Birçok büyük sanatçının anlatıp hatırlattığı büyük yalnızlığını dünyanın, Pelin Buzluk da dünyanın kötülüğünü ve ona yaptığımız “minik” katkıları hatırlatır. Artık rahatça uyuyamayız en azından. Uyusak bile dünyanın kirinden pasından arınmış değilizdir.
Pelin BUZLUK öykülerini okuyup da tedirgin olmamanız olası değildir. Öyle ki öykülerindeki her karakter kurmaca olsa da gerçeğin ta kendisidir. Akıp giden değil, durup yeniden bakmamızı isteyen öykülerdir bunlar.
Son öykü kitabı “Yer Değiştiren Sular“da Buzluk üslubu kendini daha da belirginleştirmiş, iki bin sonrası modern öykünün en önemli temsilcisi olduğunu göstermiş.
Kitapta on öykü bulunmakta. Buzluk’un daha önceki kitaplarında olduğu gibi hacim olarak birbirine cok yakın. Küçürek demesek de kısa öykülerden oluşuyor.
İlk öykü “Hüseyin’in İfadesi” adını taşıyor. Buzluk öykülerindeki anlatım ilk öyküde hemen göze çarpıyor. Karakterler bir inşaat işçisi ve atanamayan bir öğretmen. Günümüzün kanayan yarası atanamayan öğretmenler sorununa hiç değinmese de okuyucu olarak can acıtıcı yönü hemen kavrıyorsunuz. Günümüz öykücülüğünün temel özelliği bu belki de, göstermek. Öyküde bir gizem tutturulmuş olsa da aydınlanma anını her an yakalayabiliyoruz. İnşaat işçisi İsmet’in kanını sattığını çok sonra öğrensek de ipuçlarını ilk sayfalarda yakalamak olası. O yüzden groteks metinler değil. Karakterler bizden ve sıradan. Bu öykü gibi diğer öykülerinde de Buzluk alegoriden uzak durmaktadır. Açıklayıcı betimlemeler hiç olmadığı gibi izlenimsel betimlemeler de çok göze batmaz.
Şiirsellik, ironi, gerçekçilik; bir metinde mutlaka olmalıdır, deriz. Buzluk’un anlatımı şiirsellikten uzaktır. Hayatin gerçekliği olduğu gibi verilen öykülerden biri de “Abla” öyküsüdür. Yine yakıcı bir konusu vardır öykünün: kadına şiddet. Yalın ve gerçekçi anlatımı hemen göze çarpıyor: “Işıklar yanıyor, mola anonsu yapılıyor. Meğer uyuyakalmışım. Kolçağa yasladığım dirseğim ağrımış, kolum tutulmuş, geriniyorum. Aydan da doğruluyor, perdeyi aralayıp dışarı bakıyor. Hava soğuk olmalı. Kendini dışarı atanların ağzından buhar çıkıyor. Aydan’ın inmeyeceğini, inemeyeceğini anlıyorum.”
Üçüncü öykü “Şu Anda Buradasınız”. Neval’la Sarkis’in hikayesi. Aşk öyküsü gibi görünen hikâye biraz da mülteci hikayesidir. Buzluk bu öyküyle birlikte diğer üç öyküde de buzaltı ya da postmodern anlatının özellikleri doğrultusunda yazıyor. O yalın, anlaşılır anlatımın yerini okuyucuyu şaşırtan yeni derinliklere götürüyor.
Pelin Buzluk bu öykü kitabında bir şeyleri zorluyor. Ne anlattığının peşinde değil Buzluk. Anlatılanlar can acıtıcı aslında: işsizlik, zor işçilik, Kürt sorunu, taciz, kadına şiddet, kadının yalnızlığı ancak Buzluk biçemi ön plana çıkarmaya çalışmış sanki.
Her yazar yeni kitabında tabii ki yeni yöntemler deneyecektir. Ancak yazarı büyük kılan onun üslubudur. Buzluk diğer üç öykü kitabında yaptığını biçem ve içeriğin dengeli tutumunu bu kitabındaki bazı öykülerinde bırakmış, ne anlattığı ile değil nasıl anlattığı ile ilgilenmiş. Böylelikle seçilen temalar tali planda kalmış gibi.
Kitabın tanıtımında belirtildiği gibi Pelin Buzluk, Yer Değiştiren Sular’la dostluk, dayanışma, direniş ve aşka bakarak karanlığın içine ışık huzmeleri düşürüyor.
Birçok büyük sanatçının anlatıp hatırlattığı büyük yalnızlığını dünyanın, Pelin Buzluk da dünyanın kötülüğünü ve ona yaptığımız “minik” katkıları hatırlatır. Artık rahatça uyuyamayız en azından. Uyusak bile dünyanın kirinden pasından arınmış değilizdir. Bir eleştirmenin dediği gibi “Refüj”de kalmanın tedirginliğini anlatır Pelin Buzluk öyküleri. Değil mi ki karşıya geçemiyoruzdur, refüjdeki yerimizi alırız.