Popüler kültürün pençesindeki iki yönetmenin ödüller, festivaller üzerinden ayyuka çıkan düşmanlığı, intihal, dedikodu gibi etik olmayan durumları işaret eden söylentilerle devam ediyor. Sanatta rekabetçi ortamlar, sanatçının sanatına odaklanması yerine (…) birbiriyle didişme ve boğuşmasını öncelik haline getirir.
John Berger’in “Görme Biçimleri” adlı kitabında yazdığı cümleyi alıntılayarak yazıma girmek istiyorum.
“Ödüllendirilmek bir yargıcın mülkü olmaktır —başka deyişle onun sizden yararlanabilmesi demektir.”
Yargıçların mülkü olmak için sanat dünyasında at koşturan nice şahsı yakın çevremizde görüyor, sosyal medya mecralarında izliyoruz.
Yargıçlar, yargıyı egemen düzenin devamlılığı sağlamak adına kimlikleri bu işleme uygun kimlikler haline getirmek için alıcılara kimi örtük kimi açık mesajlar sürekli sanat ortamına boca ederler.
Derviş postu giymiş bu kişiler hizalandıkları kapılarda hem egemenlerin değirmenine su taşıyor hem de aynı değirmenin taşları arasında her gün kişiliğini, onurunu öğütmeye devam ediyor.
Sanatla ilgili yarışmalarda ödül mahkemesindeki yargıçların hep aynı isimlerden oluşması yani sistemin kadrolu elemanlarına dönüşmeleri, yargı sisteminin devamlılığını sürekli kılar, ritüellerini yeniler.
Sanatçının “onanma”, “takdir” ve “tebrik” ihtiyacının “öne çıkma” dürtüsüyle tetiklenmiş bir ödül mekanizmasının varlığını gerekli kılıyor.
Ödül kavramının esasen, biraz dikkatli incelenirse çağlar boyunca bir itaat olumlaması olarak kullanıldığı görülebiliyor.
Örneğin; Atina’da trajedi yazarları arasında düzenlenen yarışmalar, aristokrasinin yerleştirmeye çalıştığı yeni düzenin dayanaklarını sağlamlaştırmak için kullanılmıştır.
Yine aynı şekilde Antik Roma’da gladyatörler savaşıyor, rakibini yeniyor ve sahibi o gün onu “yıkanabilme” ve “güzel yemekler yiyebilmek” ile ödüllendiriyor.
Bir iş için ödül verilince, ilişkinin içine pazar normu girer. Davranışlar, iyilik olmaktan çıkar, paralı hizmete dönüşür. Bu da kişilerin etik değerlerini öldürür.
Psikologlar buna “bilişsel daralma” ya da “tünel” diyor. Ödül verdiğiniz zaman, kişi sadece kendisine ödül getirecek noktaya odaklanır. İşte bu odaklanma (bilişsel daralma) yaratıcılık gerektiren durumlarda tam tersi bir etki yaratır. Çünkü yaratıcılık, bilişsel “daralma” değil, tam tersi bilişsel “genişlik” gerektirir.
Araştırmalar gösteriyor ki amaç ödül kazanmak olunca, insanlar daha çok etik dışı davranışlara yöneliyor. Bir işin sonunda ödül varsa, insanlar doğru ve etik olanı değil, ödüle en kısa yoldan ulaştıracak davranışları sergiliyor.
Ödül odaklı mekanizma baskınsa insanlar rahatlıkla etik olmayan yollara sapabilir ve ödül sayesinde de durumu rahatça rasyonalize edip kendilerini rahatlatabilir. Başka bir deyişle ödül insanlara etik olmama hakkını kendilerine bir hak olarak görmelerine olanak sağlar.
Yukarıda alıntıladığım bölümleri “Sanatta Ödül Sistemine Hayır!” etkinliğindeki sunumunun konuya giriş bölümünden aldım.
Sanatçıların etik dışı davranışlara rekabetçi ortamda, ödüller üzerinden nasıl yöneldiklerini yakın zamanda Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ın arasındaki intihal tartışmalarından bir kez daha görmüş olduk.
Gazetelerin hakemliğe soyunduğunu bile gördük. Cumhuriyet gazetesi; “Nuri Bilge Ceylan-Zeki Demirkubuz kavgasında kim haklı?” başlığını atmıştı.
Medya üzerinden karşılıklı soru ve cevaplarla yürütülen tartışmalarda iki yakın arkadaşın, tanışıklıklarını reddettiklerini suçlamaların dozunu gittikçe arttırdıklarını görüyoruz.
2015 yılında bir söyleşi sırasında Z. Demirkubuz’un NBC ile küs olduklarını belirtmesiyle açığa çıkan kavga, sosyal medya üzerinden filmlerdeki karşılıklı göndermelerle yürütüldü. Popüler kültürün etkisiyle karşılıklı tweetlerle süren tartışma geniş bir kesimin de ilgisini çektiğinden şimdilik nereye nasıl evrilecek belli değil.
Geçmişte fotoğraf karelerindeki samimi pozlarıyla tanıdığımız ikilinin yaşanmışlıklarına dair kesitler, Demirkubuz’un reddiyeci yaklaşımıyla iyice göz önüne serildi.
Rekabetçi ortamların genel karakteristiği, öne geçebilme mücadelesinin acımasızca her ne pahasına olursa olsun sürdürülme motivasyonudur.
Böyle ortamlarda, eş dost, tanıdık gibi kişilere uzatılacak bir zeytin dalı yoktur. Var olanı olumsuzlama, en başta gelen davranış biçimidir.
Geçmişe, yaşanmışlıklara dair değer yargıları bir daha geri gelmemek üzere yaşamdan silinmiştir. Artık iyi kötü gibi kavramların yerini kazanç almıştır, kazanç toplumsal ilişkinin boyutunu ve derinliğini belirler hale gelir.
Z. Demirkubuz; “Hiçbir zaman söylendiği gibi çok yakın arkadaş değildik. Aç kalsam ekmek parası isteyeceğim biri değildi. Ama işte Semih Kaplanoğlu gibi ya da başka arkadaşlar gibi görüştüğüm bir arkadaştı. Ben midem bulanınca uzaklaştım ama ilişkimiz kopmadı.” deyip geçmişi bir çırpıda silip atmıştı.
İki yakın arkadaş olduğu varsayılan yönetmenleri bu duruma düşüren şey neydi peki? Yine açıklamalardan öğrendiğimize göre sorunun kökeni 2006 Altın Portakal Festivali’ndeki ödüllere kadar gidiyordu.
Yani tartışmaların ana kaynağı Z. Demirkubuz’un “Kader” filmiyle en iyi film ödülünü, Nuri Bilge Ceylan ise “İklimler” filmiyle en iyi yönetmen ödülünü almasıydı. En iyi film ödülünün miktarı o yıl dikkat çekecek şekilde artırılmıştı.
Bu süreci Demirbukuz şöyle ifade ediyor; “O sene kader ağlarını Antalya Film Festivali’nde ördü; En İyi Film ödülünü 300 bin liraya çıkardılar. 230 bin dolar. Dünyada eşi yok. Ödül töreninin açıklanacağı gün otelin lobisinde otururken bu geldi, böyle havalı havalı gevrek gevrek… Jüride de Cannes’dan bir lavuk var, bunun bir arkadaşı. Hatta orada bunun esprisi oldu; herhalde sinyal aldı bu, ondan keyfi yerinde diye. Benimle de konuşuyor, geldi masamıza oturdu, sohbet ettik.”
NBC’nin ödül açıklandığında 230 bin doları kazanamadığını öğrenince yere yığılıp kalıyor. Geçirdiği baygınlık sonrasında tartışmalar, küslük yine devam ediyor. Demirkubuz’un iletişim kurma çabaları aracılar vasıtasıyla sürse de eski samimiyet bir daha geri gelmiyor.
2008 yılında çekilen Türkiye-Fransa-İtalya ortak yapımı Nuri Bilge Ceylan filmi “Üç Maymun”, tartışmaların yeniden bir kez daha alevlenmesine yol açıyor. Film; “61. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan ve Nuri Bilge Ceylan’a En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran film, 81. Akademi Ödülleri’nde Türkiye’nin yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı olarak seçilmiş, ardından son 9 film arasında yer almayı başarmıştır. Şu ana kadar son 9 film arasına alınan tek Türk filmidir.” (1)
İkili arasındaki gerilimin ve küslüğün devamındaki neden olarak belirtilen iddiaların en önemlisi Ceylan’ın Üç Maymun’u Demirkubuz’un senaryosundan intihal ettiğine ilişkindi.
Ceylan, iddialara verdiği yanıtta; “Üç Maymun” filminin senaryosunu Demirkubuz’dan çalmadığını belirtirken, Demirkubuz’un bu gerçeği bildiği halde aksi bir izlenim yarattığını ifade ediyor.
Ceylan, Demirkubuz’un böyle bir davranışta bulunmasını “çok ayıp” olarak nitelendirdi ve “Aşağılanan ben oldum belki burada sonuçta ama aşağılık olan kesinlikle ben değilim.” ifadelerini kullandı.
Z. Demirkubuz’un “Yeraltı” filminin bir sahnesinde intihalle ilgili diyalog dikkat çekiciydi. Engin Günaydın’ın canlandırdığı başkarakter, masada karşısında oturan ödüllü bir yazara kendi eserini çaldığına dair konuşması, tartışmanın mesajlarla sürdürüldüğünün kanıtı.
NBC’nin 2018 yapımı Ahlat Ağacı filmindeki Serhan Keskin’le Doğu Demirkol’un arasındaki uzun tartışma sahnesinin yukarıdaki diyaloga bir yanıt olduğu belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi popüler kültürün pençesindeki iki yönetmenin ödüller, festivaller üzerinden ayyuka çıkan düşmanlığı, intihal, dedikodu gibi etik olmayan durumları işaret eden söylentilerle devam ediyor.
Sanatta rekabetçi ortamlar, sanatçının sanatına odaklanması yerine ödüllere, yarışmalara koşturmayı, birbiriyle didişme ve boğuşmasını öncelik haline getirir.
Böyle ortamlarda ayak oyunları, adam kayırma kimin öne çıkarılacağı, kimin geri itileceğinin kavgası vardır.
İnsan rekabet içinde olduğu ya da düşman olarak gördüğü kişilerle sağlam bir ilişki kuramaz. Kişinin amacı ilişkilerini korumak değil, ödülü kazanmak olur. Kısacası, ödüllü ortamlarda insanlar birbirleriyle arkadaşlık ve dostluk kuramaz.
Z. Demirkubuz’un nedeni bilmediğini söylediği küslüğün sebeplerini, çok da iyi bildiği halde bilmezden gelmesi, onun hâlâ ödül mekanizmasına olan inancını koruduğu anlamına gelmektedir.
Onur Polat benim çok değer verdiğim yazarlardan biri ve dostumdur. Nuri Bilge Ceylanın izinsiz kullandığı metin cezası kalmadı.https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/nuri-bilge-ceylan-izinsiz-eser-kullanimindan-suclu-bulundu-2019053