği ne yazık ki gösteremiyor.
Kültürel alanı derinlikli bir şekilde ele alarak popüler kültürün dayattığı sembollere karşı durabilecek derinlikte kültür politikalarının inşa edilmesi gerekir.
Kültür hareketi başlatmak için alana ilişkin geniş tabanlı tartışmalar yürütülerek çözümlemeler yapılması ve bunlara bağlı olarak kültür politikalarının belirlenmiş olması toplumsal mücadele açısından aciliyettir.
Direniş bir kültürdür, bunu besleyecek rafine haline getirecek olan sanattır. Piyasa koşullarında kitlelerin direniş kültürünün estetiği ile buluşturulması devrimci gerçekçi sanatın/sanatçılarının görevidir.
Devrimci sanat, sermayenin abluka altına aldığı ortamlarda çetin koşullarda varlığını sürdürür. Ötekileştirme, öcü gibi gösterme, her yerde görmezden gelme gibi uygulamalarla sınırlarına hapsedilmiş bir devrimci sanatla karşı karşıyayız.
Sanat alanında bir hat çizemiyorsan var olan vasatın kitleler nezdindeki yıkıcılığını mecburen kabullenirsin.
Sıkışmışlık haliyle kendini sorguladığın her süreçte sınırları çizilen kodesinde mağlubiyete giden yolu kendi ellerinle döşersin.
Kültür alanın boş bırakılmaması için yeni insanın inşasında gerekli olan politikalarla donanarak gecikmiş bir mücadele biçimi olarak kültür hareketinin başlatılması en önemli görevlerden biridir.
(1) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/138391