ŞYK Kitap geçtiğimiz aylarda yayın hayatına başladı. Şiir, öykü, roman, araştırma-inceleme dallarında kırkın üstünde kitap yayımlayan ŞYK Kitap'ın genel yayın yönetmeni Önder Birol ile yayın dünyasını ve ŞYK Kitap'ı konuştuk.
-Önder merhaba, sizi bir şair olarak tanırken şimdi de ŞYK KİTAP Yayınları’yla bir yayıncı olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Öncelikle neden bir yayınevi kurarak yayıncılığa başladınız?
ŞYK Kitap dört ay önce yayın hayatına başladı. Uzun süredir kafamda bir yayınevi kurma fikri vardı. Biliyorsunuz, yayın dünyası banka sermayeli yayınevleri ile tekelci yayınevlerinin kuşatması altında. Kültürel ihtiyaçları önceleyerek yayıncılık yapmaya çalışan butik yayınevleri de bu orantısız rekabette, hızla piyasanın acımasız şartlarına boyun eğmeye zorlanıyorlar. Bu süreç onların hepsini değil ama önemli bir kısmını yeni formülasyonlar geliştirerek yazardan kazanma gibi bir akışa yöneltti. Zamanla kestirmeden para kazanmanın yöntemi haline geldi bu. Kimi yayınevleri ticari denklemi tersten kurarak sözleşme aşamasında yazardan yüklü miktarda basım ücreti talep ediyorlar. Bu iki yayıncılık anlayışı dışında, yeni bir tür yayıncılık da gelişmeye başladı. Yazarı fahiş ekonomik yükün altına sokmadan, yayınevini de sürdürülebilir bir yayıncılık çizgisinde tutarak karşılıklı dayanışma ile yayıncılık yapmak. Bunu yapmaya çalışan birkaç yayınevi var. Biz de kendimizi bu kulvarda konumlandırdık. Yazardan sadece dayanışma babında kendi kitabından 50 adet almasını talep ediyoruz. Bunun dışında bir talebimiz yok. Zaten her yazar bir ya da iki imza gününde bu kitapları imzalayıp okuruna ulaştırabiliyor. Dolayısıyla yazar ekstra bir maddi külfetin altına girmiyor. Doğrusunu isterseniz, bir ara formül olarak bu yöntem, yayınevini zar zor ayakta tutmaya yetse de köklü bir çözüm değil. Benim gönlümde yatan Yazko Edebiyat, Piya tarzı bir kolektif yayıncılıktır. Dünya meselelerine benzer perspektiften bakan arkadaşlarla kooperatif tarzı bir yapıya dönüşmek içimde hep bir uhde. Ticari yayıncılığın devasa olanakları karşısında uzun vadede ayakta kalmanın, kendi ilkelerinle barışık bir yayıncılık yapmanın daha geçerli bir yolu yok. Ne var ki sistemden rahatsız onca yazar çizer olmasına rağmen kimse elini taşı altına koymuyor. Doğru zamanda, doğru arkadaşlarla buluştuğumuz noktada yayınevini böyle bir kooperatife dönüştürme ya da böyle bir kolektifleşmenin parçası olma konusunda tereddüt etmeyeceğim.
-Türkiye’deki yayıncılığı genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Mütevazı bir yayınevi olarak bu işleyişin neresindesiniz?
Aslında biraz açtım yukarıda. Küresel kapitalizm her şeyi pazarın bir bileşeni haline getiriyor. 1970’lerin kültürel yayıncılık anlayışı, uzun zamandır ticari yayıncılığa bıraktı yerini. Özal döneminde başladı bu. Banka sermayesi ve şirketlerin büyük sermayelerle yayıncılık dünyasına girmesi hızla tekelleşmeye yol açtı. Bu tekeller kültür dünyasını da popüler kültür doğrultusunda şekillendiriyor. Kültürün taşıyıcıları olarak yazarları da best-seller olmanın yolunun popüler kültüre teslim olmaktan geçtiğine ikna ediyorlar. Bugün çok satan kitapların hepsi demeyelim ama büyük kısmı emperyalist kültür üreticisi tekeller, think tanklar tarafından direkt ya da dolaylı olarak yönlendiriliyor. Bu konuda uzun uzun pazar araştırmaları, reklam stratejileri ve etüt çalışmaları yapılıyor. Bunu yaparken yazarla organik ilişkiye girmelerine de gerek yok. Konseptleri oluşturup, trendleri medya yoluyla yönlendirmek yeterli. Popüler bir yazar olmak istiyorsanız üç aşağı beş yukarı etrafında döneceğiniz konular belli. Uluslararası düzlemde sürekli güncelleniyor bu. O çarkın içine bir kez düştüğünüzde artık piyasa trendlerine göre yazıp, gönüllü ideolojik taşıyıcılar haline dönüşmeye başlıyorsunuz. Tabii bunun getirdiği büyük maddi olanaklar ve konformist bir yaşam var. Bu rüzgâra karşı koymak bugünün dünyasında sağlam bir muhalif duruş gerektiriyor. Çok güçlüler. En muhalif yazarları bile kitap teliflerini satın alıp, içeriğini boşaltarak popüler kültürün nesnesine dönüştürebiliyorlar. Kültürel hegemonya böyle güncelleniyor. Postmodernizm kullanışlı bir damar halini aldı onlar için. Normal koşullarda aslında yayıncılık, banka ve tekelci şirketler için kârı yüksek bir sektör değil. Şirketlerin yıllık yatırım portföyü içinde yayıncılığa ayırdıkları kaynak, toplam yatımlarının yüzde biri bile değildir. Mesela Yapı Kredi Bankası’nın toplam yatırımları içinde YKY ne kadar yekûn tutar ki? Ancak bu sermaye bile yayın hayatına yön vermeye yetiyor. Neden yayıncılığa yatırım yapıyorlar peki? Birincisi, küresel popüler kültür vasıtasıyla sistemin ihtiyaç duyduğu kültürel aurayı süreklileştiriyorlar. İkincisi kültür ve edebiyat üstünden prestij kazanıyorlar. Bu prestiji küçüksememek lazım. Finans kapitali meşrulaştırmada önemli bir rol oynuyor.
Tekelci yayıncılığın olanakları karşısında butik yayınevlerinin ayakta kalması zor… Kahraman bakkal süpermarkete karşı meselesi… Piyasanın koşulları parça parça teslim alıyor onları. Bundan dolayı kimseyi suçlayamayız da. Daha özgür bir yayıncılık ortamını besleyecek toplumsal dinamikler yok Türkiye’de. Dünyada da yok. Bu dinamiği yaratsa yaratsa toplumsal mücadeleler yaratır. Tek başına yazarın, yayıncının yapabileceği şey değil. Ancak ne zaman geleceği belli olmayan büyük toplumsal dalgaları beklemeden, bulunduğumuz yerden kararlı muhalefet adacıkları örgütleyip daha büyük muhalefetlere doğru birleşmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun bir parçası olabilirsek ne mutlu bize.
–Dijital yayıncılık konusunda pek çok eleştiri var. Özellikle bu işi ticarete dökenler üzerinden geliyor bu tür eleştiriler. Oysa siz dijital yayıncılığı bir olanak olarak değerlendiriyorsunuz. Bunun nedenlerini biraz açar mısınız?
Dijital yayıncılık neden eleştirilir, hiç anlamadım. Teknoloji yoğunluklu zamanın getirdiği bir esnek üretim avantajı bu… Hantal matbuat baskının blokajlarına karşı baskı adeti konusunda esneklik avantajı sağlıyor. Hatta dijital baskının açtığı alan, maddi imkânları zayıf ama muhalif bir yayıncılığın kendisini var edebileceği bir alan. Bir yayınevi, kültürel ve ekonomik olmak üzere iki temel bileşenden oluşur. Kültürel yönü es geçerseniz ticaretin kurallarına, paranın egemenliğine teslim olursunuz. İşin ekonomisini savsaklarsanız sürdürülebilir bir yayıncılık olmaz, yok olur gidersiniz. Bu dengeyi doğru kurmak zorundasınız. Bu noktada dijital yayıncılık geniş bir alan açıyor aslında. Bu alana yerleşerek kendinize sistem dışı muhalif adacıklar yaratabilirsiniz. Sermayenin borusunun öttüğü piyasa zincirini, akıllı bir stratejiyle bir halkasından kırabilirsiniz. Kalite bakımından matbuat baskıyla hiçbir farkı da yok. Bizde solun kanaat önderleri orta yaş üstü ve yaşlı kuşak olduğundan bugünün dünyasını kavrayamıyor, muhafazakâr bakıyor yeniliklere. Oysa bakın büyük tekeller bile dijital baskıya yönelmeye başladı artık. Böylece stok yükünden kurtulup, arz talep dengesi içindeki fazla üretimi optimal bir seviyede tutabiliyorlar. O kadar paraları varken onlar kullanıyorsa biz niye kullanmayalım. Bu eleştiriler daha ziyade yazardan baskı için büyük paralar talep eden, stokta çürüttüğü kitapların parasını sözleşme aşamasında yazardan çıkaran kolaycı yayınevlerinden geliyor. Önlerinin kesildiğini düşünüyorlar.
-Şimdiye kadar kaç kitap yayımladınız, kitaplarınızı okuyucusuyla buluşturabildiniz mi? Bu süreçte yaşadığınız sıkıntılar nelerdir?
Dört ay önce yayın hayatına başladık. Bunun iki ayı yaz sezonuna denk geldi. Biliyorsunuz, yaz sezonu yayıncılıkta ölü sezondur. Buna rağmen bu dört ay içinde şiir, roman, öykü, deneme, inceleme araştırma ve tiyatro dallarında 22 kitap bastık. Bastığımız kitapların kendi kulvarında bir orijininin olmasına ve hayata dokunmasına özen gösteriyoruz. Plastik, masa başı üretime dayalı, bir derdi olmayan kitaplardan uzak duruyoruz. Tabii her kitapta aynı çıtayı bekleyemeyiz ama bu hassasiyetimiz var. Yeni anlaşmalarla dağıtım olanaklarımız hayli gelişti. Beş altı dağıtım şirketiyle çalışma olanağına kavuştuk. Artık tüm dijital platformlara ve talep eden her kitapçıya kitaplarımızı dağıtım kanalıyla ulaştırma olanağına sahibiz. Yazarımıza, bugüne kadar yapamayacağımız hiçbir taahhütte bulunmadık. Söz verdiğimiz her şeyi de yaptık. Bu bakımdan yazar-yayınevi ilişkisi bakımından mutlu bir yayıneviyiz diyebilirim. Zira yayıncılıkta güven ve sözünüzün arkasında durmanız çok önemli. Neyseniz osunuz.
-Yeni girdiğiniz yayıncılık alanında geleceğe ilişkin planlarınız nelerdir? Yeni kitap bastıracaklara nasıl bir yol izlemelerini tavsiye edersiniz?
Yeni bir yayıneviyiz. Kurumlaşma sürecini yaşıyoruz. Bu kısa sürede geldiğimiz yer, beklediğimizin daha ötesinde bir yer. Ekonomik kriz, her sektörü olduğu gibi bizi de geriye çekiyor. Ancak yine de iyi şeyler çıkıyor ortaya. ŞYK Kitap az önce de söylediğim gibi “küçük olsun, benim olsun” mantığıyla kurulmuş bir yayınevi değil. Kolektif yapılara doğru evrilmeyi murat eden, bunun ortamını oluşturmaya çalışan bir perspektife sahip. Kendi kurumlaşmamızı pekiştirirken bu olanakları da araştırıyoruz. Piyasa yayıncılığına karşı adacıklar oluşturabiliriz. Irkçı, milliyetçi, erkek egemen, homofobik, anti ekolojist, ötekileştirici her türlü anlayıştan uzak durarak özgürlükçü ve emekten yana bir çizgiye, edebiyattan taviz vermeden kan taşımak istiyoruz. Yeni kitap bastıracak arkadaşlara tek tavsiyem, içlerinin sindiği yayınevlerinin kapısını çalsınlar.