Korona virüsü günlerini diğer salgın günlerinden ayırması bölgesel sınır tanımaması ve tüm dünyayı ay, gün farkıyla çemberi içine alarak insanlığın korona virüsle yüzleşmesi oldu. İnsanlık var olduğundan beri dünya ilk kez aynı trajedinin oyuncusu oldu. Aynı anda insanlık, ülke sınırları kaldırılmış birlik içinde kendi dilinden korona virüsü belasından dünyanın kurtulmasını diliyor.
Dünya, edebiyat bahçesine ölümsüz ağaçlar bırakmak için ilham perisinin altın kalem getirmesini bekliyordum. Fransa, hükümeti korona virüsle mücadele kapsamında 14 Mart 2020 de vatandaşlarını ev korumasına aldı. Ev koruması döneminde gözümden başka göz soluğumdan başka soluk olmadığını anladığımda vaz geçtim ilham perisinin altın kalem getirmesinden. Korona virüsü bana elimde çocukluğumun kurşun kalemi olduğunu ölümler üzerinden çığlık atarak duyurdu. Biliyorum korana virüs günlerini yazan milyonlarca altın kalem olacak. Edebiyatın görevi yalnızca sanat yapmak, halkı daha üst bilinçle buluşturmak değil. Aynı zamanda çağına tanıklık etmektir. Çeşitli sanat dallarıyla andan, tanıklığını dışlaştırarak gelecek nesillere, toplumsal ve bireysel yaşamların tarihsel yol haritasını çıkarır.
Biz 19. yüzyılın sonları 20.yüzyılın başlarındaki kolera salgınından Gabriel Garcia Marquez’in, Kolera Günlerinde Aşk (El amor en los tiempos del colera) romanını okuyarak haberdar olduk. William Shakespeare başyapıtlarını 1600 yıllarında İngiltere de baş gösteren Bubonik veba salgını nedeniyle vatandaşlar gibi sanatçılarda evlerine kapanması nedeniyle 1606 yıllarında evde kaldığı dönemi yaratıya dönüştürmüş. Kral Lear, Macberth ve Antonius ve Kleopatre gibi başyapıtlarını Bubonik salgını döneminde yazmış. İngiltere’yi yine 1965 yılında bobunik vebası salgını vurduğunda İsaac Newton bubonik veba salgın döneminde Calculus erken forumlarını ve yerçekimi kuvvetini bu dönemde bulmuş. Edvar Munch,1918-1920 yılları arasında 50 milyondan fazla kişiyi öldüren İspanyol Gribi nedeniyle Norveç’teki evinde mahsur kaldığı dönemde ünlü ÇIĞLIK tablosunu çizmiş. Floransalı yazar ve şair Giovanni Boccacio 1348 yılında bubonik veba salgınında Decameron gibi başyapıtı dünya edebiyatına miras bırakmış. İlk aklıma gelenler bunlar oldu. Bu liste uzar gider. Sanatçıları toplumun diğer bireylerinden ayıran bir başka özellik de felaket günlerinde yaratılarına daha çok yoğunlaşıp başyapıtlarını dünya insanlığına miras bırakmalarıdır.
Felaket günleri yalnız salgınlarla sınırlı değil. Savaşlar, kıtlıklar, doğa afetleri, seller, hortumlar, kasırgalar, toprak kaymaları, çığlar, volkanlar, depremler, tsunamiler, nükleer santral kazaları… Nükleer santral kazalarının sonuçları salgın hastalıklardan daha vahimdir. Anında gözle görülmez yıkımın, trajedinin vahameti. İnsanlığın çoğu bu katliam makinesi nükleer santralın ne olduğunu bilmiyor. Çernobil nükleer patlaması. Fukuşima nükleer kazası, Three Mile ada kazası ve ABD’nin Hiroşima, Nagasaki nükleer silah denemesi. Üstte örneklediğim bu felaketlerin yanında korona virüsü masum kalır. Türümüzün devamı için en değerli varlık insandır. Evren için tüm canlı, cansız varlıklar aynı derecede değerlidir. Dünyadaki bütün felaketler varsıllıkların paylaşılamaz olmasından kaynaklanır. Virüsler dahi getirim odaklı haris açlığının ülke halkları üzerinden doğa ve insan katliamıdır. Kuş gribi, domuz gribi salgınları saymakla bitmez. Kapitalistlerin bunalımdan çıkmak için emperyalist ülkelerin öncülüğünde dünya halkların üzerinde yaptıkları katliamlar da saymakla bitmez. Milyonlarca kanatlının ve büyük hayvanların katledilişini unutmadık. Savaşlar ve nükleer santral kazaları ise insan katliamıyla birlikte doğa katliamı olduğu için virüslerin masum kaldığını vurgulamak istedim.
Korona salgını tüm dünyayı ay gün farkıyla etkisi altına alması nedeniyle çok etkili oldu. Sosyal iletişim ağlarının yaygınlaşması dünyayı bir ülke kadar küçültmüştür. Dünya insanlığı aynı acıyı, korkuyu yaşadığı için dünyanın başka yerindeki nükleer patlamalar ve ABD’nin Hiroşima’ya ve Nagasaki’ye nükleer silah denemesi adı altında atom bombası atması, korona virüsü kadar dünyada yankı bulmamıştı. ABD kapitalistlerinin star kalemleri bu trajik nükleer atom bombası katliamına “nükleer silah denemesi” cümlesiyle dünya halkının düşünme, sorgulama yetisi sözcüklerle bombardıman edilmiştir. ABD’nin bu vahşi katliamlarının dünya halklarının hafızasına yerleşmesini önlemişlerdir. Kapitalizmin vahşi, trajik katliamları dünya halkları gözünde böyle masumlaştırılmıştır. Eminim, bu trajik katliamları dünyanın yarısından çoğu bilmiyordur. ABD’nin, atom bombardıman katliamı, küçük oğlan uranyum (Little Boy, 6 Ağustos), şişman adam plütonyum (Fat Man; Mark lll 9 Ağustos 1945 ) sözcük oyunuyla saklanmaya çalışılmıştır. ABD’nin bu üç gün aralı bombardımanıyla 222.000 kişi katledilmiştir. Bu barbar, katil ABD tüm dünya ülkelerince lanetlenip yalnız bırakılması gerekirken tam tersi bütün dünya ülkelerine Amerikan rüyası aşılanmıştır. ABD’nin bu insanlık dışı üç gün aralıklı trajik katliamı, güncelimizdeki korona virüsü kadar yankı uyandırmamış ve dünya insanlarının dörtte biri bu trajik katliamdan haberi bile olmamıştır. Dünya insanlarının yarısı ABD’nin bu trajik katliamından bilinçli olarak haberi olmuş olsaydı ABD, Ortadoğu’ya, Latin Amerika ülkelerine ve Vietnam’a saldıramazdı. Sovyetler Birliği parçalanmazdı. Berlin Duvarı yıkılmazdı. Irak’ta sakarin gazıyla milyonlarca Kürt halkı cayır cayır yanarak katledilmezdi. Gandi öldürülmezdi. Yaser Arafat, İsrail Ordusunda iki yıl rehin tutulduğunda (öldürülmezdi) ölmezdi ve Che, katledilmezdi. ABD hükümetinin kendi yazdığı trajik senaryoyla 11 Eylül 2001 terör ikiz kuleler katliamı yaşanmaz ve ABD Ortadoğu’daki meşru talanı için kendi vatandaşlarını katletmezdi. Irak halkı Saddam sadistini kendi cezalandırırdı. Usame Bin Ladin yalanıyla ABD Afganistan’a girmezdi. Afganistan halkının başına katil, zalim din taciri sapık Taliban bela olmazdı. Şeriat denen eril egemen yönetim İslam ülkelerinin başına tebelleş edilmezdi Humeyni’nin bugünkü İran’ı olmazdı. Bugün dünyanın korkulu belası IŞID Ortadoğu’da din adına tarla tırpanlar gibi Şiileri, Alevileri, Yezidileri, Kürtleri katletmezdi. 14 Kasım 2015 Paris (129 kişi) 16 Temmuz 2016 Nice (87) katliamı ve o katilleri yaratan kapitalistler olmasaydı bu katliamlar yaşanmazdı. İnsanları ayrıştıran dinler ve bugünkü dünyanın ABD’den sonra en kanlı IŞID terör örgütü olmazdı. Dinler olmasaydı IŞİD’i destekleyen yobaz Sünni, Hanifi mezhepler, mollalar, Arap Şeyhleri, Prensleri de olmazdı. Ortadoğu’da binlerce insan katledilmezdi. ABD terör devletini destekleyen yağmacı katil emperyalist ülkeler olmasaydı dünya bugün Covid- 19 gündemi ve insanlığın korkulu trajik ölümleri olmazdı. Dinler ve kapitalizm olmasaydı açlığa mahkûm edilen Afrika ülkelerini Papa altın tahtına oturarak aç çocukları kutsamazdı. Dinler olmasaydı Hristiyan ülke halkları kiliselerin aforozuna uğrayıp cadı kazanlarında yakılmaz, aydınları katledilmezdi. Dinler olmasaydı İsa Çarmıha gerilmezdi. Kerbela trajik katliamı yaşanmazdı. Hüseyin’in başı kesilip değnek ucunda bayrak yapılmazdı. Papazlar, rahipler, mollalar, hocalar, imamlar binlerce çocuğa tecavüz edemezdi. İslamiyet’te dört kadınlı evlilik olmazdı. Dinler olmasaydı Hallacı Mansur yakılmaz, Nesimi’nin derisi yüzülmezdi. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak otelinde 35 aydın ve sanatçı cayır, cayır yakılmazdı. Dinler kapitalizmin hizmetinde olmasaydı ABD devletinin proje uşağı İslam ülkeleri olmazdı. Dinler ve din tacirliği olmasaydı IŞID (DAİŞ)intihar bombacısı katilleri olmazdı. Barış Mitingi ve Ankara Garı katliamı olmazdı. 10 Ekim 2015 Ankara’da 203 can katledilmezdi. Onlarca genç beden engelli yaşamaya mahkûm olmazdı. İngiliz ve emperyalist ülkelerin maşası kendi halkını katleden din taciri Humeyni ve Iran İslami Cumhuriyeti olmazdı. ABD’nin eş başkanı RTE olmasaydı Suriye’nin (Aln el-Arabi) sınırındaki Kobani kenti çocuklarına oyuncak götürmek için Suriye sınırına en yakın Şanlıurfa’nın ilçesi Suruç’a 33 üniversiteli genç gitmezdi. Bu 33 üniversiteli genç IŞID terör örgütünün 21 Temmuz 2015 bombalı saldırısında katledilmezdi. RTE, ABD’nin eş başkanı olmasaydı en yakın sınır komşumuz ve din kardeşi Suriye’nin iç savaşına dâhil olmazdı. Türkiye’nin, Suriye savaşına dâhil olması için Hakan Fidan’ının gerekirse Suriye ’yeden Türkiye’ye bir füze atarız ses kayıtları sosyal medyaya düşmezdi. ABD’nin Ortadoğu’yu işgal etmek için uydurduğu özgürlük götürme yalanıyla milyonlar katledilmezdi. Süleyman Şah Türbesi şehir şehir dolaştırılmazdı. Reyhanlı’ya bombalı saldırı düzenlenmez ve 11 Mayıs 2013 Reyhanlı’da 52 kişi katledilmezdi.146 kişi ağır yaralanmazdı. Günceli doğru değerlendiren muhalefet olsaydı neden sonuç ilişkisini doğru değerlendirdi. RTE, Suriye’ye askerimizi göndermesine onay vermezdi. RTE, şehit tepesini dolduracağız gibi trajik cümle kuramazdı. Kıssadan hisse; Karl Marx’ın “Kapital ve Friedrich Engels’in “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” eserlerini bilinçli bir şekilde okumuş olsaydık bugünkü korona virüsü senaryo yazarlarını ve aktörlerini bilirdik.
Savaş denince ilk aklıma hücum eden sanat eserleri ve sanatçılarımız: Lev Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı, Ernest Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”, Michael Hunt’un “Bir Vietnem Şavaşı”, Orhan İyiler’in“ Birgün Bile Yaşamak” romanları ve Pablo Picasso’nun “Guernica Tablosu”, Auguste Rodin’in “ Düşünen Adam (Le Penseur) Heykeli, “Nazım Hikmet’in “Hiroşima” ve Bertolt Brecht’in “Bir Alman Anasının Ağıtı, Federico Garcıa Lorca’nın şiirleri, Charlie Chaplin “Büyük Diktatör” (The Great Dictator) oyunu, Schindler’in Listesi ve Potemkin Zırlısı filimleri aklıma geldi.
Yazınsal sanatın başat eserleri, çağına tanıklık eden sosyal gerçekçi yazarlar ve şairleri, toplumların ortak mirası felsefeden beslenerek yaratılarını dışlaştırırlar. Hangi sanat dalı olursa olsun ana besin kaynağı felsefedir. Korana virüsü günlerinde dünya insanı, yarın hangi yakınını kimi kaybedeceği veya hangi sevenlerinin kendisini kaybedeceğini bilmiyor. 3. dünya emperyalist biyolojik paylaşım savaşı dünya insanlığının başına bela edildi. İnsan, insanlık kendi içsesinden korkarak öleceğini, sevdiklerini kaybedeceğini aklından günde kaç kez geçiriyor. Bunun bir felsefi sorgulama düşünüş olduğunu bilmeyerek.
Tüm bu trajik korkulu korona virüsü salgını günleri bir anlamda her bireyin kendisiyle, kendimizle yüzleşme cesaretini göstermeye davetti. Çoğunluk olarak ülkemiz, dilimiz, dinimiz, ırkımız, mezhebimiz veya siyasi görüşümüz, yaşımız ne olursa olsun ne kadar insan olduğumuzu sorguladık, sorguluyoruz. Kendi değerinin, yaşamının insanlarla birlikte, yani toplumla iç içe yaşandığında anlamlı ve değerli olduğunu bilince çıkaramasalar da, en azından dünya halkının yarısı sezgisel olarak duyumsarlar. Aynı sorgulamayı ve yüzleşmeyi emperyalist ülkeler ve ulus devletler yaptığında insanlığın kendiyle yüzleşmesi boşuna olmayacak. İnsanlık, bugün değilse yarın mutlaka anlamlı, etik, ahlaklı, adaletli, insanın insanı sömürmediği dünyayı mutlaka bir gün inşa edecek.
Korona virüsü günlerini diğer salgın günlerinden ayırması bölgesel sınır tanımaması ve tüm dünyayı ay, gün farkıyla çemberi içine alarak insanlığın korona virüsle yüzleşmesi oldu. İnsanlık var olduğundan beri dünya ilk kez aynı trajedinin oyuncusu oldu. Aynı anda insanlık, ülke sınırları kaldırılmış birlik içinde kendi dilinden korona virüsü belasından dünyanın kurtulmasını diliyor. Korona virüsü dünya insanlığını birleştirdiği gibi yüz yıllardır insanın dünyaya niçin geldiğini yaşamın ereğini ve kendini bilmesini sorgulaması için cilt cilt kitaplar yazan ve okutamayan felsefecilerde dünya korona virüsüyle insanlığın davetsiz konuğu oldular. Tüm dünya ülkeleri bireylerinde bilinçli veya bilinçsiz bir felsefi sorgulama başladı. Tatbiki bu sorgulamanın felsefi olduğunun bilincinde olanlar olduğu gibi bilincinde olmayanlar da var. Diyalektik yaşarız ama diyalektik yaşadığımızı bilmediğimiz gibi. Sanatçıları toplumların diğer bireylerinden ayıran ve sanatçı yapan da farkındalıkla sorgulama yapmalarıdır. Bilinçli sorgulama yalnız yazınsal sanatlar için geçerli değil. Tüm sanat dalları için ana düşünce temelidir. Görsel, duyusal, biçimsel olanların bütününü sanatsal yaratı sözcüğüyle betimleriz Korana virüsü mücadele kapsamında ev izolasyonu süreci içindeyim ve geleceğe dair tasarladığım her şey dondu. Yarılamış olduğum “Tanrılar Gezegeninden Düşenler” adlı romanı bitirmek için bilgisayarın başına oturmamla kalkmam bir oluyor. Geçmişim andan, gelecekten ve umutlarımın önünde korona virüsü salgını hızıyla gidiyor. Gece rüyada gündüz hayallerimde geçmişim, dünya korona virüslü günlerimin baş aktörü oldu. Anladım ki bugüne gelmek için geçmişe gitmem gerekiyor. İlham perisinin bana gümüş, altın kalem uzatmasına gerek yok. Elimdeki kurşun kalem beni doğduğum köyden çıkarıp benim de iz bırakan 56 yıllık yolu yeniden kat etmem için kalbimi iğneleyerek bilgisayar başına oturttu. Dünya korona virüslü günlerinde ben de sınır ötesinde, yalnız acılı, hüzünlü, umutsuz, korkulu umutla soluğumu (başta yavrularım, sevdiklerim olmak üzere) dünya insanlığının yaşamı için tuttum. Dünya vatandaşlarından biri olarak geçmişimi korona günlerinden geçirip çağıma tanıklığımı dışlaştıracağım. Anılarımın arasına Covid-19 günlerinden anılar serpiştireceğim. Covid-19’un bendeki tanımı, 3. Dünya Biyolojik Emperyalist Paylaşım Savaşıdır. Ömrüm yeterse doğru betimleme yapıp yatmadığımı öğreneceğim.