(…) “Chol Soo Lee’yi Serbest Bırakın” belgeselinin yasallık sınırından çoktan taşmış düzen taşıyıcılarının, kaygan etik düzleminde, sahtekarca tartışılmasından öteye geçmediğini söyleyebiliriz.
Julia Ha ve Eugene Yi’nin yönetmenliğinde çekilen, yarı masum bir suçlunun anatomisi de diyebileceğimiz “Chol Soo Lee’yi Serbest Bırakın” adlı belgesel, prömiyerini 2022 Sundance Festivali’nde gerçekleştirdi. Yapıt, adından da anlaşılacağı üzere haksız yere yargılanan ve toplumsal bir özgürlük sembolüne dönüşen Chol Soo Lee’ye odaklanıyor. Lee’nin kaleme aldıklarına dayalı bir anlatımı benimseyen belgesel, dönemin basına yansıyan görüntüleri ile arkadaşı Ranko Yamada’nın ve Av. Tony Serra’nın aktarımlarıyla destekleniyor.
Bir kişisel projeksiyon denemesi de denebilecek bu yapıt hakkında MayaKültür için bir eleştiri yazısı kaleme aldık. Eleştirilerimizin genel olarak yöneldiği husus, belgeselin; modern toplumun ötekileştirdiği bireylerin toplumsal düzlemde hareket etme (yaşadığı acıların sorumlusunun kapitalist düzen olduğu görmesi ve bireysel olandan sıyrılarak eylemlerini toplumsal bir değişime özgülemesi) gereğini yok sayarak, odağına aldığı kişinin bireysel iç sızlanmalarına ağırlık vermesidir.
Kısaca belgeselden bahsetmek gerekirse; Amerika’da yaşayan 1952 doğumlu Koreli Chol Soo Lee, 1973’te işlenen ancak faili olmadığı bir cinayetten yargılanıyor ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor. Kendine özgü kanunların işlediği Kaliforniya hapishanesindeki mahkumiyeti sırasında haklı savunma niteliğinde gerçekten de bir cinayet işliyor. Bu cinayetten dolayı ise ölüm cezasına çarptırılıyor. Ağır suç teşkil eden bu iki olayın yargılamalarındaki hukuksuzluk nedeniyle tutukluluğu süresince Soo Lee, ABD’deki Asyalılar için bir sembol haline geliyor ve “free Chol Soo Lee” kampanyası üzerinden Asyalı-Amerikalı topluluklar özgürlük taleplerini dillendirmeye ve ABD yargısının adaletsizliğine karşı örgütlenmeye başlıyorlar.
Yönetmenler, Lee’nin yaşadığı olayları onun gözünden anlatıyor. Bir tecavüz sonucu hamile kalan annesinin Lee’ye olan kızgınlığıyla başlayan travmalar dizisi, önce onu terk edip Amerika’ya yerleşen ancak sonradan onu da yanına alacak olan annesiyle arasındaki çatışmalarla devam etmiş. Lee’nin annesi ile olan bu bozuk ilişkisine rağmen masumca ondan destek beklemesi, belgesel boyunca başarılı bir şekilde örülmüş. Ancak yapıt, Lee ile sesini duyurma şansını elde eden toplum kesimlerine ait gerçekliğe içkin çatışmaların gözden ırak tutulması nedeniyle bazı noktalarda gerçeklikten kopmuş. Bir başka deyişle; belgesel, film endüstrisinin kurallarına uygun bir şekilde düzenlenmiş ve böylece “çarpıtılmış hakikatler borsası” da diyebileceğimiz film festivallerinde boy gösterme hakkını elde etmiş. Öyle ki belgesel, 2022 Sundance Film Festivali büyük jüri ödülüne aday gösterilmiş.
68 kuşağının özgürlükçü fikirlerinin, Amerikan toplumu tarafından ötekileştirilmiş Asyalılara etkisi belgeselde işlenmeyen hususlardan en dikkat çekeni. Bu olgunun işlenmesiyle Lee’nin radikal bir toplumsal değişim için ihtiyacı olan güce ve öfkeye dönüştüremediği travmaları ile toplumun ona olan desteğinin arkasında yatan siyasal talepler arasındaki gerilimi daha iyi gözlemleyebilirdik. Lee’nin içinde bulunduğu koşulların, vahşi kapitalist sistemin varlık bulduğu ulus devlet paradigmasının birey üzerinde kurduğu tahakkümün sınırları olması ve paradigmanın çözülüşünün ancak bu sınırları aşmakla gerçekleşebileceği gerçeğinin, toplumun talepleri ile örtüşmesi; bize bu olanağı veren nedendir.
Asya halklarının taleplerini besleyen Marksist düşünceler; savunma komitelerindeki sol aktivist üyelerin destekçi kitledeki etkisi; Lee’nin serbest bırakılmasının ardında yatan kolektif iradenin değiştirici gücü… Tüm bunlar yönetmenler tarafından göz ardı edilmiş, dahası özgürlük sloganları atan kitlenin diğer toplum kesimlerinden destekçi bulmasının “dans partileri, yiyecek dağıtılması gibi etkinlikler ile sağlandı” önermesine bağlanması, bize sosyalist fikirlerin üstünün örtülme çabası verildiğini açıkça göstermekte.
Ayrıca Lee’nin hapishanede öldürdüğü kişi, kendine “Aryan Kardeşliği” adını veren çeteden biri. Adını andığımız bu çete, bilindiği gibi histerik şekilde beyaz-üstünlükçü bir topluluk. Çetenin temsil ettiği Neonazi ideolojinin, Lee’de görünürlük kazanmış toplum kesimlerine karşı yürüttüğü yok edici politikalar, yönetmenlerce kolpa bir tavırla göz ardı edilmiş; ABD hapishanelerinde örgütlü bu çetenin yalnızca ismi anılmış.
Belgeselin sonlarına doğru, Lee’yi destekleyen toplum tabanının taleplerinin Lee’nin “normal” bir hayat yaşamasına evrildiğini görüyoruz. Oysaki Lee’nin mahkumiyeti sırasındaki talepler, “beyazların” ötekileştirdiği Asya halklarının özgürlüğü şiarıyla ortaya çıkmıştı. Bu taleplerin kararlı ilerleyemeyişi ve bunun nedenleri; bir başka anlatımla, örgütlenmiş bir halk kuvvetinin sönümlemesinin nedenleri irdelenerek, dünya halkları için bir öneri sunulabilirdi.
Ek olarak belirtebiliriz ki Chinatown sokaklarına sıkışmış genç ve işsiz Lee’nin sınıfsal konumu da gözden uzak tutulmuş; diyalektiğin Lee aleyhine aktığı New York’ta, öznesi olduğu sınıfsal çatışmalar soft bir düzeyde ele alınarak adeta pürüzlenmiş, yok sayılmış. Lee’nin eğitimsizliğinin, ailesizliğinin, topluma kazandırılamayışının sebepleri de ele alınmayan diğer hususlar arasında. Lee’nin bir Koreli olarak içine düştüğü yalnızlık, Asya kültürü dahil olmak üzere her bir toplumun kültür öğelerini tüketerek var olan kültür endüstrisinin hegemonyasından bahsedilmeden vurgulanmış; kapitalizmin adeta bir acil çıkış kapısı olan “savaş”, Kore Savaşı kendi bağlamından kopartılarak anılmıştır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, “Chol Soo Lee’yi Serbest Bırakın” belgeselinin yasallık sınırından çoktan taşmış düzen taşıyıcılarının, kaygan etik düzleminde, sahtekarca tartışılmasından öteye geçmediğini söyleyebiliriz.