İşçi sınıfı mücadelesi ve örgütlenmesinin zayıflayıp güçsüz düştüğü bir süreçte, burjuvazi kültür ve sanat alanında da işçi sınıfının göze gelen birçok yazar ve sanatçılarını kendine doğru çekmiştir. Burjuvazi öncelikle bu ürünleri bir meta olarak değerlendirir. Zaman içerisinde de tahrif edip yozlaştırarak görünür olmaktan çıkarmaya başlar.
Bazı soru ya da sorunlar vardır ki “var” ile “yok” arasında birbirine karşı gelen iki sözcükle açıklık getirilebilir niteliktedir. Kimi hallerde ise soru ya da sorunlar tarihsel bağlamı, mevcut koşullar ve koşullara etki eden şeyleri hesaba katmadan sorunun yanıtına ulaşmak pek olanaklı olmaz.
Hele ki “var” ile “yok” olgunluğuna erişmiş çelişki, yaman bir çelişkidir ve ucu da o ölçüde sivridir. Aynı yamanlık sosyal sınıflar arasındaki çelişkide de fazlasıyla söz konusudur ki demesi kolay fakat basit olduğu kadar böyle bir temel soyutlamayı elle tutulur bir biçime büründürerek ayaklarıyla toprağa oturttuğunuzda ortalık iyice karışır. Görelim ya da görmeyelim; farkında olalım ya da olmayalım içtiğimiz sudan oturduğumuz eve, mahalleye; alışveriş yaptığımız dükkândan yürüdüğümüz caddeye kadar o çelişki kendini her yerde yaşamı şekillendiren bir motor olarak kendini çevirir. Yer yer keskin veya törpülenmiş ya da irili ufaklı görünen her çelişkinin, ezen ve ezilenin yer aldığı kutuplar arasında kümelenerek bazen hızlı bazen yavaş ama dinamizmini kaybetmeden sosyal, siyasal ve iktisadi hayata ayna tutarak hareket ettiği görülecektir.
Ülkemiz özelinde sınıf hareketinin ve buna bağlı çelişkinin yansıdığı alanlardan biri elbette ki sanattır. Belki de genel olarak sanattan yola çıkarak da ezen ya da ezilen bir sınıfın ana çelişkilerini ve ana çelişkiye bağlı olarak ortaya çıkan diğer çelişkilere de çeşitli yöntem ve araçlarla açıklık kazandırma yoluna da gidilebilir. Bunun nedeni anlaşılmış olmalı; sanat da çelişkileri ve çelişkileri çözüm çabasının bir yansıması olan düşleriyle insan hayatının bir yansımasıdır. İnsanın tarihi iki temel sınıfın çatışmaları kategorisinde yürüdüğünden beri sanat insanın sınıfsal durumunun dışa vurumu biçimini almıştır. Sanat alanının bir parçası olan edebiyat ise sınıfsal durum ve çelişkilerin açıkça ve çarpıcı olarak en kolay yansıdığı dallardan biridir.
Meseleye şöyle bir çerçeveden bakabiliriz:
Genel olarak dünyada ve ülkemizde bir işçi sınıfı edebiyatı ve sanatı vardır. Farz edelim ki işçi sınıfının örgütlüğü çok gelişkin ve hareketlidir. Hayatın her alanındaki gelişmelerde işçilerin örgütlü gücü belirleyici düzeydedir. İşçi sınıfının mücadelesi gün geçtikçe toplumun küçük burjuva iş ve meslek kesimlerinde de etkisini göstererek, onları kendi ideolojik şemsiyesi altına doğru çekmektedir. İşçi sınıfının burjuvazi ile çatışması gittikçe keskinleşen bir hal almıştır. Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci partisi ve diğer yan örgütleriyle birlikte iktidarı ele geçirmeye gittikçe daha fazla yaklaşmaktadır.
Düşünün çelişkilerin işçi sınıfı lehine yoğunlaştığı bir ortamda, işçi sınıfının ideolojisi ya da ideolojik temelini oluşturan diyalektik ve tarihsel materyalizm, toplumun bütün kesimlerini hiçbir algı, hiçbir manipülasyon ve reklama tabi olmadan her şeyi, tüm olup bitenleri somut ve yalın haliyle görüyor, anlıyor ve gerçeğe dayalı bir ifade geliştiriyor; somut olana bağlı bir soyutlama yapıyor. Böylesi bir ortamın kültür ve sanatı da insanın gerçeğe dayanarak yol almasına, iyiye ve güzele dair düşlerini elle tutulur bir biçime dönüştürmesine yaramaz mı, yarar elbet. Çünkü böyle bir ortam, burjuvazinin yalan ve demagojisinin işe yaramadığı, ezilenlerin sömürü karşısında daha donanımlı olarak öz örgütlenmeleriyle haklarını yedirmediği, kafa bulanıklığının sökmediği bir ortamdır. Rüzgâr işçi sınıfından yana esiyordur. Çelişkinin sivri tarafı burjuvaziyi kendi kutbuna doğru kıstırır niteliktedir. Resimde, müzikte, edebiyatta vs. sanat alanında işçi sınıfın örgütlenme ve mücadelesine paralel bir ivme oluşmuştur.
Ya da bu tabloyu çelişkinin diğer yüzünden düşünelim:
Bir zamanlar elinde ulus devlet bayraktarlığı ile kendi ulusal pazarının mücadelesini vermiş olan burjuvazi, zamanı gelmiş edindiği sermaye birikimiyle kendi çizdiği sınırlara sığmayınca, ulusal sınırlarının ötesine geçip diğer sermeye çevreleriyle savaşa tutuşmuştur. Birinci ve ikinci dünya savaşları söz konusu kapışma ve paylaşımın doruk noktalarından biridir. Yetmemiş; burjuva sınıfı ya da daha güncel, somut bir ifadeyle emperyalist tekeller, bundan sonra önemli bir adım daha atarak işçilerin ve ezilen halkların dünya genelinde yer yer ele geçirdiği kalelerin yıkılmasına zemin hazırlamış ve burası artık “tarihin sonu” yani sınıf savaşlarının bittiği yer anlamında bir de ad takmış.
Burjuvalar dünyanın bir başından diğer başına istedikleri gibi at koşturmaya başlamış ve buna da “küreselleşme” demiş. Nerede bol hammadde ve ucuz işgücü mevcut, tekeller orayı silahla, bombayla zaptı rap altına almaya başlamış. Tekelci sermaye pazardan pazara at koşturma özgürlüğüne sahipken emekçilere başka ülkelerin sınırları sıkı sıkıya kapatılmış. “Tarihin sonu” ve “küreselleşme”nin de bir yalandan, demagojiden ibaret olduğu tez anlaşılmış. Emekçilerin daha iyi bir yaşam ve ekmek parası için doğup büyüdükleri ülkelerin sınırlarını aşıp başka diyarlara göçüne de “yasadışı göçmen”lik denmiş. Yani küreselleşme sadece tekellerin pazar özgürlüğüne karşılık gelmiştir.
İşçi sınıfının geriletilmesiyle, burjuvazi çılgınca kârlar sağlamak açısından çalışma saatlerinden tutun da emeklilik dahil kazanılmış sosyal hakları da budadıkça budamış. Dijital çağ denen haberleşme ve etkileşimin hızlı ve üstün özelliklerini de kullanarak gerçeğe aykırı, yalan haber, hikâye ve senaryolarla işçiler emekçiler sindirilmiş, korkutulmuş, sendikalar işlevini yitirerek düzen koltuğunun payandaları gibi varlık sürdürmeye başlamıştır. Hem ideolojik hem örgütlenme bakımından dumura uğramış, farklı ülkelerden göç eden yoksullarla birbirine karşı kışkırtılır pozisyona düşmüş işçi sınıfının edebiyat ve sanatı da buna dayalı bir karmaşadan, ideolojik saldırılardan etkilenmesi de kaçınılmazdır. İşçi sınıfının güçlü bir etken ya da iktidar olduğu ortamın ruhundaki diyalektik materyalist işleyiş onun yenilgisi ve dağınıklığı sürecinde bu sefer burjuvazi lehine işler olmuştur.
Ne Kadar Güç ve Araç O Kadar Sanat
Dijital çağın iletişim araçları ve bu araçlar için üretilen haber dahil tüm yayın ürünleri insanın kanını, alın terini iliğine kadar bitiren, dünyanın doğal dengesini sarsan burjuvazinin elindedir. Dünyanın her tarafında emekçi yığınları egemen sınıfın kültür ve edebiyatının gerçeklikten uzak yalan yanlış bombardımanı altındadır. Diğer yandan burjuvazi emekçi sınıfların geçmiş mücadeleleri döneminde yarattığı sanat birikimini de sermayenin gücüyle kontrol altına almıştır. Emekçilerin safındaki birçok şair ve yazarın eserlerinin tekelci yayınevlerinin elinde olması bunun bir kanıtıdır. Hangi filmin çekileceğine, nerede gösterime gireceğine, hangi kitabın, derginin çok satacağına, kimlerin yazar olacağı ve olmayacağına burjuvazinin tutumu yön vermektedir. Aynı şey, sanat ve edebiyata ilişkin kitle iletişiminin sağlanması bakımından da geçerlidir. TV’ler ve internet yayın platformları köle gibi çalıştırılıp akşam eve pert düşen çalışanların burjuva ideolojisiyle bezenmiş film ve dizilerin seyircisine ninni söyler gibi durmaksızın aktığı kanallar niteliğindedir.
Edebiyatta örneğin örgütlülük, direniş, emeğe dayalı aşk ve sevgi gibi değerlerin karşısına akademik ortamlarda üretilen birey olma, bireyin bunalımı, geleneklerden yararlanmanın boş ve anlamsızlığı gibi yeni dünya düzeninin değer yargıları yukarıdan aşağıya kitlelere boca edilmiştir.
Sadece kendi ülkemiz özelinde, ideolojik açıdan işçi sınıfı temelli sanat ya da edebiyatının seviyesini sorgulamayı hiç kuşkusuz burjuva kültürünün etken oluşunu göz ardı etmeden karşılık vermek gerekir. Bütünüyle sosyal ilişkiler, hava boşluk affetmez misali bir seyir izler. İşçi sınıfı mücadelesi ve örgütlenmesinin zayıflayıp güçsüz düştüğü bir süreçte, burjuvazi kültür ve sanat alanında da işçi sınıfının göze gelen birçok yazar ve sanatçılarını kendine doğru çekmiştir. Burjuvazi öncelikle bu ürünleri bir meta olarak değerlendirir. Zaman içerisinde de tahrif edip yozlaştırarak görünür olmaktan çıkarmaya başlar.
Emekçilerin ya da genel olarak ezilenlerin gündemi ise canı pahasına bir varlık savaşıdır. Her adımda terörize edilmiş, dijital denetimi sağlamış devlet güçleri karşısında kitleler örgütsüz ve dağınıktır. Gözaltında kaybetmeler aynı zamanda işkence gerçeğinin ve ezilen ulusu yok saymanın, devrimcilere, onların mücadelesine tahammülsüzlüğün bir sonucudur. Türkiye iş cinayetlerinde dünyada en ön sıralardadır. İş cinayetlerinin hemen hepsinin iç yüzünde insanın tüylerini diken diken eden sömürünün vahşi gerçeği yatar. Alın terinden sağlanan vergiler talan edilerek halkın geleceğe dair umudu ve dayanma gücü de saldırıya tabi kılınmaktadır. Birçok açıdan gerileyen emekçi sınıfının belki de en zayıf ve belirsiz yanı onun sanat yanıdır. Emekçilerin sanat ve edebiyatının encamı onun güncel pratiği etkileme gücüyle doğru orantılı olarak şimdilik kar altındadır demek gerekiyor.
Hatice EROĞLU AKDOĞAN
Güzel bir söyleşi. Yüreğinize sağlık değerli Canlar.. Sizleri kutluyorum.