Sanat alanında tıkanan bozuk kişilikler, kendilerine yeni alan açamayınca dönüp dolaşıp eski yaşanmışlıklar üzerinden, güzelliklere ilişerek gündem oluşturmaya çalışıyor.
Yeni e dergisinin 69. sayısında, Hüseyin Peker Arkadaş Z. Özger için kaleme aldığı “Dizeler Arasında” başlıklı yazısında onun “Hüzün Mevsimi” şiirindeki; “hü’yü tanıdım size anlatmalıyız bir gün/size bir gün mutlaka hü’yü anlatmalıyım.” dizilerinden yola çıkarak Hüseyin Cevahir’le Özger’in kendince tespit ettiği farklı yönelimleri olduğu iddiasından hareketle ikili arasındaki dostluğu kendini de işin içine katarak başka şeylere yoran ibarelere rastlıyoruz.
Hayatta olmayan tarihi kişiliklerin yarattığı olumlu değerlerden yararlanmak adına son günlerde bu tür davranışlara yönelenlere çok sık rastlıyoruz. A. Z. Özger için hazırlanan belgesel film de içeriğiyle kısa bir süre önce sanat camiasında ortaya çıkan tartışmaların etkisiyle gündem olmuştu.
Ulaş Tosun’un çektiği “Merhaba Canım” belgeseli geçen yıl izleyiciyle buluşmuştu. Şair, Arkadaş Z. Özger’in hayatını anlatan film, şairin kısacık serüveninden yola çıkarak sol içinde gizli kalmış yaşantıları “eşcinsellik” üzerinden yakalama iddiasını taşıyordu.
Şairin dostları, dönemin yakın tanıkları belgeselde Arkadaş’ın şair yönünü, sanatını öne çıkarmak yerine bazı kişisel yönelimlerini spekülasyon yaratacak bir metaforla sunma gayreti olduğu için belgesele karşı itirazlarını yükseltmişti.
Tam da bu tartışmalar küllenmek üzereyken yine Peker’in belgeselde yarattığı algıya ek olarak “hü” adlı şiiri kastedip: “Ben A. Z.Özger’in şiirini dergilerde okumamıştım. Ankara’dayken yazdığını sanıyorum. Anlattığı bazı aralıklardan buradaki hü’nün ben olduğumu sanıyorum. Çünkü bana derin bir tutkusu vardı. Bir çeşit ilk arkadaş ilk sevgi diyebilirdiniz. Ama Ankara’da etkili arkadaşlarından Hüseyin Cevahir olma ihtimali de yok değil. İlle de anlatılan bir Hüseyin ona eminim.” (Yeni e 69. sayı – s. 35)
Kişilerin cinsel tercihleri, buna bağlı yaşam tarzları konusunda yargıda bulunmak elbette bizim işimiz değil. Yaşanmışlıkları kişilerin özel alanıdır ve onların öznel tarihinde bir yerlerde duracaktır.
Buradaki sıkıntılı tutum ise ister belgeselde olsun ister yukarıda bahsettiğim yazıda olsun, olasılıklar üzerinden akıl yürütmede bulunarak kendince kullanabileceği sonuçlara varmak için fantastik kurgusallığın olanaklarından yararlanmaktır.
Devrimci değerler öyle kolay yaratılmaz, nice ödenmiş bedeller ve acıların kor ateşi vardır onun suyunda. Kendine pay çıkaracağım diye geçmişte kalmış ve topluma mal olmuş değerler hakkında ulu orta konuşmak, onu lümpen yaşam tarzının mezesi yapmaya soyunmak açıkça düşkünlüğün belirtisidir.
Böyle olasılıklar çorbasında nereye gideceği belli olmayan savların kamuya açık bir ortamda dile getirilmesine aracılık etmek de olumlu bir tutum değildir.
Dergicilik ciddiyet ister, içerikten mizanpaja dünya görüşüne yaslanan bir yayın politikasının titiz izdüşümleri derginin sayfalarında görünür kılınırken daha özenle davranılmasını beklemek bir okur olarak beklentimizdir.
Bu bağlamda Yeni e dergisinin Hüseyin Cevahir’le ilgili ilk başta olasılık olarak sunulan şeyin arkasındaki art niyetli yaklaşımın yol açabileceği yanlış anlaşılmaların sorumluluğuyla hareket edeceğine inanıyorum.
Konunun yazıyı yayımlayan dergi boyutu böyleyken bu tür spekülatif paylaşımları yapmayı alışkanlık haline getirmiş, tükenmişlere de elbette eleştiri oklarımızı yönetmeye devam edeceğiz.
Sanat alanında tıkanan bozuk kişilikler, kendilerine yeni alan açamayınca dönüp dolaşıp eski yaşanmışlıklar üzerinden, güzelliklere ilişerek gündem oluşturmaya çalışıyor.
Sosyal medyanın ve popüler kültürün sağladığı olanaklarla mahalle kahvesinde konuşulmayacak şeyleri sanat alanına taşımak bazılarına göre kısa günün kârı olarak görüldüğü için prim yaptırabilir.
“Zaten ortam postmodernistlerin yarattığı ve koşullandırdığı iklimde puslu dumanlı, ortaya karışık ne üfürsem kolaylıkla yediririm. Sol zaten bütün alanlardan tasfiye edilmiş ve popüler kültüre eklemlenmiş.” diye düşünenlerin dipten gelen seslere kulak kesilmesini öneririm.
Kesin bir dil kullanmadan öznel çıkarsamalar üzerinden gündem oluşturmak, yoz kültürün çöplüğünde şan şöhret ararken başkalarının hayatlarını kendi sanrılarıyla didiklemek ne kadar doğru?
Arkadaş Özger ile arkadaşlık yapmış olan Tahir Abacı, konuya ilişkin eleştirel paylaşımımıza yazdığı yorumda durumu nesnel bir şekilde ortaya koyarak H. Peker’in gerçek niyetini sözü dolandırmadan gayet açık bir şekilde ortaya koymuş.
“Arkadaş Özger ile iki yıl (69-71) arkadaşlık ettim, öyle bir yönüne tanık olmadım. Bizim kuşağın muhalif konumu onun da idealizasyonuydu.
Beni Cevahir ile tanıştıran da odur. Ancak, Cevahir artık sanat edebiyat konularından uzak, başka işlere kanalize olmuş durumdaydı, mesafeliydi. Arkadaş Özger, bünyevi nedenlerden ötürü (geçirdiği hastalıklar nedeniyle çelimsizdi) hayat karşısında sıkıntılıydı.
Bu herifler, bu tür insanları “av” zannederler. Şimdi de bir takım lümpenlerin kuyruğuna takılmış, onun ruhunu da taciz etme çabası içindeler.
Hüseyin Peker denen şahsiyet fukarası, bu konulardan parsa toplamaya çalışacağına, vaktiyle Cemal Süreya’nın dahi dikkatini çekmiş olan şiirini nasıl berbat ettiğine kafa yorsa daha doğru bir iş yapmış olurdu.” (Tahir Abacı)
Olasılıklar padişahına bir çift sözle yazımı sonlandırmak istiyorum; kendi lümpen ilişkilerinizdeki çürümüşlüğe halkın kalbinde yer etmiş H. Cevahir gibi birini alet etmeyiniz.
Cevahir, adını böyle aymazlıkla uluorta ağzına almak had bilmemektir.
Açık konuşayım: Eşcinsellerin çevrelerine ve olaylara kendi tercihlerini/ durumlarını onaylayacak örnekler bulma güdüsüyle desteklenen bir çarpık algı ile yaklaştıklarına çokça tanık oluyoruz. Özellikle tanınmış kişilerin de kendileri gibi olmaları ya da onlara güç veriyor ve varoluşlarına bir legitimasyon kazandırıyor sanırım. Buna benzer durum Mevlana Şems ilişkisi için de yapılıyor. Oysa tarihi Mevlana’ya baktığımızda maddi zevkleri bir kenara bıraktığını görüyoruz. Resimlerde yansıtıldığı gibi de görünmüyordu. Çok az yemek yediği için çok zayıftı. Günlerini oruçla ve riyazet denilen ego ıslahıyla geçiriyordu. Yani eşcinsellerin, ya da genel olarak cinselliğe düşkün hedonist karakterli insanların aksine maddi ve tensel zevklerin ötesinde bir mistik huşu içerisindeydi. Zaten şiirlerindeki coşku da bu bir nevi trans halinin dışavurumudur. Evet, başkalarını kendi gibi bilmek ve oralardan kendine bir meşrutiyet devşirme çabası bir yere kadar belki anlaşılır, ama bizim görevimiz de aklı ve vicdanı elden bırakmamaktır.