Ülkemizde bazı hadsiz şairler, yazarlar işçi sınıfı edebiyatının ölümünü ilan etmişler. Beyinsiz çalakalem bukalemunlara 1 Mayıs Marşı’yla yanıt veriyorum.
MayaDergi’nin ikinci sayısına yazı hazırlamak için bilgisayarın başına geçtim. İnternetim açıktı. Önüme sosyal medyadan Bartın’da gerçekleşen maden kazası haberi düştü. Yazıyı bırakıp bu haberi takip etmeye başladım. Sayın Cumhurbaşkanımızın maden ocağına gidip ilk açıklamasını yapmasıyla beynimi tatile gönderip kalbimin ağrısıyla donup kaldım. Soma madencilerinin fıtratlarındaki ölüm, Bartın madencilerinde kadere dönüşmüş. Öncelikle kaderlerinde, fıtratlarında ölüm olmayan Şili maden kazası olarak bilinen 5 Ağustos 2010 Copiapo maden kazasından 70 gün sonra kurtarılan 33 maden işçisine uzun sağlıklı yaşam dilerim. Kaderlerindeki, fıtratlarındaki ölümü yenen Şili madencilerine bin selam olsun. Ülkemizde işçi sınıfı edebiyatı saç kıran hastalığına benzer. Tam tedavi olur saç çimlenmeye başlar. Sağaltım başlar başlamaz bir darbeyle saç kıran kuluçkaya yatar. İşçi sınıfının bilinçlenmesiyle işçi edebiyatı paralel yol alır. Askeri darbeler görevini siyasetçilere devretti. Meclis torba yasalarla kazanılmış işçi haklarını geri alır. Kadın hakları ve işçi hakları siyaset erkinin iki dudağı arasında. Bir gece yarısı sayın cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etti. Sözde demokrasiyle yönetilen ülkemizde her gün bir hukuksuzluk yapılıyor iktidarın istediği doğrultuda. Yalancı bir tanık ifadesiyle suçsuz insanlar yargılanır. Bir gece yarısı sendika başkanları tutuklanır, aydınlar sokak ortasında güvenlik güçlerince darp edilir. AKP ve MHP milletvekilleri haricinde muhalefet milletvekillerini seçmenlerinin gözü önünde polislerce bacaklarının kollarının kırılması yerlerde sürüklenmesi olağan sayılır.
Türkiye’de madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda, patlayıcı madde fabrikalarında çalışan işçilerimiz kendi ölümleri üzerinden edebiyat yazanlardır. Belleğimizde derin acılar bırakan maden (cinayetlerini) kazalarını anımsayalım: 2009 Bursa grizu patlaması 19 ölü. 2013’te Kozlu maden faciasında 8 ölü. Zonguldak ilinin merkezine bağlı Kilimli beldesindeki Türkiye Taşkömürü Kurumuna ait Karadon maden kazası 30 ölü. 2014 Ermenek maden faciası 18 ölü. 13 Mayıs 2014 Soma Maden 301 ölü. Bartın maden patlaması 15 Ekim 2022 41 ölü. Kaderlerine ve fıtratlarına yenilen 417 Türkiye maden işçilerimizin ruhları şad olsun. Başta 417 maden işçimiz olmak üzere iş cinayetlerinde kaybettiğimiz emekçilerimizi, işçilerimizi saygıyla anıyorum.
Bir yanım umut diğer yanım özlem
Aklımdan çıkmıyor ülkeme yapılan zülüm
Bir yanım isyan diğer yanım suskun
Bir yanım özgünlüğü yasak bozgünü
Diğer yanım gözyaşında takvim döken yaprak.
…
Fıtrat ve kader sözcüklerinin Milliyet Gazetesindeki tanımlamalarını okuyalım. “Fıtrat, yarmak, ikiye bölmek, yaratmak, icat etmek anlamlarına gelen fatr kökünden doğan yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip olma anlamına gelmektedir. İlk yaratılış, fıtrat kelimesiyle ile özdeştirilmektedir. Bu bakımdan fıtrat, ilk yaratılış zamanında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk hallerini belirtmektedir. Estetik amacı ile vücudun bazı bölümleri ya da organları üzerinde yapılan, asli yapıyı değiştirecek özellikteki müdahaleler fıtratı bozmaya yönelik hareketler olarak kabul edilmektedir.” Türk Dil Kurumuna göre ise fıtrat yaratılış, tabiat anlamlarını taşımaktadır.
Kader, yazgı. Önceden ve değişmeyecek bir biçimde belirlenmiş olay akışı olarak betimlenir. Bunun diğer anlamı dinlerce özellikle de bizim gibi üçüncü dünya Müslüman ülkeleri inancına göre ceninin rahme düşmesiyle Tanrı tarafından belirlenmiş yaşam çizelgemizdir. Yazgının, fıtratın diğer anlamı üst sınıfın alt sınıfın yaşam koşullarını siyasi iktidarların gücü oranında belirlemesidir. Ülkemiz için dolaylı olarak halkın tek adam rejimine biat ettirilmesidir.
İş cinayetlerine neden olanları değil onları haber yapanları cezalandırmak birinci önceliktir. Çiçeği burnunda dezenformasyon yasası geçti TBMM’den. Dezenformasyon yasasının amacı gerçekleri halktan gizlemektir. Görme, gördüğünü söyleme, üç maymunu oyna; oynamayanı fişle. Dezenformasyon yasasının sosyal medya uyarlaması; haber yapmanın dolaylı yoldan yasaklanmasıdır: Haberi yapanı beğenmek yasak. Yorumda bulunmak yasak. Haberi paylaşmak yasak.
Üç beş doğru haber veren gazete ve televizyon kanalı olan Türkiye halkı doğru haber almak için sosyal medyaya yöneldi. 200’ün üzerinde TV kanalı ve gazetesiyle toplumu kendi siyasi politikaları doğrultusunda organize etmek iktidara yetmedi. İktidar gözünü sosyal iletişim ağlarına dikti. Dezenformasyon yasasıyla 80 milyon kişi sansürle yaşamaya mahkûm edildi. Stephan Hawking; “Dikkat ettim de her şeyin kaderde yazılmış olduğunu ve kaderi değiştirmek için hiçbir şey yapamayacağımızı iddia edenler bile karşıdan karşıya geçmeden önce sağa sola bakıyor.” diyor.
İster istemez Stephan Hawking’in bu anekdotu beni düşündürdü. İş cinayetleri faciasında ve asker ölümlerini kadere, fıtrata bağlayan Sayın Cumhurbaşkanımız ya kaderin, fıtratın tanımını bilmiyor ya da fıtrata, kadere inanmıyor. Cuma namazına zırhlı araçlarla ve başı sonu görülmeyen konvoy eşliğinde havadan askeri helikopter korumasıyla gidiyor. Aklım karıştı. Boğazımda düğümlendi bir damla su. “İnsan yalanı avuç avuç içer de bir damla gerçeği yutamaz.”
Günümüz işçi sınıfının bir sanatı / edebiyatı var mı?
Toplumcu gerçekçi yazın emekçileri işçi sınıfı sanatı edebiyatını yaratıcılarıdır. Yüzlerce şair, yüzlerce yazar adı yazabilirim. Toplumcu gerçekçi iki şairin şiirini örnek olarak yazayım. A. Kadir (Abdülkadir Meriçboyu), CİBALİ başlıklı şiirini Cibali tütün fabrikası işçilerine yazmış.
“Cibali dendi mi/ aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,/ kiminizin beş çocuğu,/ kiminizin nar gibi yanakları var,/ kiminiz kocasız kalmış,/ kiminiz ihtiyar,/ kiminiz daha körpe henüz.// Bana umulmadık,/ eskimiş türküler düşündürür/ siyah başörtüsü altında yüzünüz.// Parmaklarda tütün kokusu./ Tütün kokusu pazen entarilerde./ Biriniz ekmek alır fırından,/ biriniz durmuş öksürüyor ilerde,/ geçiyor bizim mahalleden biriniz.// Cibali dendi mi/ aklıma siz gelirsiniz, kadınlar./ Çarpık ayakkaplarınız gelir/ ve kahraman elleriniz.”
Rıfat Ilgaz’ın SINIF şiiri, ezilen sınıfın şiiridir.
“Bizim kadar Feyzi Hoca da / yaka silkerdi Kadıoğlu’ndan;/ kime çekmiş derdi, bu yezit! / Öyle ya, iyi adamdı babası,/ kapısı açıktı otuz Ramazan/ memleketin ileri gelenlerine.// Alikıran, başkesendi sınıfta,/ lâfı ağzımıza tıkar/ zorla dinletirdi, ineklerinin/ kaç kova süt verdiğini/ ve motorlarının Gülcemal’i/ nasıl geçtiğini Çaltıburnu’nda.// Ve sen, gözünü budaktan esirgemeyen Halil’im/ kıyı kıyı kaçardın Kadıoğlu’ndan/ Yemek paydosunda bizden saklı/ bir baş soğanı yoldaş ederdin/ sacta pişmiş mısır ekmeğine.// Her Salı/ sergi açardın cami önünde,/ tuz satar, yumurta toplardın/ Gümrükçü’nün hesabına.// Biz aynı gün hesaplardık hocamızla/ şu kadar bin liranın ne getirdiğini,/ yüzde beşten şu kadar senede.// Ertesi gün karşımızda kıvırırdın/ yarım ekmekle çarşı helvasını.// Benim yumruğuna sıkı Halil’im/ çekerdin sineye Kadıoğlu’nun/ yakası açılmadık küfürlerini;/ tuhaf gelirdi uysallığın,/ nerden bilecektim onların çiftliğinde/ babanın yanaşma olduğunu.”
İşçi sınıfı içinden çıkmış toplumcu gerçekçi edebiyatçılarımızdan ilk aklıma gelen şairler Yaşar Nezihe, (D. 17 Ocak 1882 İst. Ö.5 Kasım 1971) 17 yıl Esirgeme Derneğine iş işlemiş ilk işçi kadın şairimiz. 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı şiirini ilk Türkçe yazan toplumcu gerçekçi şairimiz. Saygıyla anıyorum. Sennur Sezer, (D.12 Haziran 1943, Eskişehir- Ö. 7 Ekim 2015, İstanbul) lise ikinci sınıftan ayrılıp Taşkızak Tersanesi’nde işçi olarak çalışır. İşçi sınıfının içinden çıkmış gür sesli şairimiz Sennur Sezer’i saygıyla anıyorum.
Edebiyatta Orhan Kemal imzasıyla tanıdığımız (Mehmet Raşit Öğütçü, 15 Eylül 1914 Adana, Ceyhan, 2 Haziran 1970 Bulgaristan, Sofya. Defin yeri; İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı) Adana, Çırçır fabrikasında işçisi. Bereketli Topraklar Üzerinde romanının yazarı, toplumcu gerçekçi yaratının üstadıdır. Eserlerinde içten bir anlatımı tercih etmiştir. Boş konserve kutularıyla tuvalet ihtiyacı sonrası yıkanan işçileri anlatır. Nesnelerin birliğiyle bize kapitalizmin Amerikan konserve kuyularıyla girdiğini gösterir. Saygıyla anıyorum.
Sermaye sınıfının siyasi iktidarlarca güvence altına alınmasıyla 80 Darbesi sonrası kapitalizm şahlandırıldı. Bel veren orta direk Adalet ve Kalkınma Partisi ile ortadan kaldırıldı. Asgari ücretle güvencesiz işte çalışanlar açlık sınırında yaşarken yaratı vermeleri, hele de bu dönemde imkânsız. Sosyal medyada yazan genç işçi şairler azımsanmayacak kadar çoklar. Genç işçi şairlerimiz ekonomik yaratılarını kitaplaştıramıyorlar. Evrene düşen hiçbir sesin kaybolmadığı gibi sosyal medyaya düşen yaratılar da kaybolmaz. Yayınevleri ve medya popüler kültürün ağababalarının, kof solcularının, starların, neo-liberallerin, postmodernistlerin tekelinde.
Oxford Languages sözlüğündeki işçi tanımı “Fabrika, atölye, maden ocağı, tarım işletmeleri gibi işyerinde, belli bir ücret karşılığında bedenini, kafa gücünü ya da bunlarla birlikte el uzunluğunu kullanarak üretim yapan insan.” olarak verilmiş. El uzunluğu halk arasındaki anlamı hırsız ve egemen bürokrasi kılıcıdır.
İşçi ya da amelenin TDK’ ya göre tanımı; Başkasının bedenini, kafa gücünü veya el becerisini kullanarak ücretle çalışan kimse. Dikkat ederseniz çalışan kimse deniyor. Çalıştırılan denmiyor. Üretim araçlarını elinde bulunduran (kapitalistler) sınıf denmiyor. 17-18. (orta çağ) yüzyılları kölelerinden 21. yüzyıl işçilerinin farkı ücretli olmaları. Köle sahibinin düşüncesinde, kafasında dökümünde değeri olmayan malıydı. Kapitalizmde (sigortalıysa) bordosu ve adı olan yerine bir diğerini geçireceği işçi demektir.
Burjuva devrimini yapmış empeyalist ülkelerdeki işçi sınıfıyla bizim gibi üçüncü dünya ülkelerindeki (özellikle) Müslüman ülkeler feodaliteden emperyalistlerin boyunduruğu altında kapitalizme geçmiştir. Burjuva devrimini yapmış ülkelerdeki gibi zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayan değildi Türkiye’deki işçi sınıfı.
1980 darbesi sonrası Özal ve türevi iktidarlar köylerden şehirlere göçü zorunlu koşullar yaratılarak gerçekleştirdiler. PKK ve domuz bağcı Hizbullah (İslamcı teröristler) ABD’in emriyle iktidar desteğiyle asker ve terör örgütleriyle kirli çatışma organize edildi. Ölenler de öldürülenler de halk çocuklarıydı. Askerler şehitlikle kutsanarak öldüler. Terör örgütlerinde yer alanlar da lanetli terörist olarak öldüler. Özal’ın; “Benim memurum işini bilir.” cümlesiyle hırsızlık yolsuzluk yasallaştırıldı. Çiller, Yılmaz ve AKP ile tavan yaptı. RP Genel Başkanı Erbakan’ın, Erdoğan’a yeni gömleği giydirdiler konuşması hala kulaklarımda. Boynuz kulağı geçermiş. Erbakan içten anlatımla bugünkü Türkiye günlerini anlatmıştı. ABD’in proje başkanı RTE olduğunu söylemişti. “Millî görüş gömleği çıktı Büyük Ortadoğu Projesiyle ABD gömleği giydi.” demişti. Bugünkü yıkıma el veren Baykal’ı unutmadık. Dünü doğru okumayan bugünü göremez. Bugünkü Türkiye’nin karanlığının tek adam rejimi ile saraylı RTE olduğunu söyleyenler dünlerini anımsasınlar. Hepsi oradaydı. Siyasiler, derin devletin silah tacirleri, kara para aklayıcıları, soyguncuları hep birlikteydi.
Karl Marx’ın; “İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok, kazanacakları bir dünya.” cümlesini AKP ülkemiz için gerçekleştirdi. Artık emperyalist ülkelerdeki gibi zincirlerinden başka kaybedecek başka bir şeyi olmayan işçi sınıfını ortaya çıkardılar. Mavi, beyaz, pembe gri önlüklüler, sarı baretle ay yıldızlı kasketliler ve “üretim bandında durmaksızın koşanlar, tüm sevinç devinimlerini atölyelerdeki makinelere kaptıranlar, çağrı merkezlerinde, pazarlama dünyasında beden/zihin ve duygusal emeğine en şiddetli yabancılaştırmayla çökülenler, başka bir benliğin rolüyle çırpınmaya mahkum edilenler, bankalarda zihni bir robota dönüştürülenler, Starbucks’ta, Amazon’da’, Yemek Sepeti’nde arkadaşlarına gülümsemek için bile izni olmayanlar”, hastanelerde bir yudum kahve molası vermeden (hasta yakınlarının şiddetine maruz kalan) günde 150, 200 hastaya bakan doktorlar, hemşireler, atanmış öğretmenlerin küçümsemesine maruz kalan ücretli öğretmenler, üstlerinin mobbing uygulamalarına maruz kalıp intihar eden polisler… memur statülü işçilerdir. Farklı iş bileşiminde emek veren tüm emekçilere bin selam olsun. Bu baskı altında akıl sağlığını koruyan koca yüreklere bin selam bin saygı olsun. Toplumcu gerçekçi edebiyatçılar, işçi edebiyatını içten ve dıştan anlatımla popüler kültürün laf cambazlarına, star dişlilerine neo-liberallerine, post-modernistlerine rağmen edebiyat bahçesinin yılmaz bekçileri olacaklar.
Determinist Fransız yazar Emile Zola’nın Germinal adlı eserinden çok etkilenmiştim. Aklımda kalan oradaki bir işçinin adının iyi ölü anlamında olması ve sekiz yaşında maden çocuk işçisi olması. O işçinin elli sekiz yaşında olduğunu söyleyip; “Vücudumda beni ömrümün sonuna kadar ısıtacak kömür var!” demesiydi. Maden işçilerinin kendi arasındaki konuşma: “Ölüm lambaları üflüyor. Suç tüm dünyaya ait!” demeleri.
Germinal romanında mı başka maden romanı mı anımsamıyorum. Maden kazası oluyor. İşçiler göçük altında kalıyor. Birkaç işçi göçükten sağ çıkıyor. Elli sekiz gün yeraltında yaşam mücadelesi veriyorlar. İşçiler, hayatta kalmak için kirli maden gölet sularını içiyor ve ölen maden işçisi arkadaşlarını yiyor. Bu toplumsal gerçekçi bir roman. Nesnelerin birliği, örge, itki, zaman, mekân uzamla kapitalizmin işçinin ölüsünü yiyerek işçilerin hayatta kalma mücadelesinin eseridir.
Ülkemizde bazı hadsiz şairler, yazarlar işçi sınıfı edebiyatının ölümünü ilan etmişler. Beyinsiz çalakalem bukalemunlara 1 Mayıs Marşı’yla yanıt veriyorum.
1 MAYIS MARŞI
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor
Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda bir kâğıt gibi erir gider
söz-müzik: Sarper ÖZSAN
(Brecht’in oyunlaştırdığı M. Gorki’nin
“Ana” adlı romanından)