Aydınların ve solcuların kontrolünde gelişen bir sendikacılık, burjuvazinin şimdiden kâbusu olmuştur. Toplumsal gelişmeler, burjuvaziyi, kucağına hevesle oturmaya sevkettiği yeni emperyalist güç olan ABD’ye yaranmak için sola ve komünizme karşı çok daha sert tedbir almaya zorlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu son yıllarına sendika ve sendikal faaliyetleri ile girmişti; sosyal mücadelenin önemli araçlarından olan grev hakkı kullanılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, yaşayan sendikalar birer vesile ile kapatıldı. 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile de işçi örgütlerinin kurulması kesinlikle önlendi. (Sülker,1987;5)
Sendikaların yasaklanması ülkede sınıf farklılıklarının ve sınıfsal mücadelenin olmadığı anlamına gelmiyordu ama iktidardaki tek partinin Cumhuriyet Halk Fıkrası’nın (CHF) ideolojisiyle uyumluydu. Zira dönemin CHF’si dayanışmacı ruh anlamına gelen solidarizmi savunuyordu. Buna göre Türkiye toplumu, ayrışmış sınıflardan değil, birbirini tamamlayan-destekleyen meslek gruplardan oluşan yekpare bir toplumdu: Buna göre Türkiye toplumu: “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütle” şeklinde formüle edilmişti.
İkinci Dünya Savaşı koşullarından yararlanan ve 1942-43 yıllarında Varlık Vergisiyle gayrimüslimlerden transfer edilen servetlerle iyice palazlanan burjuvazi, daha önce kanatları altında barındığı bürokraside kurtulmak ve tek başına iktidar olmak istiyordu. Bu sırada Türkiye, savaşı kazanan ve demokrasi havarisi kesilen, ABD’nin başını çektiği Batı Bloku ile Sosyalizmi savunan ve başını Sovyetler Birliği’nin çektiği Doğu Bloku arasında tercih yapmak zorunda kalmıştı; Türkiye tercihini Batı Blokundan yana yaptı.
Batı Bloku ise iktidarın koşulsuz burjuvaziye devredilmesini ve ülke sınırlarının koşulsuz ABD emperyalizmine açmasını dayatıyordu; böylece Türkiye 1946 yılında koşullar elverişli olmasa da çok partili rejime geçmek zorunda kaldı. Çok partili rejime geçilmesiyle ülkede demokrasi adına bir takım adımlar atıldı; daha önce Cemiyetler Kanunu’ndaki “sınıf esasına dayalı cemiyet kurulamaz” yasağını kaldırarak, sosyalist partilerin ve sendikaların kurulması önündeki engeli kaldırdı. Engelin kaldırılmasıyla, sol/sosyalist aydınlar hemen harekete geçti; bir yandan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi ve Vatan Partisi gibi emekten yana partiler kurulurken, diğer yandan bu partilerin de desteklediği, Sendika, Gün ve Vatan gibi dergi ve gazetelerde yayın hayatına başladı. İktidara talip, ama rüştünü daha ispatlamamış burjuvazi, bu gelişmeler karşısında paniğe kapılarak kurtulmaya çalıştığı bürokrasiye yeniden sığındı.
1946 yılında kurulmaya çalışılan sendikal faaliyetlerin, adım adım izlendiğini, 29/7/1946 tarihinde Emniyet Genel Müdür Vekili K. Cuhruk’a Emniyet Müdürü A. Demir tarafından gönderilen raporda izlemek mümkün. Raporda, sendikal kuruluşları hakkında oldukça detaylı bilgiler verilmektedir:
“E) Diğer taraftan 13. 7. 946 gün ve Em. Ş. 1. K. 3. 14493 sayılı yazımızla arz olunduğu gibi bütün yurda teşmil edilmek üzere şimdilik İstanbul’da bir de ( İstanbul İşçi Sendikaları Birliği) kurulmuştur ki bunu da kuran yine müfrit koministlerden Ferit Kalmuk’tur. Bu adamın koministler delaletile yaptığı teşvik ve Propagandalarla kısa bir zamanda İstanbul ‘da Tütün İşçileri Sendikası, Ayakkabı İşçileri Sendikasi, Şoför ve İşçileri Sendikası, Döküm ve Madeni eşya işçileri Sendikası, Bütün İnşaat İşçileri Sendikası, Mensucut Dokuma İşçileri Sendikası, Liman İşçileri Sendikası ve Matbuat İşçileri Sendikası gibi teşekküller vücut bulmuş ve bulmak üzeredir. Duyulduğuna göre tek işçiye varıncaya kadar, değişik namlar altında bazı Sendikalarda kurulacak ve bunlar örnek göstermek suretile diğer Vilayetlerimiz de de benzeri sendikalar kurulacaktır.
4- Yapılan bir temasda Ferit Kalmuk, kendisinin bir Sendikalist olduğunu faaliyetinin siyasi manaya tazammum etmesine rağmen siyasi Partilerle alakası bulunmadığını, İşçi Sendikaları Birliği ve matbaasını kendi sermayesi ile kurduğunu ve gayesinin, patronlara karşı işçi sınıflarını kalkındırmak olduğunu, İşçi etiketini taşıyanların hangi partiye mensup olursa olsun Hey’eti umumiyesine birer sendikada yer vermek istediğini, İstanbul’da bu gayeye vardıktan sonra seyahate çıkarak vilayetlerimizde de aynı çeşit teşkilatlar kuracağını ve ondan sonra da bu teşkilatları idare için Türkiye çapında bir ( Türkiye Milli İşçi Sendikaları Federasyonu) kurulacağını ve bu federasyonun grevler tertibile amele haklarını koruyacak kanunlar yaptıracağını söylemiştir. Hâlbuki Ferit Kalmuk’un Siyasi Partilerle irtibatı olmadığını söylemesine rağmen Şefik Hüsnü Değmer ve partinin merkez icra komisyonu azalarile sık sık temasları görüldüğü gibi matbaasında çalıştırdığı kimselere de açıktan açığa kominist olduğunu, faaliyetini polisten gizlemeleri lazım geldiğini ve matbaasının yakın zaman da tahrip edileceğine itimadı olduğu için teşkilatını genişletmediğini söyleyerek tabettirdiği eserler kendi odasında muhafaza ettiği öğrenilmiştir.
5- Vaziyet gösteriyorki gaye itibarile bu teşekküller şimdilik iki hedefe doğru yürümektedir. Bunlarda;
A)Kominist ve Kominist sempatizanlarını bu partilere almak ki bundan muvaffak olmuş durumdadırlar.
Yetişken koministler vasıtasile şimdilik yalnız, gayet meşru sebepler ileri sürerek hangi partiye mensup olursa olsun bütün işçi sınıflarını sendika teşkilatlarını içine almak yavaş yavaş bunlara maksat teorisini aşılamak ve böylelikle kısa bir zamanda, milli ideler üzerine faaliyet gösteren diğer siyasi parti gayretlerini ve bunları idare eden müessir şahsiyetlerin hususiyetlerini tespit edip daima tenkidine geçerek bu şahsiyetlerile parti faaliyetlerini efkarı umumiyede çürütmek ve böylece kısa bir zamanda memlekette marksistlerin çoğunluğunu elde etmek düşüncesindedirler. Moskovada bulunmuş olduğunu bundan evvel bildirdiğimiz müstehbir; düşüncelerini şöyle hulasa etmiştir:
( Hüsamettin Özdoğu’nun kurmakda olduğu bu tip sendikalar teşkilatı doğrudan doğruya kominist partilerinin hariç memleketlerde yani Rusya için yabancı sayılan memleketlerde kurduğu kızıl sendikalar teşkilatının aynıdır. Gerçi sendika nizamnamesinde yalnız iktisadi prensipler ileri sürüyorsa da kominist partisi sendikasız hiçbir faaliyet gösteremez bu partinin kollarıdır) diyor. Ve Leni’nin Moskovada levha şeklinde her yerde asılı duran vecizesini sözlerine ilave ediyor. Lenin ( Prof soyuzi – Yest Şkola – meslekdaş birlikleri kominizmin mektebidir) demiş.
6- Bu izahata göre; İşçilerin milli ve hususi müesseselerde cari kaidelere ve bu kaidelerin esasını teşkil eden kanun ve diğer mevzualara karşı yakında aleyhtar birer cephe alacakları ve kendilerini mevzuu bahis siyasi partilerin çıkaracakları neşir vasıtaları ve hatta bir kısım yüksek tahsil gençliğinin destekliyeceği anlaşılmaktadır. Kominist olmadıkları halde teşvikle sendika kurucuları arasında bulunan bir kısım ustaların bir iki fabrikada daha şimdiden Halk Partisi ve Liderleri aleyhine sözler sarfetmeğe başladıkları görülmektedir.”
Aslında bürokrasi, denetim altında tutulacak kontrolü bir sendikacılığa taraftardır; bunu raporun son paragrafında görmek mümkün. Raporun son bölümünde şunlar yazılı:
“Bu gayretlerin ileride husule getireceği kuvvetli topluluklarla yapacakları grevlerin bizi sık sık eleman fedakârlığına katlandıracağı açıklamaktadır. Binaenaleyh bu işi bir polis işi olmaktan çıkmış partiler ve bir devlet işi halini almıştır. Bu itibarla, Halk partisinin hassasiyet ve samimiyetle şimdiden kendi tezine uygun sendika teşkilatları kurulmasını paylaştırması ve böylece kominist organizatörlerinin giriştikleri bu gayret ve teşebbüsleri felce uğratmağa temin etmesi icabetmektedir.”
Tamamını aşağıda vereceğimiz bu rapor, bize şunu ifade etmektedir; devlet gerekirse/gerekiyorsa kendi sendikacılığını kuracaktır. CHP’de bunu yapacaktır. (*1)
Kökü İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne (İTC) dayanan bu devlet geleneğinde her şey üsten emirle ve verilen izinin ölçüleri oranında yapılır.
Çünkü cemiyet veya örgüt, onlara göre, eşi görülmemiş bir devlet kültünü teşvik eder. Ziya Gökalp şunu belirtir: “Türkler doğallığında devletçidirler, öyle ki Türkiye’de devrimler bile devlet tarafından yapılır.” Gerçekten de devrim, Cemiyet ve devlet arasında hiçbir sınır yoktur ve kimilerinin oldubittileri diğerlerin politikası olur. (Bozarslan, 2015;217)
Aydınların ve solcuların kontrolünde gelişen bir sendikacılık, burjuvazinin şimdiden kâbusu olmuştur. Toplumsal gelişmeler, burjuvaziyi, kucağına hevesle oturmaya sevkettiği yeni emperyalist güç olan ABD’ye yaranmak için sola ve komünizme karşı çok daha sert tedbir almaya zorlamıştır. Nitekim İstanbul Sıkıyönetim tarafından 16 Aralık 1946 tarihinde bütün sendikal ve parti çalışmaları yasaklanır.
Mahsuni GÜL – Hüsnü GÜRBEY