Toplumun genel anlayışı dışında, sanatın, şiirin, edebiyatın “eleştirilemez, dokunulamaz” mertebesine çıkarıldığı tuhaf “postizm” çağımız eleştiriyi sevmez. “Bırakınız yazsınlar bırakınız geçsinler”ci bir durum oluşur. O halde ortaya saçılan kötü metinlerin saldırısı iyi sanatı, romanı, şiiri, hikâyeyi kovar. Artık banalin salına salına gezdiği yerdir dünya.
Bir şeyin ne olduğunu anlayabilmek için önce kavramın içeriğine, ne anlattığına bakarız. Bu bağlamda “Eleştiri nedir?” sorusunu yöneltebiliriz. Birçok kavramda olduğu gibi “eleştiri”nin de terminolojik köküne Antik Yunan’da rastlarız.
Eleştirel (İng: critical) sözcüğü Grek kökenli “kriticos” sözcüğünden türetilmiştir. Ayırt etmek, yargılamak anlamına gelir.
Türk Dil Kurumu sözlüğü “eleştiri” kelimesini isim olarak şöyle açıklamış:
1) Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit.
2) Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik.
Felsefede ise bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama olarak tanımlamaktadır.
Bu yazıda eleştirinin kuramına girmeyeceğim, eleştiri ve eleştirel bakışa genel yaklaşım üzerinde bir değerlendirme yapacağım. Zira sanatın, felsefenin, edebiyatın, bilimin eleştiri kuramı kitapların meselesi.
Hem dünyada hem ülkemizde eleştiri pratiğinden ne kadar uzaklaştığımızı ve edebiyatın hayatımızdaki öneminin ne kadar azaldığını hissediyoruz. Özellikle kültürel altyapısı gelişmemiş yerlerde felsefeden edebiyata, politikadan bilime birçok şeyin çarpık ilerlediğini görüyor ve deneyimliyoruz. Bu durumda eleştirinin de çarpıtılıp özünden saptırıldığını görmemek ne mümkün…
Sübjektif eleştiri anlayışı ya övgü ya sövgüdür. Gerekli donanımdan yoksun olan eleştirmenlerin başvurduğu bir yöntemdir; bir eseri eleştirmek, övgü düzmek ya da saldırgan bir dil ile o eseri karalamaya çalışmaktır. Belki de bu yüzdendir ki bizim gibi demokrasi geleneği olmayan toplumlarda yetkin bir eleştiriye bile tahammül yoktur. Eleştiri ya övgü ya da yergi anlamında kullanılır. Yergi genelde hakaret, saldırı, aşağılama anlayışına yaklaştığı için eleştirinin yüzü soğuktur.
Toplumun genel anlayışı dışında, sanatın, şiirin, edebiyatın “eleştirilemez, dokunulamaz” mertebesine çıkarıldığı tuhaf “postizm” çağımız eleştiriyi sevmez. “Bırakınız yazsınlar bırakınız geçsinler”ci bir durum oluşur. O halde ortaya saçılan kötü metinlerin saldırısı iyi sanatı, romanı, şiiri, hikâyeyi kovar. Artık banalin salına salına gezdiği yerdir dünya.
“Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır?” meselesinde uzman değilim ama kendimce gözlemleyip deneyimlediğim kadarıyla başlıklar altında biraz açayım.
*Eleştiri sadece bir teknik değil sanattır.
Hangi konuda olursa olsun; bilim, sanat, edebiyat, özel bir görüş eleştirisi yapılırken teknik bir rapor yazar gibi değil, sanatın inceliğiyle, ironi, eğretileme estetiğiyle yapılan eleştiri hem öğretici hem yapıcıdır. Eleştirinin de bir etiği, estetiği olmalıdır.
*Eleştiri yıkıcı değil, yapıcıdır.
Eleştiri bir şeyin onarılması, ona katkı sunulması için yapılır. Eleştirinin de tonları vardır, eleştirinin amacı bir durumu düzelmek ve güçlendirmektedir.
Eleştirilecek konuya yaklaşırken onu yerden yere vurmak gibi bir art niyet eleştirilen şeyi yıkar. “Bu ne yaa! Ne saçmalıyorsun!” vs. gibi baştan çok saldırgan bir tutum izleyerek, karşı saldırının etkisini azaltabileceğini veya eleştirdiği kişiyi sindirebileceğini düşünür.
Yapıcı eleştiri; herkesin harcı değildir. Çok iyi düşünülmesi, kurgulanması ve uygulanması gereken bir sanattır demiştik. Hem öznenin hem de toplumun gelişmesi ve ilerleyebilmesinin yapıcı eleştirilerin etkisi küçümsenemez. Yapıcı eleştiri özünde, fikre fikir katan, eleştirdiği şeye farklı bakışlarla, farklı fikir katarak ön açan geliştirendir. Eleştirilene samimi yaklaşarak onu incitmemelidir.
*Eleştiri sübjektif niyetle yapılmaz, objektiftir.
Eleştiriyi sırf kendi görüşü üzerinden değerlendirmek, bana göre böyle değil, ben bunu kabul etmiyorum, ben böyle düşünmüyorum gibi sübjektif yaklaşımla eleştiriyi amacından saptırıp öznelleştirmemeli… İnsan ne kadar objektif olabilir tartışılır. Yine de eleştiri bilimsel bilgiyi ve nesnel gerçeklik çerçevesinde yapılmalıdır. Eleştirinin doğasında nesnellik olmalıdır; öznellik eleştiriyi karartır, kötü amaca yönlendirir.
*Eleştiri ne övgüdür ne yergidir.
Eleştiri kavramı eleştiren ve eleştirilen arasında bir sürtüşmeye, kavgaya kadar gider. Sözde eleştiri yapıcı, geliştiricidir. Halbuki bizim toplumda eleştiri daha çok “övgü” ye çalışır. Eleştirmen ve eleştirilen karşılıklı bir alışveriş içindedir. Öv beni öveyim seni… Bir metin ne yaranmak için övülmeli ne de hınç almak için yerilmelidir. Onu gösteren ve karşı argümanları sunarak eleştirilenin ve okuyanın zihnini açan olmalıdır. Eleştirmen “kaypak bir diyalogdan” uzak durur. “Herkesle iyi geçinmek” veya koşulsuzca uzlaşmak gibi bir kaygısı bulunmaz. Eleştirilen yücelmek ya da değersizleştirilmek için yapılmaz.
*Eleştiri yapıcısı yeterli donanıma sahip olmalıdır.
Eleştiri yapıcısının eleştireceği metin, bilgi, sanat hakkında birikimi nedir? İrdeleneni kritik edecek kadar bilgisel bir donanımı var mıdır? Buna pek bakılmaz. Çünkü bu vitrin ve pazar çağında en iyi eleştiri, eleştirilenin pazarlamacılığını (PR – İng: public relations) yapmaktır. Kitabı okuyup hakkında kritik yapmak zahmetli bir iş olduğu için de sadece kitabın kapağına bakıp övgü düzmek daha kolay ve kısa yoldan işini bitirip beklentiye göre karşılığını almaktır.
*Eleştiri zamanın koşullarına uygun yapılmalıdır.
Bu geçmiş eleştirilemez anlamına gelmez. Ancak tarihi ve konjonktürün koşullarına göre bugün durduğumuz yerden baktığımız eleştiriyi yüzyıl öteye giderek yapamayız. Mesela uzun vadede; bir yazarı bugünkü koşullarda çok daha farkında olunan ve dile gelen çevre sorunu, halklar sorunu gibi düşüncelere yeterince açıklık getirmediği için eleştiremeyiz. Çünkü o yazarın yaşadığı yüzyıl ötesinde çevre bu kadar çok tahrip olmamıştı veya ırkçılık bu kadar azgın değildir…
Kısa vadede ise güncele ait yazdığı bir makaleyi bir ay sonra dönüp eleştiremeyiz. Bir hafta önce ekonominin çok berbat olduğunu yazan bir yazarı, bugün durum düzeldi diye bir ay sonraya dönüp eleştiremeyiz.
*Eleştiri; yargılayıcı, sorgulayıcı değil, katılımcı geliştirici ve önerici olmalıdır.
Eleştirmen bir düşünür, yargıç, polemikçi veya tepkili kişi gibi davrandığında eşlik etmesi beklenen yapıta doğru bir mesafe ve açıdan bakamaz. Sırasıyla bunlardan birisine benzediğinde eleştirel yaklaşımın alacağı farklı sorunların üzerinden geçebiliriz. Eleştirdiği metnin yazarının kişisel önyargıyla değil, bir niyet ve yönelimden çok eleştirinin nesnesi neyse ona yönelir.
*Eleştiri yerinde ve tutarlı olmalıdır.
Bir yapıtın eleştirel okumaları eleştirmenin ne beklediğiyle değil yapıtın içeriğine göre eleştirir.
Daha da basitleştirmek gerekirse, eleştirmen kendisinin ikinci yenici olduğunu söyleyen bir şairin şiirlerini neden şiirinin toplumsal gerçekçi olmadığı gibi bir sorgu içine girmez.
Eserin yazıldığı dönemi, özü, biçemi başkalarıyla karşılaştırsa da kendi tutarlılık zeminine yerleştirmeyi esas sayar.
*Eleştirmen esere önyargılı ve hınçlı bakmamalıdır.
Eleştiren, eleştirilene din, ideoloji, sınıf, cins veya siyasal konum içinden etrafına sert bir mizaçla baktığında, ön yargı ve hınç kaçınılmaz olur. Eleştiren ele aldığı eseri kendi yapanından bile bağımsız olabilecek belirlenimler üzerinden atlayarak onu kendi metafizik, etik, estetik yargılarının alanına çeker. Âdeta eserin yaratıcısını kendisi gibi düşünerek üretmediği için suçlar. Dile getirdiği kusurlar, kendisine ait bazı ön kabullerin noksanlığıyla alakalıdır. Kendi doğrularıyla uyuşmadığı için eser sahibini ile arasındaki uyuşmazlıkları bir eksiklik gibi tarif eder. Dünyaya kendisiyle aynı perspektiften bakmadığı için eseri yetersiz sayar. Eleştirdiğini kendi anlayışına tabi kılmak, terbiye etmek, iradesini küçümsemek bir ön yargı ve hınçtan öte gitmez. Kısacası eleştirmen; eleştirilene hınç ve yargıyla yaklaşamaz. Eleştirilen metnin dışına taşarak eser sahibinin kişisel zaaflarıyla, özel hayatıyla eleştiremez…
*Eleştiri bir kültür meselesidir.
Bir eseri eleştiren, eserin yapıcısından daha çok bilgiye sahip olmalıdır. Eserin yapıcısı belirli bir mevzuda yetkinleşmiş ise eleştirici, tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe, edebiyat gibi birçok alanda birikimi olmalıdır. Eleştiri bir kültür meselesi ve bir entelektüel birikim ve süreçtir. Dilin, kavrayışın, etiğin iç içeliğidir. Eleştiri analitik bir zihinle yapılmalıdır. Kapitalizmin kiri her şeye bulaştığı için dile, söze, sanata, edebiyata bilime de sirayet etmiştir. Her ne kadar eleştiri müessesi olsa bile sınıf temelinde eleştirel bir kavrayış da yok denecek kadar az. Ancak bunu bir azınlığın yaptığını ve en çok da bir ideoloji çerçevesine çekildiğini görürüz. Ki bilinç düzeyleri ve kavrayışları sınıf temelli bile olsa onların da eleştiriyi bir kavga, karşılıklı alt etme yarışına çevrildiğini sıkça gözlemlemekteyiz.
*Eleştiri karşı olunana yapılmaz.
Eleştiri karşı olma durumu değildir eleştiri daha çok aynı tarafta olan aynı kampta olanlarla aynı kavramlarla yapılır. Karşı olduğum bir şeyi eleştirmem. Faşizme karşıysam onu eleştirmek değil ortadan kaldırmak için mücadele ederim. Kapitalizme karşıysam onun argümanlarıyla onu eleştirmem. Kapitalizmi yıkmak için mücadele ederim. Kapitalizmin adaletini kapitalizmin kavramlarıyla eleştiremem…
Öz Eleştiri
Eleştiren ve eleştirilenin aynı kişi olması durumuna “öz eleştiri” diyoruz. Bu defa ötekilere değil kendine yöneltilmiş eleştiri. Kendiyle hesaplaşmak değil, kendinde olan bir görüşü, eylemi, düşünceyi kritize etmek. Yani bugün iddia ettiğin bir fikrin yarın hayatın pratiğiyle örtüşmediğini görünce “Ben bu fikrimde yanılmışım çünkü bu konuda aklıma yatan başka argümanlar fikrim çürüttü.” diyebilme samimiyeti. Ya da yapmış olduğunuz bir eylemin diğerlerine, çevreye zarar verdiğini görüp bunu yapmakla hatalı olduğunuzu ve bu tür yanlışlıklara düşmemek için daha dikkatli olacağınızı söyleyebilmek gibi…
Öz eleştirinin de etik kuralları var; işlenen bir cinayetin, maddi ve manevi zararların öz eleştiri mekanizmasından çok hukukun işi olması durumu gibi… Kısaca öz eleştiri insanın kendini onarmak, aşmak, ayıklamak gibi bir özelliği var. Öz eleştiriye başvurmak da eleştiride olduğu gibi kendini aşağılamak, itibar kaybetmekle bir ilişkisi yok. Aksine bu, insan olmanın etiğidir.
Öz eleştirinin sadece bireyler tarafından değil, toplumlar tarafından da uygulanması gerekir. Yaşadığınız toplumda farklı halklara yapılan eziyet, soykırım gibi suçların sadece öz eleştiriyle onarılmayacağı muhakkak. Bu iç ve dış hukukun meselesi. Yine de içinde yaşadığımız toplumda var olan diğer halklara karşı atalarımızın verdiği eziyetten dolayı onlar adına “bir utanç ve üzünç” duymak da dolaylı bir öz eleştiridir.
Eleştirel Düşünmek
Eleştirel düşünceye girmeden önce birkaç satır düşünce nedir ona bir bakalım:
Düşünce üzerinden düşünmek, insanın kendini gerçekleştirmek için yaptığı pozitif bir durum. Eleştirel düşünme kapitalizmin iktidar-güç ilişkilerinin oluşturduğu algı ve manipülatif çarpıtmaları önleyen zihinsel bir hijyen işlevi görür. Eleştirel düşünce, şüpheci ve sorgulayıcıdır. Her şeyi karşıtlarıyla mukayese ederek bilgiyi düşünce süzgecinden geçirir.
Eleştirel düşünce hem aklımızın hem de düşüncemizin sınırlarını gözden geçirmenin bir yolunu sunar bize. Düşünce, zihnimizin kendimizle, dünyayla ve başka varlıklarla ilişkimizin bir ifadesidir.
İnsanın ve toplumun ortak aktivitesinden, ortak hafızasından oluşan pasif bilince karşı aktif bir durumdur. Biraz öznele çekecek olursak bireyin toplumsalın ve diğer etkilerin tortusuna saplanmadan kendi başına düşünerek, kendi kendine sorular sorarak ve onları yanıtlamak için gereken ilgili malumatı kendi başına bularak öğrenmesidir. Ancak toplumsal bir varlık olan insanın “kendiliği” yine de dünyasal olandan soyut değildir. Düşünsel pratiğini analitik bir gözlem ile doğruya yöneltir.
Eleştirel düşünme bir yerde düşüncenin oto kontrolü, verili bilginin dışına çıkarak bir akıl yürütme tekniğidir. Eleştirel düşünebilen biri, düşüncesini disipline etmiş, sağlıklı biridir. Böyle bir kimsede alçakgönüllülük, adil olma, dirençlilik, güvenilirlik, cesaret, dürüstlük gibi bazı ortak ve belirgin özellikler gözlenir.
Eleştirel düşünmenin toplum normlarından sıyrılarak bir özerkliği olmalıdır. Çünkü toplumun verili adetleri, gelenekleri, dogma inançları, ahlaki değerleri ve mutlak saplantıları tarihsel-bütüncül düşünmeyi sakatlar. Toplumdaki çarpık eğitim, ekonomi, muhafazakarlık, kapalılık açık düşüncelerin gelişmesini engeller. Düşüncenin ve yaşamın çarpık geliştiği verili kapitalist sistemde ne sağlıklı bir düşünce yapısının ne de analitik düşünebilme yetisinin var olduğundan söz edilebilir. Nihayetinde eleştirel düşüncenin “toplumsal”dan ayrı düşmeyen bir sınıf tarafının da olduğunu görmek lazım…