“Şairler ve Komünist” (…) değindiğimiz sahte ilişkilerin, zırhla dolaşan yaratıkların kirli dünyalarından çıkan gürültüyü, ortama yayılan pis kokunun keskinliğini vurucu bir şekilde okura sunarak başarılı bir çizgi tutturmuş.
“Şairler ve Komünist” Onur Akyıl’ın Şey Kitap tarafından Nisan (2022) ayında yayımlanan kısa romanı. Roman öncelikle sanat evrenimizin çarpık ilişkilerini şiir ve şairler dünyasında yaşananlar üzerinden gerçekçi bir dille okura sunuyor.
Kuşkusuz pek çoğumuzun daha ilk bölümü okumaya başladığı andan itibaren özellikle kitabın okuru sürükleyen bölümlerinde kahramanlarının isimlerinden başlayarak anlatılanların tanıdık geleceğine, “Ben bunu bir yerlerden tanıyorum.” duygusuna kapılacağına eminim.
Kitaptaki karakterlerin isimleri, onların roman kurgusundaki yeri ve işlevine göre yazar tarafından verilmek istenen iletinin özgünlüğü de gözetilerek yapılmış.
Şiiri olmayan şairciklerin; cilalanması, pazarlanması yani sanat dışı birçok organizasyonla okurun maniple edilmesi, alemin krallığına “Sultanü’ş Şuara” olmaya giden yolun menzili tüm çıplaklığıyla akışta yerini almış.
Kendine verilen ismi beğenmeyen Ömer Muhittin’in doğumuyla birlikte adeta saplandığı milli ve manevi inanç hapishanesinden kurtuluş yolculuğu, fantastik öğelerin iç içe geçmesiyle ortaya konulmuş.
Kitapta; Ömer Muhittin, Oğlancı Hüs, Memelya Hanım, Eskimiş Şair, Nermin Neri, Çeçilya Çelen, başlıca şahıslar. Zaman olarak kurguda yakın zamanın seçilmesi okuyucuya mekân-insan ilişkisi açısından tanıdık olduğu için yadırgatıcı gelmiyor.
Romanın derinindeki ana ileti, biraz önce yukarıda saydığım bu şahıs kadrosu etrafında dönen ilişkilerin akışındaki içsel bağlantıların, fantastik ögelerin desteğiyle görünür hale gelmiş.
Bizim şimdiye kadar yazdıklarımız, çizdiklerimizle çeşitli kereler itirazımızı dile getirmeye çalıştığımız, kirliliği teşhis ve teşhir etmek için çabaladığımız ne varsa hepsi yazarın ilgi alanında ve eleştiri okundan nasibini almış.
Edebiyat ortamındaki piyasacı yaklaşımların yıllardır yarattığı kokuşmuşlukta neler döndüğünü/döndürüldüğünü biliyoruz. Yakın çevremizde popüler kültüre biat ederek oradan gelecek şana şöhrete odaklanan ben merkezli, kendini solda sayan kişilikler cirit atıyor.
İrin göllerinden çıkacak bir ödülü, bir makamı ya da postu kapma telaşının ustalaştırdığı bu kişilikler, sosyal medya olanaklarıyla gün geçtikçe yaygınlaşıyor, etrafımızı kuşatıyor. Bu koronun çıkardığı, boşlukları hızla işgal eden ses yükü, dirençli pek çok yazarı köşesine çekilmeye zorlayarak pasifize etmiş durumda.
Bir araya gelindiğinde, kayırmacı etkinliklerde, barlarda yapılan edebiyat sohbetleri bu tür ilişkilerde hemen ertesi gün unutulup her şeye yeniden başlanan bir hafızasızlığın ifadesidir. Böylesi ortamlardaki köşe kapmacalar, yakın markajlardaki sahte gülücükler, her şeyin yeniden üretim mekanizması haline gelmekte gecikmiyor. Âdeta genç sanatçılara bir yol haritası gibi sunulan ’çarpık değerler bildirgesi’ girişik bir şekilde dokunduğu her yeri yeniden yapılandırmaya ve devasa taşlarıyla insana ait ne varsa öğütmeye devam ediyor.
“Şairler ve Komünist” biraz önce değindiğimiz sahte ilişkilerin, zırhla dolaşan yaratıkların kirli dünyalarından çıkan gürültüyü, ortama yayılan pis kokunun keskinliğini vurucu bir şekilde okura sunarak başarılı bir çizgi tutturmuş.
Çeçilya Çelen üzerinden de bir başka çürümüş alan olan akademinin işleyişindeki hegemonik bağıntıya çarpık hoca-öğrenci ilişkisi üzerinden ince bir gönderme yapılmış. Akademide ilerlemek için ödenen bedeller, insanın bedeninin istismar edilmesi de dahi olmak üzere geniş bir alanı kapsıyor.
Ödül ve yarışma mekanizmalarıyla piyasaya sürülecek olanı, işaret edilen şaircikleri cilalama, kutsama korosuyla kimin hangi şiiri okuduğunun önemsenmediği bir duman altı mekânında, Ömer Muhittin’in rastlantısal tanışıklığı onu Oğlancı Hüs’ün elinden Komünist’in esrarengiz bir şekilde kurtarışı akışı başka bir evreye sıçratmış.
Şiir yarışmalarına gönderilen dosyaların bürolarda yığılışı, dosyaların okunmadan ödüllerin dağıtılması için Eskimiş Şair’in üstlendiği görev, Oğlancı Hüs’ün (Bu arada bu karakter hâlâ etkinliklerde geziniyor, kendinizi sakının.) tuzağına düşürdüğü genç şair adaylarına ilişkin fantezileri, romanı gerçekçi kılan şeyler olarak karşımıza çıkıyor.
Kitabın arka kapak tanıtım yazısından bir bölümden alıntı yaparsak: “Bir baltaya sap olmanın, baltasız sapları çoğalttığı dünyamızda balta sapı olmayı açık biçimde reddeden, ünsüzlük ve inat kokan, değişim ve dönüşümün sırları üzerinde ilginç biçimde duran, esasen çok acı küçük bir roman.“ olduğuna vurgu yapılmış.
Kısacası roman, bir şairin kaleminden yaşanmış ya da yaşanması muhtemel ilişkiler üzerinden okurunu gerçekliğin yakıcı diliyle kuşatmaya çalışıyor.
Romanın ilk girişinde yazarın tercih ettiği anlatım tekniğini yakalamada bir tutukluk yaşadığı gözlemleniyor. Fakat daha sonra yazar bu başlangıç sıkıntısını üzerinden atarak hafifleyince sağlam bir dil ve fotografik bir anlatımla okuyucuyu olay-içerik bağıntılarını örerek anlatının içine çekebiliyor.
Post modern çöp dağları arasında mütevazi olanaklarıyla ayakta durmaya çalışan Şey Kitap tarafından yayımlanan “Şairler ve Komünist” raflarda okurunu bekliyor.