Tanrı Kavramı ve Mitler

Tanrısal inanç sisteminin bir yönetme oyunu olduğunu M.Ö. 500'lü yıllarda görüp buna itiraz eden Sokrates'tir. İnsan aklının hak, adalet ve eşitlik kavramlarına dayalı kolektif yasalar yaparak toplumların ortak mutluluğunu sağlayabileceğini sistemli bir şekilde ilk kez ortaya koyarak, bunun için yaşamı boyunca mücadele vermiştir.

TANRI KAVRAMI

Yaşadığı çevredeki olup bitenleri anlama arayışı insanları tanrı fikrine yöneltti. Olağanüstü bir enerji var; hareket var; yaşam var; işleyen sabit kurallar var o halde bunların bir düzenleyicisi olmalıydı. Tanrı düşüncesi; yaşamın sırrı ve büyük trajedilerini açıklamak için geliştirilen en eski düşünsel tasarımlardan birisidir. İnsan aklı gerçekçi anlamda çözemediği ancak mutlaka çözmesi gerektiğine inandığı fizik ötesi konularda yarattığı inanç sistemiyle birlikte çeperini bilinmeyenle, mucizelerle ördü. İşte o donanımın inançsal yanıyla da büyük bir boşluğu doldurmaya çalıştı. Bu anlamıyla tanrı kavramı, insan aklının yarattığı mükemmel bir tasarımdır. Doğadaki enerji döngüsü ve bunun somut sonuçlarının nedenlerini ortaya çıkarmakla ilgili, kendi sorularına gene kendisinin ürettiği yanıttır.

Doğanın işleyiş disiplini ve gizemli gücü insanları şaşırtıp korkuttu. Keşfettikleri yeni olağanüstü olguları, tanrı kavramıyla buluşturdular. Döllenmeyi, doğada ve insandaki anayı; suyu, havayı, toprağı, güneşi, yıldızları, ayı keşfedip, işlevlerini anladıkça onları yakından uzağa; özelden genele, somuttan soyuta giden bir sistemle tanrılaştırdılar. Böylece, insan beynine, kendi aklını keşfettiği zaman diliminden bu yana metaforik tanrısal bir imge yerleşmiş oldu.

Tanrı kavramı; aynı zamanda insanların, doğayla giriştikleri yaşam mücadelesi sırasında kendilerinde gördükleri zayıflık ve çaresizliği gidermek amacıyla ürettikleri de bir dayanaktır. Düzenleyemedikleri, kontrol altına alamadıkları güçlü doğa ve buna bağlı olarak olumsuz etkilenen yaşam koşulları onları zorda bırakıyor; sürekli bir çözüm arayışı ve çabası gelişiyordu. Barınma ve beslenmede yaşanan zorluklar; doğadaki olağanüstü kötü dönemler (buzul çağları, kıtlık nedeni olan uzun kuraklıklar) ve bir türlü nedenini bulamadıkları salgın hastalıklar; saldırılar; beklenmeyen ölümler gibi acı veren olaylar, insanlarda ve toplumlarda nevrotik sendromlar yaratıyordu. Bu sendromlardan kurtulmanın da en kestirme yolu, muhteşem bir düzenle işleyen o enerjinin komutanı olan güçle bağlantı kurmak ve böylece kendilerini güvene aldıklarına inanmalarıydı.

Dünyadaki işleyişi anlamlandırmanın yanında bir de ölüp, aniden yok olmanın anksiyetesi ortaya çıkmıştı. Bunu da “beden doğaya dönse de ruhların öteki alemde yaşayacağı” inancıyla aşmaya çalıştılar. Süreci yürütme görevi gene her şeye egemen olan tanrıya verildi. Oradaki yaşamın niteliğini belirleyen kriterler koyuldu. Bu kurallara uyup uymamasına bağlı olarak tanrı bir değerlendirme yapmalı; herkesin hak ettiği yaşam alanı ve biçimi önüne konulmalıydı. Arkeik başlangıçtan günümüze tanrıya “insanın zekasının tamamlayıcısı” görevi verilmiş oldu.

İnsanlık tarihinde bilinen ilk Sümer Tanrıları, doğanın evrensel çoğalma biçimine uygun davranıyorlardı. Sümer mitolojisindeki en önemli tanrılardan An (Anu), yaratıcı en büyük tanrıdır. An, göklerden yağmurlar yağdırır; bu yağmurlar toprağın içine işleyerek yer tanrıçası olan Ki’yi döllerdi. “Büyük sulama ve can verme” anlamına gelen bu süreçle bitkiler canlanır; hayvanlar otlar; ormanlar büyür; insanlar bolluk ve nimetlerden yararlanırdı. Sularla nehirler akar; oralarda balıklar oluşur. Göller ve denizler beslenirdi.

Dünyanın oluşumunda da An ile Ki ana parçalardan ikisini temsil ederlerdi. An gökleri, Ki de yeryüzünü. Karı koca sayılan bu iki tanrının doğal sürece uyarlanan öyküleri, doğadaki kozmonolojik işleyişin temeli sayılırdı. Bu tanrılar;  Sümerlerden kültürü devralan Akat, Babil, Asur gibi uygarlıklarda da bu tanrılar, aynı ya da farklılaşan adlarla ancak işlevleri neredeyse aynı kalarak inancın merkezinde olmaya devam ettiler.

Sümer mitolojisinde olduğu gibi geniş bir coğrafyaya ve çok uzun tarihsel sürece, kültürel bir kült olarak damgasını vuran Eski Mısır mitolojisinde de çok benzer bir durum karşımıza çıkar. Güneş tanrısı Ra ile birleştirilerek söylenen Atum-Ra bir baba tanrıdır. Onun çocukları gökyüzü tanrısı Geb ile karısı/kızkardeşi Nut’tur. Tanrıça Nut, aynı zamanda Geb’in koruyucusu konumundadır ve O’nu saran, üzerindeki gökkuşağı şeklinde bir kemerle betimlenir. Akıl, savaş, aşk, deniz gibi öteki işlerle de ailenin diğer üyeleri görevlendirilmiştir; bu aile tanrı gruplarına panteon denir.

Arkaik Yunan mitolojisinde ana tanrıça Gaia doğurgan bir yeryüzü tanrıçasıdır. Baba Uranos da gökler tanrısı ve onun kocasıdır. İkisinin birleşmesiyle Gaia; dağları, gölleri, nehirleri ve okyanusları doğurur. Sonra da tali tanrılar ve tanrıçaları (yeryüzü, deniz, adalet-düzen, aşk hafıza, ay ) doğurur.

Avustralya yaratılış mitindeki Yhi, büyük ve tek güneş tanrıçasıdır. Tek tanrılı dinlerdeki tanrı kavramına çok benzer. Ana yaratıcı Yhi’dir. Hatta kadın ve erkeği dağlar, denizler, ırmaklar ve göllerden sonra yaratmıştır.

Avusturya Aborjinleri’nin Yhi tanrıçalarına benzer biçimde, Kuzey Amerika yerlileri Okanaganlar ve Çerokilerde de anasoylu kültürel bir mitolji vardır.  Okanaganların ana tanrıçası tüm yeryüzü tanrıçasıdır. Eti toprak, kemikleri kayalar, saçları bitkiler ve nefesi rüzgarlardır. Çerokilerin hâkim ve yaratıcı tanrısı “Güneş Nine”dir. O, aynı zamanda her şeye egemen olan “Örümcek Büyükanne”dir.

Mitlerdeki tanrılar insansı niteliklere sahiptirler. Bu özelliklerin, bugünkü tek tanrılı dinlere de aktarıldığını gözlemliyoruz. İnsanlar gibi davranarak kızıp-sevdiklerini; kükreyip cezalandırdıklarını; affettiklerini; iş bölümü yaparak doğal olayları, insanları ya da ölüler alemini yönettiklerini görüyoruz. İşleri bitince ikamet ettikleri yerlerine çekilirler. Dinlendikleri ve ikamet ettikleri mekanlar çoğunlukla bulutlar, ay, yıldızlar, güneş ya da görev alanı olan yeraltı, ölüler diyarı gibi yerlerdir. Bu İbrani dinlerden olan İslam’da Arş olarak yazılır ve tanrı işini bitirince Arş’a çıkar; ayak ayak üstüne atarak uzanır ve dinlenir.

Sınıfların ortaya çıktığı feodal köleci toplumlara geçişle birlikte insan tanrılar dönemi başladı. Egemen erkler her şeye sahip olma isteğini inançları da tekeline alarak kontrol etti; dinsel inançları ve başta tanrı kavramını kendi çıkarları için acımasızca kullandılar. Tanrıların bütün sıfatlarını kendilerinde topladılar. Kralların yeryüzü tanrıları olduklarını; buyruklarının tanrıların emirleri olduğunu, buna karşı gelmenin tanrıya isyan olacağını halklara dayatarak binyıllarca toplumları sömürdüler. Yetmedi günümüzde de aynı yöntemle halkların canına okumaya devam ediyorlar.

Tanrı mutlak bir gücü temsil ettiğine göre krallar da kendilerini tanrısallaştırmışlardır. Bir yanda güç budalası kral ve çeperi, öte yanda birey olamamış, insancıl bir inisiyatif geliştirip kullanamayan, aciz ve güçsüz büyük halk yığınları.. Bu insanların kralları tanrı olarak kabullenmelerinin temel nedeni; bir kendilerine bir de krala bakıp; aradaki güç farkından etkilenmeleridir. Bir tarafta her istediğini yaptırma gücüne sahip, tüm ülkenin sahibi/egemeni, onların yaşam hakkı ve biçimini belirleyen kral efendi; öte yanda güçsüz, kendine ne söylenirse onu yapan köleler.. Toplumlar, bu iki gücün ilişkisini ve sosyal konumlarını, tanrı-kul ilişkisi biçiminde kabullenmeye zorlanmışlardır.

                                                                                          *

Uzun bir süreç sonunda Kral tanrıların ve firavunların; haksız ve ahlaksız uygulamalarını da gören insanlarda “eğer bir tanrı varsa daha adil; daha güvenilir; daha ahlaklı ve haklının yanında olmalı; ona destek vermeli” düşüncesi oluştu. Bu nedenle yeniden tasarladıkları fizikötesi tanrılara yöneldiler. Bu aşamadan sonra tanrı soyutlaşırken, ona yüklenen sıfatlar daha da fazlalaşarak anlam derinlikleri arttı. Semavi Sami dinler, aynı geleneği tanrı tanımını değiştirerek devralırken; doğrudan tanrının vekili olma ya da tanrıyla iletişimi sağlama görevini kral tanrılara benzer bir şekilde peygamberler devraldılar.

Egemen erkler her şeye sahip olma isteğini fizikötesi tanrıları da tekeline alarak kontrol ettiler. Kral tanrıların yerlerini peygamberler aldı; ruhban sınıfının muadili ise yeni dinsel aristokrasiler oldu. Yeryüzü efendileri hamileri olan tanrıları ve dinleri kendi sınıfsal çıkarları koşutunda yaşattılar; kullandılar/kullanıyorlar. Tarihbilimci, Haham ve filozof Marc-Alain OUAKNIN’nın “donup kalan, yaşamda karşılığı olmayan ve putlaşan tanrı, yaşatılamayan tanrıdır. Tanrıya, pratik karşılığı olduğu sürece yaşama şansı verilir. Hatta sürekli geçerliliği olan şeylerle anılan tanrıya ölümsüzlük verilmiş olur” der. İşte o gizemli ama her zaman statükonun yanında olan tanrıları yaşatmak için feodal monarşiler her türlü olanağı sonuna kadar kullandılar ve kullanıyorlar.

MİTLER

Mitler, tıpkı tanrı kavramı gibi insan aklının yarattığı derin ve mükemmel tasarımlardır. Bilemediği, nedenlerini bulamadığı ancak varlığına inandığı gizemli güçleri imgelerle anlamlandırmasıdır. Tanrısal inanışların aşırı abartılı sofistike öyküleridir. Her köyün kendi buğdayını ekme ya da yoncasını biçme yönteminin farklı olması gibi, farklı coğrafya halklarının da farklı mitleri vardır. Mitoloji de mit denilen inanış öykülerinin olgu, olay ve tarihsel sürecini inceleyen bilim dalıdır. Dünya’daki varlıkların ve insanlığın kökenlerini; tanrılar ve bu tanrılarla kurulan ilişkilerin masalımsı anlatımıdır. Hayal gücüyle tasarlanan, gerçek olmayan, uydurulan ancak inanılan, İyilik-kötülük, öbür dünya, doğal olayların düzenlenmesi gibi sözlü-yazılı gerçekötesi öykülerdir.

Mitler akıl ve bilimle açıklaması yapılamayan öykülerdir ancak yönetim kültleri bu inanışlara yaslanıp kendilerini tanrısallaştırmışlar ve böylece yaptıkları her şeyin meşruluğunu kesinleştirme yoluna gitmişlerdir. Bunlar, bireysel ve toplumsal ritüellere olarak sosyal yaşamda somutlaşan inançlardır. Kuşaktan kuşağa geçerken gereksinimlere göre düzenlenip geliştirilerek aktarılan dinsel kültürdür. Pagan tanrılarla kurulmaya çalışılan ilişkilerin inanç kaynaklarıdır. Platon’a göre “insan bilgisinin ötesindeki gerçekleri açıklayan mecazi masallardır“. Doğadaki varlıkların, farklı coğrafyalarda, farklı ya da benzer şekillerde tanrılaştırılmasıdır. Sözcük kökeni Yunanca “mu” yani “mitos” köklerinden gelir.

İnsanlık tarihi, büyük olasılıkla yüzbinlerce yıldır var olan uzun bir süreçtir. Bilim insanları bu sürecin şimdilik en fazla elli-altmış bin yıllık bulgularına ulaşabiliyorlar. Tarihin, yazılı kaynaklara ulaşılması bakımından Sümerlerle başladığı, bilim dünyasındaki birçok tarihçinin ortak görüşüdür. Bunun nedeni Sümerlerin yazıyı bulup önemli olayları belgelendirmeleridir. Kendi yaşamları, kültürleri, çevre uygarlıklarla ilgili bilgileri yazarak, sözel anlatılara göre daha gerçekçi bir biçimde günümüze aktarmalarıdır. Bu bağlamda Eski Mısır’da da binlerce yıldan bu yana yazılan bir tarih olduğunu örnekleriyle görüyoruz. Sümerlerde M.Ö. 3500; Eski Mısırlılarda da M.Ö. 3200 yıllarında yazı bulunup, önemli olaylar kayıt altına alınmaya başlanmıştır.

İlk bulgular, insanların aile toplulukları olan klanlar şeklinde yaşadığıdır. Totemler klanların ilk pagan (doğal varlıklar) tanrılarıdır. Birlikte yaşamın kurallı olması gerektiğini anlayan insanlar buna dair yöntemler geliştirmişlerdir. İnanç sistemlerinin lokal/yerel ilişki kurma düzeyinde olması nedeniyle ilk mitolojik tapınmalar klanların yakınındaki doğa unsurlarına olmuştur. Korktukları, günlük kullanımları için yararlı olduğunu düşündükleri ya da kendilerini koruduğuna inandıkları hayvan, dağ, taş, su, ağaç, ateş gibi varlıkları kendi totemleri olarak kabul etmişlerdir. Totemlere bağlılık aynı zamanda klan üyelerinin yaşamını düzenleyen ortak hukuk kuralları anlamına geldiği için iş bölümü ve yaşam kolaylığı da sağlamıştır.

DİNSEL/TOPLUMSAL YASALAR

Kuralsız bir ortak yaşam, ilkel çağ koşullarında da düşünülemezdi. Doğal koşullar tüm yaşayanlarla birlikte insanlar için de acımasızdı. Dayanışmayı, iş bölümünü gerektiriyordu. Birlikte yaşamak zorunda olan bu insanların bireyler arası ilişkilerden cinsel ilişkilerine, evliliklerine, yiyecek paylaşımına, ava kimlerin katılacağına, barınma yerlerinin belirlenmesine kimin karar vereceğine, çocuk ve yaşlıların bakımına, ölenlerin nasıl gömüleceğine kadar uymak zorunda oldukları kurallar ile yapmamaları gerekenler totem ve tabularla belirleniyordu. Bunun yanında diğer totemlerle kurulacak ilişkilerde de totem üyeleri içinde kimlerin görev alacağı, onlara nasıl davranması gerektiği belirlenmeliydi. Kısacası bugünkü toplumsal düzeni belirleyen anayasa ve yasaların karşılığı olarak, o günün totem ve tabularının kullanıldıklarını görüyoruz.  Çok eski yerli topluluklar ile bunlardan yakın zamana kadar uzanan totem örnekleri (Avustralya ve Afrika yerlileri) incelendiğinde, aralarında birçok ortak nokta bulunmuştur. Birkaç örnek, fikir vermek açısından yararlı olacaktır.

  • Totem korunur, yenmez, verdiği ürünler kullanılamazdı çünkü o ailenin koruyucusu, yardımcısı,  yaşam kaynağı kısaca tanrısı idi. Ürünlerini tüketmek onun gücünü azaltmak anlamına gelirdi.
  • Totem üyeleri bağlı bulundukları totemin işaretini mutlaka kullanır; böylece kendi totemleri ve ötekiler tarafından tanınırlardı.
  • Aynı totem içinde ensest ilişkiler ve evlilik kesinlikle yasaktı. Bu anlamda (ana-oğul, baba-kız, erkek-kız kardeş dahil) akrabaların kendi aralarındaki ve totemin diğer üyeleri olan erkek-kadın ilişkileri güçlü yasaklarla korunurdu.
  • Totem üyelerinden tabulara uymayanlar, tüm üyelerin ortak tutumuyla çok şiddetli şekilde cezalandırılırdı. En çok uygulanan yalnız bırakmaktı ve bu ölümcül bir cezaydı. TABU yapılmaması gerekenleri kapsayan yasalardı, ona uymak mutlak zorunluluktu.   

Basit kolektif yaşam grupları olan totemlerden, birden fazla grubun birlikte yaşadığı küçük topluluklara; bu topluluklar büyüyerek de krallıklara geçiş yapılmıştır. Bu geçişler inancın ve yaşam koşullarının köklü değişimine neden olmuştur. Dağınık ve yerel ailelerin ortak kazanıp, ortak tükettiği; her klanın kendine özel toteminin olduğu dönem sona ermiş; totemler yerini kentin ortak insan tanrısına; tabular ise yerini kralın çıkardığı yasalara bırakmıştır. Küçük yerel totemlerin (kanguru, tepe, büyük çınar ağacı gibi) yerini, herkesin her yerden gördüğü ay, güneş gibi pagan tanrılar almış; o pagan tanrıların adına da kentin/ülkenin kralı söz sahibi olmuştur. Kısacası halk hem küçük bağımsız yaşam alanlarını hem de küçük totem tanrılarını yitirmiştir.

Bu değişikliklerle birlikte toplumsal kategoriler ortaya çıkmış, insanlık tarihinde çok önemli yer tutan “sınıfsal dönüşüm” gerçekleşmiştir. Yerel klanlardaki aile üyeleri arasında daha hakkaniyetle yapılan üretim ve bölüşüm ilişkileri devre dışı kaldığından; toplumsal yaşamın yeniden organizasyonuyla, aile reisinin yerini yönetimsel ve dinsel aristokrasi; klan içi ilişkilerin yerini ise efendi-köle ilişkisi almıştır.  Bu da açıkça sınıflı topluma geçiştir. Burada üst katman olarak konumlanan ruhban sınıfını da belirtmek gerekir. O dönemlerde başlayan yönetimle dinin liberal ilişkileri bugün neredeyse tüm tek tanrılı dinlerde sürmektedir.

Tanrısal inanç sisteminin bir yönetme oyunu olduğunu M.Ö. 500’lü yıllarda görüp buna itiraz eden Sokrates’tir. İnsan aklının hak, adalet ve eşitlik kavramlarına dayalı kolektif yasalar yaparak toplumların ortak mutluluğunu sağlayabileceğini sistemli bir şekilde ilk kez ortaya koyarak, bunun için yaşamı boyunca mücadele vermiştir. Sokrates bu sistemin kurulmasında başarılı olmuş ve 500 üyeli bir meclisin kurulmasını başarmıştır ancak aynı meclis tarafından 220 oya karşılık 280 oyla idama mahkum edilmiştir. Kendisini eleştirenlere ise (mealen) “bakınız önceden hiç sahip çıkan yoktu bu mücadele sonucunda, bütün ağır baskılara karşın 220 kişi bana sahip çıktı” demiştir.


Nayim GÜL

KAYNAKLAR  

Mezopotamya Mitolojisi, Jean BOTTERO – Samuel NOAH KRAMER / Tarihte Tanrı Fikrinin Doğuşu, Jean BOTTERO / Tanrı’nın Tarihi, Karen AMSTRONG / Dünya Mitolojisi, David A. LEEMİNG / Dinin Kökenleri, Sigmund FREUD / Deccal, Friedrich NIETZSCHE / Totem ve Tabu, Sigmund FREUD / Putların Alacakaranlığında, Friedrich NIETZSCHE / Sümer, Eski Mısır, Babil, Asur, Urartu, Maya, İnka, Aztek, Hitit, Çelişkiler, Ali NARÇIN / Azteklerin ve Mayaların Dinleri, Walter KRİCKEBERG / Historia (Herodot Tarihi) / Musa ve Tek Tanrılı Din, Sigmund FREUD

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Cinsellik, Aşk ve Sanat" dosya konulu dokuzuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar